Hâl Bu Ki’nin ötekileri | Şirvan Erciyes

Ocak 2, 2025

Hâl Bu Ki’nin ötekileri | Şirvan Erciyes

Hâl Bu Ki* Süreyya Deniz Özceylan’ın ilk öykü kitabı. Yazar, halimiz ahvalimiz budur dercesine bir ad seçmiş, işin aslı öyle değil bir de buradan bakın demek istemiş de olabilir; itirazı imleyen bir tavır…

İlk kitaplara özgü çeşitlilik Hâl Bu Ki’de de karşımıza çıkıyor. Atölyede yetişmiş olsun ya da olmasın çoğu öykücünün ilk kitabı farklı arayışların toplamıdır, yazar daha çok kendini sınar, neleri yazıp neleri yazamayacağını tartar. Nasıl sorusunun peşine düşer. İyi bir öykü nasıl olmalıdır, neleri açık edip neleri gizlemeli, anlatıcıyı nasıl konumlandırmalı, karakterleri ne kadar ele vermelidir? Elbette bu soruların tek bir yanıtı yok. Değişen çağdan edebiyat da nasibini aldı, daha kısa ve yoğun metinler üretiyor yazarlar. Süreyya Deniz Özceylan’ın yazma, atmosfer yaratma, anlatıcının konumu, dil gibi temel sorunlara kafa yoran bir yazar olduğu öykülerinden anlaşılıyor.

Kitapta yer alan öyküler özkurmaca izlenimi vermiyor, yazarın bakışı içine çevrili değil, ülkede olana bitene duyarlı. Çeşitli mekân ve yaşantıları betimleyen yazar çocuktan yetişkine, köyden kente, engelliden ağaca, kadından erkeğe, toplumsaldan bireysele uzanan geniş bir topografya inşa etmiş. Öykü kişilerini ötekilerden seçmiş. Egemen söylemin dışında kalan, görmezden gelinen ya da gadre uğrayanlara ses veren yazar zulmün farklı veçhelerine ayna tutmuş. Aile içinde başlayan faşizmin toplumun her hücresine sızarak olağan hale gelişine ve duyarsızlaşmaya karşı durma isteği öykülerde ortak bir tavır olarak beliriyor.

Kitapta rastladığımız kadın karakterlerin ötekiliği yalnızca cinsiyetlerinden kaynaklanmıyor. Yoksulluk, işini kaybetme ya da fiziksel engelleri ötekiliklerini derinleştiriyor. Çocuk gelinlik, annelik dayatması, eril ve toplumsal şiddet, kadın cinayetleri gibi farklı sorunsalların öne çıkarıldığı öykülerde kadın dayanışmasına da rastlanıyor, teslim olmaya, dibe vurmaya da: İnsanın benzer olaylar karşısında benzer tepkiler veremeyişini kanıtlar nitelikte. Kadınlık halleri güzelleme yapmadan doğallığı içinde ve abartısız işlenmiş.

Fiziksel engel, süreğen hastalık gibi nedenlerle aile ya da toplum tarafından dışlanan sorun yaşayan üç karakterle tanışıyoruz. Konuşma sıkıntısı çeken Peşkir Elif, komşuların imalarına, aşağılamalarına göğüs gererek yaşayan, ötekileştirilen genç bir kadındır. Fiziksel engeli nedeniyle iç dünyası görmezden gelinerek, yalnızca kusurdan ibaret bir varlıkmış gibi muameleye maruz bırakılsa da ondaki güzelliği gören biri vardır. Toplumun engellilere karşı acımasız, ilkel tavrını iyi yakalayan Özceylan diğer iki öyküde daha sert bir tutum sergilemiş. “İlk Kan”da otizmli olduğunu düşündüğümüz Ayça’yla tanışırız, Ayça’nın yaşadıkları okurun kolay unutamayacağı bir yüze vurma öyküsüne dönüşür. “Teneşir”deyse geçirdiği epilepsi nöbetleri nedeniyle kendisini reddeden babasının cenazesine gelen Kenan, naaşa bir tas su dökmek istemez. Bu üç öyküyü okuyunca fiziksel engelin ve süreğen hastalığın ötekileştirmeye kılıf olduğunu düşünürüz. Eksik, hasta beden algısıyla kurgu arasındaki ilgi mağdur özneler yaratır böylece insanın tüm canlı türleri içinde en acımasızı olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiriz.

Ötekiler dedik, yazar ötekiliği çeşitli halleriyle ele almış. Engelli oluşun getirdiği ötekiliğin yanı sıra, etnik köken, yoksulluk, cinsel yönelim nedeniyle öteki ilan edilen karakterler var Hâl Bu Ki’de. “Tohum” un Mari Hanım’ı, “İmdat Freni”nin Gül Hasan’ı, “Yakari”nin kara karıncaları.

Defineci komşunun Ermenice yazılmış bir mektubu okutmak istemesi sonrası tetiklenen çocukluk travmalarına tanık olduğumuz Mari Hanım öteki olmanın bedelini en ağır biçimde ödeyen, içinde saklı korku tohumunu çatlatmadan yaşamaya uğraşan bir karakter olarak betimlenmiş. Bilir ki komşuları ya da hiç tanımadığı insanlar rahatlıkla katile dönüşebilme potansiyelini içlerinde taşımaktadır. Gül Hasan cinsel yönelimi nedeniyle babası tarafından reddedilmiş, kovulmuş bir gençtir. Âşıktır ve aşkını eyleme dökmek istemektedir, farklı duygu ve hallerin sıkıştırıldığı yoğun bir öykü “İmdat Freni”.  “Yakari” çocukluk çağına özgü kötülüğe işaret eden ilgi çekici bir öykü. Karınca kolonisi içinde sarı olanlara yaşam bağışlarken kara olanları öldüren Demir, annesinin konuştuğu dilin ötekinin dili olduğunun bile ayırdında değildir.

Hâl Bu Ki umut vadeden, iyimser öykülerden oluşmuyor, umutsuzluğun umuttan gerçek olduğunu bilen, karanlığa bakan öyküler okusak da “Kayın” umuda dönük ve dayanışmacı yüzüyle diğerlerinden ayrılmış. Türkiye’de sık gündeme gelen orman kıyımları odağında yazılmış bir öykü. Akbelen’de yaşanan katliamı çağrıştıran bir ortam yaratmış, kesilmeyen, canına kıyılan ağaçların sesi olmuş yazar. Bir yanda ağaçları kurtarmak isteyen Elvan Ana’nın ağacı kesenlere içirdiği iksirle yaşanan aydınlanma, diğer yanda İbrahim – İsmail çağrışımları üzerinden evlat kurban etme ritüeline göndermeler farklı okumalara olanak tanıyor. Aynı zamanda gerçeküstü unsurlara rastlanan “Kayın”, ağaçların insanlardan değersiz olmadığı, insan ve tabiatın bir bütün olduğu, kadın dayanışması zemininden hareketle ekofeminizm üzerinden okunmaya da müsait.

“Buzdolabı” ülkenin yakın tarihinde yaşanan korkunç bir olayı akla düşürüyor. Sokağa çıkma yasakları sırasında Cizre’de öldürülen on yaşındaki Cemile’nin cansız bedenini, ailesi derin dondurucuda saklamak zorunda kalmıştı. Bu olaydan esinle yazıldığını tahmin ettiğimiz öykünün meselesini hemen açık etmeyen tavrı dikkate değer. “Kar Yanığı”ndaysa köyünü terk etmek zorunda kalan bir ailenin yaşantısına, havucun ne olduğunu bilmeyen bir çocuğun gözünden tanık oluyoruz.

 Uzun soluklu bir edebiyat yolculuğunun başlangıcına tanık olduğumuzu düşündüren Hâl Bu Ki yaşadığımız çağın sorunlarına, travmalara duyarlı bir bakış açısıyla yazılmış, sorgulamaya, yüzleşmeye davet eden bir kitap. Okur kitap bittiğinde yaşayacağı huzursuzluğa hazırlıklı olsa iyi olur.

*Süreyya Deniz Özceylan, Hâl Bu Ki, Metinlerarası Kitap, 2024

Yorum yapın