Öykü: Hâlâ satırların altını çiziyor musun? | Mehmet Muhtar Salmanoğlu

Aralık 31, 2024

Öykü: Hâlâ satırların altını çiziyor musun? | Mehmet Muhtar Salmanoğlu

Her pazar erkenden uyanır, parka giderim. Bu pazar da ibadet etmeye giden bir mümin gibi erkenden uyanıp parkın yolunu tuttum. Serin sessiz sabahlarda orada olmak, kitap okumak, bazen tanıdıklarla lafın belini kırmak iyi geliyordu. Çay bahçesinin müdavimlerinden sarışın yeşil gözlü arkadaşım elinde çay bardağıyla geldi yanıma oturdu. Ben kitabımın sayfalarına daldım, o telefonun ekranından bir şeyler okumaya başladı.

  Nereden geldiğini bilmediğim alaysamalı bir ses:

-Hâlâ satırların altını çiziyor musun, dedi

 Sesin hangi yönden geldiğini kestiremedim. Bildik bir sesti ama kime ait olduğunu çıkaramadım. Başımı kaldırıp yan masalara, sağıma soluma baktım, tanıdık bir simâ yoktu. Bu defa aynı ses, ense kökümü yalayıp kulak zarımda patladı:

 -Akıllanmadın, hâlâ kelimelerin peşindesin!

 Başımı çevirip bu çokbilmişi merak ettim. Bizim Mehmet Ali’ydi. Nâmı diğer Aksi Mehmet. Sandalyesine daha oturmadan ‘’ Hadi bir çay söyle,’’ dedi sırıtarak. Önümdeki kitabı eline aldı, evirdi çevirdi.  

-Nereden bulursun bu yazarları, şu adamın ne dediğini anlayamıyorum, Kuran’a el basarım ki Cumhuriyet’in bulmacasını çözmek bu adamı okumaktan çok daha kolay. Gerçi adaşım sayılır, kendisine Mehmed’im Ali dediklerini duydum. Kelimelere yeni elbiseler giydirmekte üstüne yok. Nereden bulur bu janjanlı cümleleri? Roman yazacak ya bas metaforu, al sana post memleket roman.

Yazar hakkında bilgisi vardı demek. Bir zamanlar eline ne geçerse okurdu Mehmet Ali, son zamanlarda daha seçici oldu. Ama bu cümleleri kurduğuna göre yazara aşina olmalıydı. Mehmet Ali’nin hâl hatır sormadan lafa paldır küldür girmesine alışıktım.    

-Sen bu yazarı okuyorsun demek, dedim.

-Okuyamıyorum yahu! Kelimelere azap çektiriyor adam. Bu maaşla ayın sonunu zor getiriyorum, bir de bu adamın kitabına mı para verecem? Okulda bir arkadaşın elinde gördüm, şöyle bir baktım. Beş cümle okuyamadım, ilkokula yeni giden bir öğrenci gibi hissettim kendimi. Kitabı fırlattım attım odanın ortasında duran masaya.

 Çaylar gelmişti, çayından bir yudum aldı. Tam o sırada simitleri bakır sinisine bir duvar ustası gibi dizmiş Abdo’nun ‘’ Sıcak, şimdi çıktı,’’ sesi dolaştı çay bahçesinde. El edip ‘’üç’’ diye seslendim. Başındaki siniyi masaya bırakıp en sıcağından üç simidi uzattı Abdo. Çayları yudumluyor, simitleri kimyon tuz karışımına banıp yiyiyorduk.

-Marketteki kasiyer, Müge Anlı, Fenerbahçe’nin hâli, çocuğun hafta sonu kursları yetmiyor bir de Mehmed’im Ali’nin cümleleri…  Offf, edebiyata da nefes aldırmıyorlar. Yaşanmaz kardeşim bu memlekette yaşanmaz, deyip çayından bir yudum aldı.

 -Kelimelerle oynuyor âdeta, neden böyle diyorsun, üstelik geniş bir okur kitlesi var.

 -Yahu sen ne diyorsun, nenem çello çalıyordu sanki. Annem Bach, babam Mozart dinliyordu! Köylü, kasabalı bir toplumuz biz. Kalkmış bu topraklardan dünya çapında romanlar yazılsın istiyorsunuz. Çıksa çıksa Mehmed’im Ali gibiler çıkar. Ben ne yazdığını anlamıyorsam başkası ne anlasın?

 Sarışın, yeşil gözlü arkadaşım Mehmet Ali’nin eline vurarak ‘’ Ama sen şu bir kilometre uzunluğunda cümleler kuran İstanbullu yazarın romanlarına bayılıyorsun,’’ dedi müstehzi bir gülüşle. Arkadaşımın sorusu kışkırtıcıydı, damarına basmıştı Mehmet Ali’nin. İstanbullu yazarın kitabı çıktığı günün sabahı soluğu Saray Caddesi’ndeki üç katlı kitabevinin önünde alır, kitabevi sahibi ilk siftahı Mehmet Ali’den yapardı. Çay söyletmeyi de unutmazdı bu arada.

-O mu, bir habbe aklınla İstanbullu yazar diyebilirsin ancak ona. İstanbullu yazarmış! Dünya yazarı o, dünya yazarı.

 Mehmet Ali sazı eline aldı mı bırakmayanlardandı. Fırsatını bulup arya girmeliydim. Yoksa akşama kadar hayran olduğu yazarın romanlarından söz eder, karakter tahlillerine girer, hattâ nasıl güzel resimler çizdiğine kadar gider de giderdi. Çayından ikinci yudumu almasını fırsat bilerek:

-Ama Türkçesi bozuk, cümleleri pek anlaşılmıyormuş… daha dememiştim ki

-Tabii tabi, sizin o kuş beyninize yazsın istiyorsunuz. Yahu, adam dünyaya yazıyor diyorum dünyaya… Sadece memlekete değil, deyip sarışın yeşil gözlü arkadaşa döndü.

 -Senin okurken ağzının sularının aktığı şu estet yazar da bir paragraflık cümleler kurmuyor mu? Ona gık’ın çıkmaz, o sayfalarla yatıp kalkıyorsun. Her gün onun cümlelerini paylaşıp duruyorsun sosyal medyada. Haa, bak o yazarı ben de severim. Gerçi o da muzdaripti memleketten. Yemiş bitirmişler adamı. Şimdi de sıra dünya yazarında.

 Konuşurken damarları şişiyor, yüzü kızarmaya başlıyordu Mehmet Ali’nin. En iyisi mevzuyu kapatmaktı. Arkadaşım ‘’ Kahve nasıl olsun,’’ dedi birden. ‘’Her zamanki gibi,’’ diyerek elini havada şöyle bir salladı. Garson hemen yanımızda bitmişti, söyledik kahveleri. Henüz garson gitmişti ki arkasından seslendi.

– Süvari olsun ha.

 Kahveler gelince arkadaşımın masada duran buz mavisi kapaklı sigarasından bir dal çekti, ben de hemen yaktım sigarasını, bir fırt çekip başımıza ha değdi ha değecek akasya dallarına doğru üfledi dumanını. Bu defa, çay bahçesinin önünden geçen yolda akşam yürüyüşüne çıkmış insanları göstererek:

-Şu insanlara bak, al sana memleket! Kardeşim, sosyoloji mi istiyorsunuz alın size sosyoloji. Ne gerek var ciltlerce kitap yazmaya, ekranlarda ayak ayak üstüne atıp saatler boyu gevezelik etmeye… Şu siyah taytlı, balık etli kadını görüyor musunuz, umurunda mı Mehmed’im Ali, dünya yazarı, etin kilosunun kaç lira olduğu… Kiloları yüzünden geceleri gözüne uyku girmiyordur onun. Ya şu tempolu paytak paytak yürüyen memur kılıklılar. Arabanın üstündeki tozu silmekten, akşamki maçı düşünmekten, önlerinde yürüyen şu kadınların kalçalarına bakmaktan başka şey düşünmediklerine yemin ederim. Bunların beyni aşağıdan çalışıyor.

-O kadar da değil, dedim. Onlar da memleket meselelerine kafa yoruyordur.

-Var mısın iddiasına, gerçi seninle iddiaya girilmez ya! Seçim sonuçlarıyla ilgili girdiğimiz iddiayı kaybetmiştin. Bana bir takım elbise borcun vardı, yattın üstüne. Unuttum sanma, gerçi acıyorum senin şu haline, vazgeçtim takım elbiseden, deyince

-Neyime acıyorsun, şükür, halimden memnunum. Çocukları okuttum, sağlığım yerinde, daha ne isteyeyim ki?

– Sen emekli olmadın mı geçen yaz, şu haline bak, gören Suriyeli sanır, bir deri bir kemik kalmışsın. Eeee, yiyecek ekmeğin yok, kalkmış şükrediyorsun.  Mehmed’im Ali’nin kelimeleri bu kadar doyurur insanı. Vurun somuna, entel dantel muhabbetlere…

 Sinirlenmiştim. En iyisi susmaktı ama Mehmet Ali’yi durdurabilene aşk olsun. Tam o sırada bahçenin önünden üçümüzün de çok saygı duyduğu Semir Abi geçiyordu. El edip ona seslendim, bizi fark edince tebessüm ederek ‘’geliyorum,’’ dedi. Semir Abi imdadımıza yetişmişti. Mehmet Ali, Semir Abi’nin yanında sesini çıkarmaz, süt dökmüş kediye dönerdi.  Seksen öncesi onun şefiydi.

 Semir Abi memleketin ağır abilerindendi. Yetmişli yılların hızlılarından. Uzun süre mahpusta yastık eskitmiş, işkencede sol kolunu kaybetmişti. Hâlâ memleketin dertleriyle dertlenir, politikadan başka bir şey konuşmazdı. Öyle sakin, ağır konuşurdu ki dinlerken bu adamın sinirleri alınmış sanırdınız. Cümleleri diğer eski solcular gibi kitabî değildi. Halk ağzıyla konuşur, tane tane anlatır ama size de söz vermez, saatlerce konuşur, hatıralarını anlatıp dururdu. Bu defa politikadan açmadı sözü. Sarışın yeşil gözlü arkadaşa dönüp, ‘’ Ne zaman everiyoruz seni,’’ deyince arkadaşımın suratı horozibiğine döndü, başını eğdi, bakışları ayaklarına doğru kaydı. ‘’Kısmet…’’ dedi kısık bir sesle. Semir Abi susar mı?

-Memleketi kurtarmayı, roman karakterlerinin ıcığını cıcığını çıkarmayı iyi bilirsiniz ama bir kadının yanında eliniz ayağınız birbirine dolaşır, dut yemiş bülbüle dönersiniz. Bakın, biz geçmişte memleketi kurtaracağız diye ne gençliğimizi yaşayabildik ne bir kadına elimiz değdi.

 Yan masalarda al kızı ver papazı oynayanların küfürlü kahkahalı sesleri, katıklı ekmek yiyen kadınların yemek tarifleri dolaşıp masamıza geliyor, biz memleketin hallerine, yazarların cümlelerine kafayı bozmuş bir halde hararetli hararetli tartışıyor, çay bahçesinde Allah’ın bir kulu ne söylediklerimize kulak veriyor ne de dönüp bize bakıyordu.

 Mehmet Ali ay sonunu nasıl getireceğini düşünüyor, yeşil gözlü arkadaşım evlenecek kadının hayalini kuruyor, Hasan Abi hatırlarını katık yapıyordu her sohbetine. Bense kelimelerin peşinde koşmaya, satırların altını çizmeye devam ediyordum.

edebiyathaber.net (31 Aralık 2024)

Yorum yapın