I
Hakan Günday, “iki yılda bir roman” geleneğini bu sefer de aksatmadı. Günday’ın yeni romanı “Daha” bir önceki romanı “Az”dan yaklaşık iki buçuk yıl sonra, Ekim ayında, “Doğan Kitap” etiketiyle yayımlandı.
Yazıya, “Daha” özelinde devam etmeden önce, Günday’ın romanlarıyla ilgili (önceki bir başka yazımda) yapmaya çalıştığım birkaç tespiti başlıklar halinde tekrarlamak istiyorum:
– Hakan Günday romanları uzun birer deneme gibi de okunabilir.
– Günday’ın romanlarındaki kahramanlar, delilikle dâhilik arasında bir yerdedirler.
– Hakan Günday romanlarındaki tüm karakterler özlerinde iyi de olsalar yaşam koşulları onları kötü birer figür haline getirmiştir.
– Günday’ın romanlarındaki kahramanlar, yaptıkları kötülüklerle paralel bir şekilde bağımlılık yapıcı maddeler kullanırlar.
– Hakan Günday’ın roman kahramanları, yaşamlarında çok hızlı değişim ve dönüşümler geçirirler.
– İlk romanı “Kinyas ve Kayra”yı bir kenara koyarsak Hakan Günday romanları tek sözcüklü isimlere sahiptirler ve romanlar bu tek sözcükten yola çıkılarak yazılmış gibidir. Yazar sanki önce bu tek sözcüğü bulmuştur ve romanını bu sözcüğün üstüne inşa etmiştir.
– Hakan Günday’ın romanları vurucu bir şekilde başlar ve okurunu sağlam diyaloglarla hemen içine çeker.
– Bu vurucu başlangıçlarına rağmen Hakan Günday’ın romanlarının sonları hep biraz zayıf görünür.
-Hakan Günday’ın romanlarında altı çizilebilecek, aforizma niteliğine sahip onlarca cümle vardır ve bu cümleler genellikle toplumsal düzene ya da sisteme eleştiri niteliği taşırlar.
II
“Daha”, yukarıda maddeler halinde sıralamaya çalıştığım dokuz özelliğin tümüne sahip bir roman.
Kitapta, babası insan kaçakçısı olan Gazâ’nın yaşam öyküsünü, onun anlatımıyla okuruz.
Kitap, “Babam bir katil olmasaydı, ben doğmayacaktım…” cümlesiyle başlıyor. Bu cümle, bence “vurucu ifadelerle başlama” geleneğine sahip Günday romanları içinde Azil’den sonraki sıraya yerleştirilebilir.
“Daha”, bu vurucu ve merak uyandırıcı cümlenin ardından hiç hız kesmeden devam ediyor ve kısa bir süre içinde okurunu avucunun içine almayı başarıyor.
Gazâ, içinde bulunduğu koşulların tüm yetersizliğine rağmen tam bir dahi çocuktur. Hiç ders çalışmasa da okulunu birincilikle bitirir, girdiği sınavlarda Türkiye çapında dereceye girer vs.
Günday’ın, kahramanlarını bu denli zeki olarak çizmesinin en önemli nedeni, kuşkusuz ki, bu kahramanların, boylarından büyük laflar ettiklerinde, okurlar tarafından yadırganmamalarını sağlamaktır.
Gazâ da son derece zeki bir çocuk olmasına rağmen, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “İnsan beyni taşları sürekli dönen bir değirmen gibidir. İçine bir şey atmazsan kendi kendini öğütür.” sözünü doğrularcasına büyük bir hızla deliliğin sınırlarına doğru çekilir.
Gazâ, içine düştüğü deliliğin etkisiyle önce etrafındakilere sonra kendisine büyük zararlar vermeye başlar.
Bu çerçevede, babasının kaçırmak için sakladığı insanlara tecavüz eder, onları denek olarak kullanır ve bazılarının ölümlerine sebep olur.
Gazâ’nın içine düştüğü delilik nöbetleri, Günday’ın romanlarında gördüğümüz “deneme” cümlelerinin kurulmasına yardımcı olur. Bu sayede, Günday, İnsan kaçakçılığı, kitle davranışları, akıl hastalığı, toplumsal bir olgu olarak linç, otorite karşısında bireylerin davranışları ve otorite figürünün iç dünyası üzerine uzun cümleler kurabilir.
Roman boyunca, Gazâ, akıl sağlığının yerinde olmadığının farkındadır ve kendi kendini iyileştirebilmek için birçok farklı yöntem dener. Bu yöntemlerden birisi de morfin kullanımıdır. Önce ağızdan kullanmaya başladığı morfin tabletlerini zamanla damardan almaya da başlar. Morfinin yetmediği noktada da kendisini dünyanın ilk “linç turisti” ilan ederek gezmeye başlar.
Gazâ, yukarıdaki cümlelerde bir kısmına değindiğim gibi, hızlı bir değişim ve dönüşüm içindedir. Bir anda morfin bağımlısı olurken, herhangi bir fiziksel sıkıntı yaşamadan morfin kullanmayı bırakır, yoksulluğun doruklarında gezerken bir dizi tesadüf sonucunda beş yıldızlı otellerde aylarca kalacak paraya sahip olur, parası sayesinde dünyayı gezmeye başlar, gittiği ülkelerin dilini kolaylıkla öğrenir.
III
“Daha”, yukarıda genel özelliklerine değinmeye çalıştığım gibi tipik bir Hakan Günday romanı.
Günday, kimi ufak vuruşlarla “Daha”yı diğer romanlarından ayırmaya çalışmış:
Roman, Rönesans resmindeki dört temel tekniğin isimlerinin verildiği alt bölümlere ayrılarak yazılmış. Her alt bölüm, adını aldığı tekniğin özelliklerine sahip kimi unsurları içerse de bu çabanın yeterli derecede belirginleştirilmiş ya da başarıya ulaşmış olduğunu söyleyemeyeceğim.
“Daha”, Gazâ’nın iç sesi, ya da vicdanı olarak karşımıza çıkan Cuma karakterinin Gazâ’yla konuşmalarının sunulma biçimiyle de Günday’ın diğer romanlarından ayrılır. Burada, Gazâ ve Cuma, Gazâ’nın yaşadığı kişilik bölünmesini belirginleştirmek adına başarılı bir şekilde konuşturulur.
Günday, romanının bir kısmını ayırdığı Gazâ ve Felat’ın “son” konuşmalarında da biçimsel olarak farklı bir yöntem dener. Gazâ ve Felat’ın konuşmaları sayfalar ikiye bölünerek, kesintili bir biçimde biz okurlara sunulur. Bu biçimsel deneme, Bilge Karasu’nun kimi metinlerini andırır bir yapıya sahip olsa da romanın bütününde ayrıksı bir yerde durur ve romanın iç dinamiğini kesintiye uğratır.
“Daha”nın biçimsel yenilikleriyle ilgili olarak değinebileceğim son nokta da Gazâ’nın Afgan mültecileri üzerinde yürüttüğü deneyin ardından yazdığı raporun sunuluş biçimi olabilir.
Romanda yalnızca dört sayfa ayrılan bu rapor, bence Hakan Günday’ın tüm romanlarının içindeki en güzel bölümlerden birisi olarak nitelenebilir. Bu rapor, bir nevi “otoritenin otopsisi” gibi kaleme alınmıştır ve bence, içinde bulunduğumuz zamanın ruhuyla son derece başarılı bir şekilde özdeşleşmektedir.
IV
(Bu son bölüm kitaptaki gelişmelere dair bilgiler içermekte. Bu nedenle kitabı henüz okumayanlar bu bölümü atlayabilirler.)
“Daha” ile ilgili son ve genel bir değerlendirme yapacak olursak, “Daha”nın Günday’ın diğer romanlarıyla kıyaslanınca, kafası son derece karışık bir kitap olduğu, tespitini yapabiliriz.
Günday, sanki “Daha”yı yazarken bir türlü nereye bağlayacağına karar verememiş ve aklına gelen tüm olasılıkları arka arkaya yazmış gibi.
Gazâ’ya da bu olasılıklar peşinde koşturup durmak kalmış:
İnsan kaçakçılığı yaparak yaşadığı ergenlik döneminin ardından, başarılı bir yatılı öğrenci olmuş, sonra çıldırıp akıl hastanesine kapatılmış, burada morfin bağımlısı olup taburcu edilmiş, hastaneden çıktıktan sonra “kasabanın delisi” olmaya adayken, babasının bıraktığı parayı bulup büyükşehirde konforlu bir yaşama kavuşmuş, tüm bunlardan tatmin olamayınca da akıl sağlığına kavuşabilmek adına dünyayı gezerek insanları linç etmeye başlamış, en sonunda da Afganistan’a giderek Cuma’ya ve diğer Afganistanlılara karşı içinde hissettiği suçluluk duygusundan kurtulabilmek adına ölümün kollarına kendisini bırakmıştır.
Günday, yukarıda sıralamaya çalıştıklarımın hepsini kendi içinde büyük bir başarıyla anlatırken, tüm bunların bir aradalığı, maalesef, “Daha”yı “daha” iyi bir roman yapmamış.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (28 Kasım 2013)