Söyleşi: Eren Ağkoç
Halil İbrahim Polat ile
yeni çıkan ödüllü romanı Arafta Zaman üzerine konuştuk.
Arafta Zaman’ın okuyucular tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanması, çok kısa
bir süre içerisinde üçüncü baskısının tamamlanmış olması üzerine neler söylemek
istersiniz?
Son kitabım (Viyolonsel, Roman, 2014) üzerinden tam 6 sene geçti. Uzun bir suskunluk süreci içinde olduğum, gerek edebiyat kamuoyunca gerekse de şair-yazar dostlarımca arada sırada kulağıma fısıldanıyordu. Bu 6 sene içinde hepi – topu bir elin parmağı geçmeyecek sayıda metinle kimi edebiyat sitelerinde yer aldığımı eklemeliyim. Buna karşın okuma ve yazma ile bağım hiç olmadığım kadar güçlenmişti. Roman kuramı, poetika, edebiyat tarihi ve sosyolojisi, mimarlık, antropoloji, sanat vd. üzerine kitapları masamdan ayırmıyor üzerine metinler kaleme alıyordum. Bu süreçte mimarlık doktoramı da tamamlamış ve 20’yi aşkın makale ile akademik yayınlara ağırlık vermiştim. Edebiyat ve ona özgü metinler ise henüz gün yüzüne çıkmadı. Zamanını bekliyorlar.
Arafta Zaman ise 2010 yılında “Hepimiz Tanrı’nın roman kahramanlarıydık!” girizgâhı ile benimle yolculuğa çıkan ve 2015 yılında tamamlamış olduğum bir kurmaca metin. Süreç boyunca onu demlenmeye bıraktım, zira uzun bir romandı ve dolayısıyla gerek kurgusal gerekse de dil işçiliği bağlamında hataya daha açıktı. O sıralar, yanılmıyorsam bir dergide Tudem Roman Ödülü ilanı ile karşılaştım. Bu ödüle katılım noktasında kendimi ikna etmenin başat argümanı, kişinin kendi adı-soyadıyla katılması yerine, müstear ile başvuruda bulunma zorunluluğuydu. Dolayısıyla nispeten demokratik bir ödül olduğu hissi bende uyandırmıştı. Arafta Zaman’ın müstearı “Kalem”di. Ödül jürisinin, nezdimde Türk edebiyatının yetkin kalemleri olmasının da etkisi oldu. Günün sonunda Arafta Zaman Tudem Roman ödülüyle taltif edildi. Gel zaman git zaman, Klaros Yayınları’yla yaptığımız görüşmeler neticesinde kitap yayımlandı. Pandemi sürecinin getirdiği dezavantajlara (basım, dağıtım, kargo, vb.) rağmen okurdan ilgi gördü ve yanılmıyorsam 2 ay gibi kısa bir sürede, herhangi bir reklam kampanyası da yürütülmeden 3. baskıya geçti.
Arafta Zaman’ın oluşum aşaması ve bu süreçte beslendiğiniz kaynaklar hakkında bilgi verebilir misiniz?
İlk cümleyi yazdığım andan itibaren beni terk etmeyen, roman boyunca akıp duran müziğin peşi sıra yürüdüm. O müzik, denizin sesinde, rüzgârın uğultusunda, şarkının nakaratında, yolun güzergâhında, tenin ürkekliğinde, kentin kaosunda, düşün karşısında ve gerçeğin ortasında beni hiç terk etmedi. Eleni Karaindrou, By the Sea ile, Luz Casal, Historia de un Amor’la, George Dalaras Pame Gi Allou’yla, Jacques Brel, Quand on n’a Que L’amour’la, Arafta Zaman’ın o eşsiz müziğini bir araya getirdiler. Ayrıca, yazım sürecinde bilhassa Batı Avrupa’ya yaptığım seyahatlerde etkisi altında kaldığım resim, heykel, mimari vd. sanat disiplinlerinin romanın atmosferini kurmam noktasındaki katkısını göz ardı edemem. Hatta bu romanı kaleme alırken güçlü bir biçimde şunu deneyimledim: Dil ve olay örgüsünü disipline ederek onu biçimlendiren, anlamı çeşitlendiren, katmanlı yapıyı girift örgüsünden kurtararak ona alan açan esas unsurun kurmacanın yer tuttuğu mekân ve ona has semboller olduğu. İstanbul – Roma – Bari hattında yürüyen roman karakterleri, kentlerin temel enstrümanlarına içkin bir ruh durumunu üzerlerinde taşırlar. Sokaklar, oteller, tren istasyonları, hastane odaları, katedraller, kent meydanları, camiler, mezarlıklar ile bütünleşen; yolların ve elemin kalbinde, kederle örselenmiş olanların hikâyesini anlatmaya çalıştım.
Arafta Zaman’da kurgu ve karakterizasyonun son derece kusursuz örülmüş olduğunu düşünüyorum. Bu denli gerçek ya da kurgu içerisinde kendi gerçekliğini yaratmış olan karakterleri tasarlamak noktasındaki başarınızın sırrı nedir? Belirli bir yönteminiz var mı?
Arafta Zaman, gerek zaman- mekân seçimi ve karakterizasyon gerekse de bir yakın dönem romanı olması dolayısıyla gerçeklik algısını okura kolaylıkla yansıtan ve yaşatan bir metin. Olayın geçtiği mekânlar yerli-yerinde, karakterler (Sinan, Nilnur, Alev vd.) senden-benden farksız. Konusu, hayatın içinde sürekli temas ettiğimiz kadın-erkek ilişkilerinde karşımıza çıkan başka türlü bir hayatı hayal etmenin ve uygulamanın bireyin iç dünyasında yarattığı tahribat, seçimler ve ödenen bedel. Karakterizasyondaki başarıya gelince; gönül rahatlığıyla söylemeliyim ki, Arafta Zaman’ın karakterleri üzerine bir mühendis gibi çalıştım. Problemi kurarak, üzerine düşünerek, hesaplayarak, analiz ederek, değerlendirerek onları kurguya adapte ettim. Özetle, bir karakter, nerede doğdu, nasıl büyüdü, hangi işlerde çalıştı, kiminle yaşadı, ne zaman yola düştü, ne ile mutlu oldu vb. soruların tamamının cevabı için birkaç ajanda not almış ve karalama yapmışımdır. Yani bu karakterler, ansızın olayın bir yerinde ihtiyaç hasıl oldu diye gökten zembille indirilmediler. En başından itibaren onlara nefes verilip kurgudaki sıralarını beklediler. Her biri kendi hikâyesiyle sokağımızda, ailemizde, iş yerimizde olan kişilerdir. Ek olarak şunu belirtmeliyim ki Arafta Zaman’da yaşam süren karakterlerden biri hariç hepsi hayattadır.
Geriye dönüş tekniği, kurguya birçok kurgu unsurunu beslemek; karakter gelişimini desteklemek ve karakterizasyondaki kişisel tarihi ortaya koymak vb. gibi çeşitli imkânlar sunar. Bu tekniğin uygulanması, kurguya örülmesi zordur. Öyle ki bazı yazarlar bu tekniği kusurlu kullanarak kurgu içerisinde giriftleşirler. Arafta Zaman’a baktığımda geriye dönüş tekniğinin, kurguya ustaca örüldüğünü düşünüyorum. Siz bu hususta neler söylemek istersiniz?
Arafta Zaman özelinde karşı karşıya kaldığım ve dönüşü almakta zorlandığım viraj tam bu söz ettiğin nokta. Geriye dönüş tekniğinin (flashback), bilhassa sinemada olay ve karakter tahlilini açmada, geliştirmede çok etkili bir yöntem olduğunu biliyoruz. Dahası, bunu perdede yapmak seyirci için rahatlatıcı ve hikâye ile ünsiyet kurmada zenginleştirici bir etkiye sahip.
Roman sanatında ise bu biraz daha çetrefilli bir iş. Bu durumun okur ve yazar için ayrı ayrı yansımaları olabilmektedir. Ortalama okur için düz ve sürekli bir anlatım tekniği, öykünün içine dâhil olmak için fevkalade konforlu bir alanı işaret etmektedir. Oysa geriye dönüş tekniği, lineer olmayan bir akışı imlemektedir. Dolayısıyla zaman zaman okuru şaşırtmakta, yormakta, zorlamakta ve romana devam etmek konusunda bir vazgeçişin kıyısına getirebilmektedir. Elbette okurun da kurgusal metni çözmek adına mesai harcaması, tereddüte düştüğünde sayfaların ardına düşmesi hatta kendini hikâyeye eklemlemesi ve emek vermesi icap etmektedir. Post modern kurguda bu böyledir. Sözgelimi, üstkurmaca olarak adlandırılan roman tekniğinde yazar, zaman ve mekânlar arasında dönüşümlü hikâyeler anlatarak sürekli okurun zihni ile oynamakta, birdenbire kendini ortaya koyarak direkt ona konuşabilmekte, onu hayrete düşürmekte ve gerçek ile düş arasında bir sarkacın ucunda olan-biteni konumlandırabilmektedir.
Yazar içinse geriye dönüş tekniğinin türlü sakıncaları vardır. Söz gelimi, akış içinde geriye dönüşün kimi emarelerini göstermek noktasındaki minimal hatalar dahi, metnin kusurlu olmasına kapı aralayabilir. Ben, bu romanımda geriye dönüş tekniğini sürekli olarak bir iç monolog veya diyaloğun orta yerinde, o esnada geçen ya da tartışılan konu ile alakalı bir bağlam üzerinde kurguladım. Geri dönüşlerin akışını bozmamak adına en ideal yerde ve özellikle dizi senaryolarında başvurulduğu üzere cep hikâyelerle verilmesinin daha nitelikli bir kişisel tarih ortaya koyacağı kanaatindeyim. Bu minvalde, Arafta Zaman, “son gün” ile başlar. “Sondan bir önceki gün” ile devam eder. Ardından “altı yıl önce”ye gelir. Kitabın bitimine doğru ise “son gün”e geri dönerek kapanışı yapar. Metnin büyük bir kısmı 6 yıl önceki hikâyeye odaklanmış ancak bu süreçte sürekli geri dönüşlerle kurgu diri tutulmuş ve girift unsurlar zamanla, karakterler sektirilmeden (sayfalarca unutmaya bırakılmadan) cevaplarını bulmaya çalışmıştır.
Bence bir roman incelenirken üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan biri de mekân unsurudur. Mekân, şahıs kadrosu üzerinde etkili bir rol oynar. Arafta Zaman’a baktığımızda seçilen mekânlar, yaşayan, somut, özel; genel, kapalı-iç, açık-geniş gibi çeşitli fonksiyonlara sahip. Siz bu noktada seçtiğiniz dekor unsurları ve mekânları hangi ölçütlere göre tasarladınız? Mimar oluşunuz mekân tasvirleriniz ve seçimleriniz üzerinde etkili oldu mu?
Mimarlık okullarında ilk öğretilmesi gereken şey ne olmalı? Buna sürüsüyle cevap verilebilir: Nitelikli bir mimari anlatım tekniği, iyi bir eskiz, güçlü bir tasarım duygusu, mekân tasavvuru, mimarlığın tarihi, form-fonksiyon ilişkisi vb. diye uzar gider. Bana kalırsa, bir mimar adayına işaret edilmesi gereken ilk şey kafasını kaldırıp etrafını gözlemlemesi, özellikle de yukarıya bakmasıdır. O zaman, yapıları, çevreyi, insanı, kent mobilyasını, peyzajı, şehirleşmeyi idrak edebilir ve belleğe her bir pratiğin imgelerini oturtabilir.
Mekân, mimar için neyse romancı için de aynı işlevlere ve etki alanına sahip benzersiz ve işlenmek için heyecan uyandıran bir düzlemdir. Arafta Zaman’da mekanlar dıştan içe doğru en ince ayrıntısına kadar tasvir edilmişlerdir: İstanbul – Fatih – Çemberlitaş – Divanyolu – Çorlulu Ali Paşa Medresesi– yapı geometrisi – iç tasarım elemanları – taşıyıcı sistem – kubbe, kemer, tonoz – olay örgüsü – karakter. Çünkü karakterleri ve yaşananları anlamak için öncelikle mekânlara bakmak gerekmektedir. Bu mekânlar salt romanın matrisleri değil, kahramanlarla beraber özelleşen, katmanlaşan, sembolleşen unsurları ifade etmektedirler. Bu bağlamda, Arafta Zaman’da İstanbul, Roma ve Bari şehirleri oldukça geniş yer tutmuş ve karakterler şehirde yürüdükçe, kafelerde dinlendikçe, otel odalarında uyudukça, deniz kıyısında hezeyanlara tutuldukça, mekâna has olan-biteni daha iyi resmedebilmek adına detaylandırılmışlardır.
Arafta Zaman’ın dili son derece etkileyici ve özenli. Deyişbilimsel olarak bakıldığında; üslubunuzun birçok sapmaya (anlamsal, dizimsel), duru ve müphem olmayan, şiirsel bir fonksiyon kazandırdığını düşünüyorum. Sizce şair kökenli oluşunuz üslubunuzu bu yönde beslemiş olabilir mi?
Sondan başlarsam, Arafta Zaman’ı okuyan şair arkadaşlarımdan ilk duyduğum söz şu oldu: “Yahu kitapta geçen imgeler-metaforlarla 40 şiir kitabı yazardın.” Aslında kazın ayağı öyle değil. Kitabın kendi dinamiği içinde gelişen anlatım tekniği, yapısal olarak kendi sözdizimini ve dili kullanım biçimini örüverdi. Arafta Zaman’ın olay-mekân ve karakterizasyon seçimi, ta en başından üslubunu ortaya koydu ve kendi yatağından ayrılmadan akan duru bir söz söyleme zemini kazandı. Kitabın deyişbilimsel olarak nerede konumlandığı üzerine konuşmayı eleştirmenlerin nazarına bırakmayı tercih ederim. Zira, biçem, sözdizimi, anlatım ve bu kavramların türevleri hakkında Arafta Zaman’a bir isim vermek ya da ona yol açmak yaratıcısının uhdesinde olmamalı kanımca.
Öte yandan sorudaki “şair kökenimle, şiirsel fonksiyon kazanmış duru bir metin ortaya koymuş olmam” arasında kurulan korelasyona esaslı bir itirazım olduğunu söylemeliyim. Bir metin ya şiirdir ya da başka bir şeydir. “Şiir gibi, şiirsel, şiire öykünen” gibi ifadeler, kurmacanın özünde var olan ve kendi kendini örerek büyüyen formunun orta yerinde bir gedik olduğunu ifade etmeye yaramaktadır. Bir metin şiirsel ise, o ne şiirdir, ne de kurmacadır. İkisinin arasında bir yerdedir belki de. Biraz daha açarsak, herhangi bir yazınsal verime “şiirsel” dediğiniz an, onu şiir olmamış, şiire benzemiş bir tür olarak etiketlemiş olursunuz. Yani, Arafta Zaman, şairin romanı değildir. Romancının esaslı bir kurmaca denemesidir ve romancı bunu düzyazıya içkin parametrelerle yapmıştır.
Arafta Zaman’ın ismi, eserin muhtevasını sırtlayan, son derece orijinal bir isim. Bence, eser içerisinde yer alan bir tabloyla aynı ismi taşıması bu ismin sembolik gücünü ve orijinalitesini artırıyor. Siz kitabınıza isim koyma sürecinde hangi aşamalardan geçtiniz?
Sanatta sembol (simge, alegori) onda adeta dondurulmuş ve herkes için benzer çağrışımları anlatmaktadır. Arafta Zaman ismini seçerken, kitaptaki Alev karakterinin resmettiği tablonun ismini Arafta Zaman koyması ve sevgilisi Sinan’a bunu adeta yaşanan tüm kederli olayların nişanesi ve müsebbibi olarak sunması aslında çemberi tamamlayan bir imgesel zerafete sahip. Eserin muhtevası ile tablodaki metaforların örtüşmesi, hikâyenin adım adım yuvarlanacağı sona ve elem ülkesine göndermeler yapmaktadır. Bununla birlikte Rönesans’ın simge şairi Dante Alighieri’nin İlahi Komedyası’ndaki Araf bölümüne metinlerarası bir yaklaşım ortaya koymaya çalıştığımı da söylemeliyim. İlahi Komedya üçlemesindeki Araf bölümü, kanımca tam da yaşanılmış ve yaşanılacak olan yeryüzü parçasının bir temsilidir.
Son olarak söylemek ve eklemek istedikleriniz var mı?
Teşekkür ederim. Esaslı bir okuma ve kavrayışla, yazarı sürekli nedensellik ilkesi çerçevesinde düşünmesine salık veren sorularla karşı karşıya bıraktığın için.
edebiyathaber.net (22 Temmuz 2020)