Martin W. Lewis ve Karen E. Wigen, ‘Kıtalar Miti’nde, dünyayı düzenlemede ya da tanımlamakta kullanılan yöntemlerin artık sadece coğrafi kıstaslarla sınırlanmadığını, sosyoloji, tarih, antropoloji, ekonomi, siyaset gibi başka bilimlerden de faydalanıldığını belirtiyor. Böylelikle kitapla birlikte yıllardan beri süregelmiş, dünyayı “çizgilerden” ibaret bir bölünmeyle sınırlandırma çabası da haklı bir sorgulamaya tabi tutuluyor.
İlkokul sıralarında dünyayı kavrama yetilerimiz için kara tahtanın yanında iki türlü harita asılırdı hep, herkes hatırlar. Bir tanesi ülkeleri ve şehirleri çeşit çeşit renge bürürken diğeri uzaydan çekilmiş bir fotoğraf gibi görünürdü. İlk siyasi, ikincisi fiziki haritaydı. Yine aynı tahtanın önüne çıkan bir öğrenci, sırtını sınıfa döner ve öğretmenin komutuyla sağ kolunu kaldırıp, “Burası doğu,”, sol kolunu kaldırıp, “Burası batı, kafam kuzey, ayaklarım da güneydir,” deyince biz de hem yön belirlemeyi hem de ülke ve dünya coğrafyasını kabataslak haliyle kapmış olurduk. Dünyanın yedi kıtadan oluştuğunu da bu derste öğrendik ama Avrupa’nın ya da Afrika’nın neden ayrı ayrı ele alındığını kimse bize öğretmedi. Bir taraf batıdaydı, diğeri doğuda. Mevzu bu kadar basitti. Ancak ne zamanki gün geldi, bize, “Türkiye batı ile doğu arasındaki köprüdür,” gibi afili bir cümle söylendi, işte o zaman kafalar karıştı. Türkiye batıda mıydı, doğuda mı? Biz batılı mıydık, doğulu mu? Milli müfredat gereği elbette batılıydık ama doğudaki komşularımızın hiç de öyle “batılı” bir hali yoktu. Sonra biz büyüdük. Bazı “duvarların” yıkıldığını, bazı “sınırların” yok olduğunu öğrendik. Dünya da böylece sanki daha büyük bir hale geldi ve bu elips biçimindeki yuvamızda gezinen birtakım kavramlarla haritalar önemini yitirdi. “Okyanusya ne tarafa düşer usta?” diye sormaya başladık. Monografi Yayınları’ndan Emre Dikici çevirisiyle çıkan Martin W. Lewis ve Karen E. Wigen’ın ‘Metacoğrafyanın Eleştirisi’ alt başlıklı ‘Kıtalar Miti’ kitabı, yeryüzünü oluşturduğu varsayılan, kalıba dökülmüş kıtaları bir elekten geçirip onları aynı bizim ilkokul örneğindeki gibi neyin belirlediğini sorguluyor.
“Kıtalar miti, birçok coğrafi kavramımız arasında en temel nitelikte olanıdır. Kıtaların dünya coğrafyasının temel yapıtaşlarını oluşturduğu bize daha ilkokulda öğretilir. Bu büyük, ayrık kara kütleleri bir çocuk tarafından bile dünya haritası üzerinde kolayca ayırt edilebilir. Yerküreyi şöyle bir çevirmeniz ve kıtaların önümüzden nasıl geçip gittiklerini izlememiz yeterli: Panama Kıstağı’yla zayıf bir şekilde birbirine bağlanan devasa Kuzey ve Güney Amerika üçgenleri; Akdeniz ve Kızıldeniz’in Avrupa ve Asya’dan özenle ayrıldığı büyük Afrika kamburu, diğer kara parçalarından belirgin biçimde ayrılan Avusturalya’nın tıknaz cüssesi ve dünyanın dibinde, yapayalnız Antartika’nın uçsuz bucaksız buzul çölleri.” İşte Lewis ve Wigen da kıtaların yüzeysel ayrıştırmasında bizden daha farklı bir yöntem izlemiyorlar. Ancak onların kitabının sihri de işte tam burada devreye giriyor. Zira yazarlar ‘Kıtalar Miti’nde, dünyayı düzenlemede ya da tanımlamakta kullanılan yöntemlerin artık sadece coğrafi kıstaslarla sınırlanmadığını, sosyoloji, tarih, antropoloji, ekonomi, siyaset gibi başka bilimlerden de faydalanıldığını belirtiyor. Böylelikle kitapla birlikte yıllardan beri süregelmiş, dünyayı “çizgilerden” ibaret bir bölünmeyle sınırlandırma çabası da haklı bir sorgulamaya tabi tutuluyor. Sonuç olarak ‘Kıtalar Miti’, kalıplaşmış tanımları bir kenara iterek, ulus devlet-küreselleşme kapışması, dijital çağla beraber tüm dünyada kullanıma sokulan ortak dil, kutuplaşma, önüne ket vurulamayan kapitalizmin belirlediği sınırlar gibi konu başlıklarının artık coğrafyayı, kıtaları ve nihayetinde de dünya tanımlamak için kullanıldığını ispatlamaya çalışıyor.
edebiyathaber.net (21 Ekim 2022)