“Gölgede Yaşamak” kitabıyla 2011 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazanan Fadime Uslu, bir yandan yazarken bir yandan da Türkçe öğretmenliği yapıyor. Hikâyelerinde edebiyata yönelik ironik göndermeler yapan Uslu, “Has edebiyatın yazarı hiç kimsenin beklentileriyle ilgilenmez” diyor. Çocuk kitapları da yazan Uslu ile “Gölgede Yaşamak” kitabını ve edebiyatı konuştuk…
– Öykülerdeki kahramanlar isimsiz. “Anlatıcı”, “oyuncu”, “çözücü” gibi isimlerle çıkıyorlar karşımıza…
Onlara birer isim vermekten özellikle kaçındım. Başta, rolleri ve görevleriyle var oluyorlar öyküde. Zamanımızın ruhuna sinen düşünce alışkanlığının ürünleri gibiler. Koşullanmış yargılarla kategorize etmenin, biçimle değerlendirmenin bir uzantısı. Beni onlara isim koymaktan alıkoyan bir başka neden de kurgu yapısının karakterler üzerindeki egemenliğini yıkma arayışı oldu.
– “Yazarlık onun yeni elbisesiydi ama üzerine oturuyormuş gibi görünmüyordu”… “Anlatıcı”nın, “Oyuncu” için yaptığı bu yorumdan alıntı yaparak yayın dünyası ve özellikle de yazarlar, genç yazarlar üzerine konuşmak isterim..
Oyuncu görsel çağın tutkularını beslemek için bedenini teşhir ederek ayakta kalmış. Bedeninin eskidiğini anlayınca duygularını yazarak teşhir etmeyi seçmiş. Çünkü görüntü çağı hep değişmek ister. Yeni yüzler, yeni bedenler ister. Hatta okuyacağı kitabın yazarını da televizyonda sık sık gördükleri arasından seçmek ister. Elbette bunlar sisteme yönelik eleştiriler. Bunun dışında kalabilen, kendisinden, yazınından ödün vermeyen yazarlarımız, genç yazarlarımızla birlikte edebiyatımızı dünyayla yarışır seviyeye taşıyor.
– “Kadınlar hayvani bir içgüdüyle okur kitapları. Yakaladığı avın karnını deşercesine, aynı zamanda gönüllü bir kurban gibidirler. Okurken sözcükleri emmek için yanıp tutuşurlar…” diyor “Çözücü”…
Evet, Çözücü sivri dilli. Kadınlarla ilgili hükümvermeyi çok seven toplumumuzun üyesi. Erkek karakterin zihninden geçenler, genel bir bakışın eleştirisi biçimindemetne girdi. Kadınların doğal davranışlarının gittikçe kısıtlandığı, sadece kadın olduğu için özgür yaşamalarının bile baskılandığı bir ortamda özgürlüğüyle var olmuş okuyup yazan kadınların bu algıdan etkilenmemelerimümkün mü? Üzerinde durduğunuz diyaloga farklı bir yerden de bakabiliriz. Kadınların erkeklere göre daha çok okuduğu bilinir. Kadın yazarlardan da daha çok suya sabuna dokunmayan, duyarlıklarını anlatabilecekleri eserler yazmalarının beklendiği gibi. Beklentiye boyun eğmek yazma alanının da okuma yöntemlerinin de sınırlanması anlamına geliyor ki, bu Çözücü’nün işaret ettiği tehlike aynı zamanda.
‘KADIN DAHA ÇOK OKUYOR’
– “Yazar, kadınların zaaflarını bilir ve hiç tereddüt etmeden kullanır” diyorsunuz. Bu yazarlara bir gönderme mi? Nasıl okuyup, yorumlamalı?
Geçmişten günümüze edebiyatımızda çok satan popüler kitapları incelerken temelde aşkı, ilişkileri anlatan, dönemin ahlak anlayışıyla uyumlu kitapların kendi okuyucusunu yarattığını gördüm. Kadınların ideolojik yönlendirilmelerini hedef almışlardı. Kalabalık ve kararlı okuyucuların da kendi yazarlarını yarattığını ve yönlendirdiklerini düşündüm. Yazısız, sözsüz karşılıklı yapılmış bir anlaşma gibi. İşte bu yönlendirmelere, kitapların bir tüketimaracı gibi kadınların önüne sürülmesine karşıyım. Sadece bizde değil, örneğin İtalya’da son yıllarda çok satan kitapların yazarı, popüler bir imaj haline getirilmiş Fabio Volo’yla bir parantez açmak isterim. Yazdıkları edebiyat dışı diye nitelense de bir biçimde edebiyatın çevrimiçinde. Roman yazarı, aynı zamanda oyuncu Volo. Onun kitaplarını okurken anlatısının altmetninin Çözücü’nün düşüncesini desteklediğini gördüm. Başka kitaplarda da. Ama bu sadece bir tür için Çözücü’nün söyledikleri. Gerçekte, has edebiyatın yazarı hiç kimsenin beklentileriyle ilgilenmez.
'ÇOCUKLARA YAZMANIN HAZZI BAŞKA'
– Öğretmenlik özellikle çocuk kitabı yazarlığınızı nasıl besliyor?
Öğretmen olmasaydım çocuk edebiyatının büyüsünü daha geç yaşardım sanırım. Çok verimli, inanılmaz bir gözlem alanı sunuyor öğretmenlik. İlk çocuk kitabım Sokağın Kuyruğu’nu yazmaya heveslendiren bir öğrencimin anlattığı hikâye oldu. Yaşadığı olayı hikâyeleştirirken hissettiği o eşsiz heyecanı oldu.
– Büyüklere ve çocuklara yazmanın avantajları ve dezavantajları nedir? Hangisi daha zorlayıcı? Ya da daha fazla detay, dikkat gerektiriyor? Biraz anlatır mısınız?
Yazmayı bir bütün olarak yaşıyorum. Farklı iki alanmış gibi görünse de yazarken aynı hassasiyeti, özeni gösteriyorum. Çocuk kitaplarını yazmanın daha güç olduğu, daha çok çaba gerektirdiği, pedagojik birtakım bilgiye sahip olmanın avantaj sağlayacağı gibi sözler ediliyor. İnanmıyorum. Ne çocuklar bu dünyanın ötesinde başka bir yerde yaşıyorlar, ne de cam bir fanus içerisinde. Doğallığı her şeyden çok önemsiyorum. Mesaj verme kaygısıyla şu dersi de metnin şurasına yerleştireyim gibi bir kaygım hiç olmadı. Paralel zamanda her iki alanın kitapları üzerine çalıştım. Açıkça söyleyebilirim, çocuklar için üretmenin verdiği haz bambaşka. Önümüzdeki sonbaharda yayımlanması planlanan yeni çocuk kitabı üzerinde çalışırken yaşadığım coşkuyu unutamıyorum.
– 2011 Yunus Nadi Öykü Ödülü ikinci kitabınızla geldi. Bu kadar çabuk bekliyor muydunuz?
Yunus Nadi ödülleri kişiye verilseydi, bu soruya evet, çok çabuk oldu derdim. Ancak bu kitap uzun süren çabaların, öykünün iç dünyasına çıkılan yolculuğun hem içinde hem dönüşlerinde, yapıda, dilde biçimsel sorguların, denemelerin sonucunda kendi özgünlüğünü bulması için titizlenerek hazırlandı. Öyle ki, dosyanın tamamlanması yarışma başvurularının son gününe denk geldi. Postaya verdiğimde sadece şunu hissediyordum; o artık benden çıkmıştı ve benim dışımda bir yerlere doğru koşuyordu.
Söyleşiyi gerçekleştiren: Ümran Avcı- haberturk.com (15 Mayıs 2012)