Söyleşi: Nilgün Çelik
Zan (2017), Altı Yaprak Üstü Bulut (2019), Balıksırtı (2021) kitaplarının yazarı Hasan Gören’in son romanı Eşikteki Kadın, Everest Yayınlarından bu yılın ağustos ayında çıktı.
Gören, diğer romanlarında kurduğu atmosferi ve sürükleyici dili bu romanında da en üst düzeye çıkarmış. Bu kez daha geniş bir coğrafyada değil en yakınımızdakilerle kurduğumuz bağı ve bu bağın sonuçlarını ve ne derece gerçek olup olmadığını irdelemiş.
Katmanlı kurgusu ile okuru her sayfada merakla sürükleyen, anne ile ilişkimizin karakterimizde yarattığı etkiden, geçmişimizin geleceğimize olan etkisinden, cinsel tercihlerimizden, teknolojinin olanaklarından, en yakınımızda olanı tanıdığımızı zannettiğimiz anlardan, yani Eşikteki Kadın üzerinden Hasan Gören’e ilişkiler, sevgi, edebiyat ve roman türü üzerine sorular soracağım.
Buyurun sohbetimize.
Hasan Bey öncelikle kitabınızın okuru bol olsun dileğimle başlamak istiyorum. Bu sizin dördüncü romanınız. Bu kez diğer eserlerinize oranla daha dar bir alanda ama çok derinlerdeki ilişkileri konu ediyorsunuz. Bu denli incelikli, kişilikler ve insan ilişkileri üzerinde yazmak sizi zorladı mı? Eserinize nasıl hazırlandınız?
Çok teşekkür ederim Nilgün Hanım. Daha önceki üç romanımda olduğu gibi Eşikteki Kadın’da da kurgu ön planda görünse de, bu kurgu karakterlerin roman dünyasında varoluşları, aralarındaki ilişkiler ve değişimleri üzerinde yükseliyor. Dolayısıyla roman yazımını diğer unsurlardan önce bir karakter yaratma işi olarak görüyorum. Bu karakterlerin gerçek dünyada da varolabilecek bir tutarlılıkta olmalarını oldukça önemsiyorum. Bu kitaba hazırlık süreci de kadın-erkek ve anne-çocuk ilişkileri üzerine yıllar boyu biriken gözlemlerimi, konuya özel araştırmalarımı ve kendi düş gücümü harmanlayarak tutarlı bir roman dünyası yaratmaya çalışarak geçti.
Kitabınızı yazarken en çok hangi kesime hitap etsin istediniz? Bu eserinizi kimler okusun istersiniz?
Her ne kadar masa başına geçtiğimde cinsiyetsiz olmaya çalışsam da, bir erkek yazar olarak kadın karakterlerin ağırlıkta olduğu ve annelik gibi fazlasıyla hassas bir konunun işlendiği bir roman yazmış olmak, itiraf edeyim ki ister istemez kadın okurların yorumlarına biraz daha fazla dikkat etmeme neden oluyor. Ama konunun bir yanıyla da aile içi dengeler üzerinden yürümesi bana bu romanın yalnızca kadın okurlara hitap etmediğini söylüyor. Benim önceki romanlarımın da gençlerden yaşlılara kadar geniş kesimlerce okunduğunu düşününce, Eşikteki Kadın’ın herkesin ilgisine eşit mesafede olduğuna inanıyorum.
Eseriniz ilişkilerin sorgulandığı bir yüzleşme romanı mı sizce?
Eşlerin aile içindeki ilişkileri ile aralarındaki güç, sorumluluk ve görev paylaşımları, kişilerin birikimleri ile hayata bakış iddialarıyla çelişme pahasına, öncelikle toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi altında şekilleniyor. Dolayısıyla, romanda yalnızca ana karakterlerin değil, sözü edilen diğer çiftlerin ilişkileri de okurun önüne ister istemez bir yüzleşme getiriyor.
Eşikteki Kadın katmanlı bir roman. Kahramanınızı ilk sayfalarda enteresan bir olayla tanımaya başlıyoruz. Bu olay pek kimsenin kolay kolay yapacağı bir eylem değil. Kahraman yılan yumurtasını tüm anaçlığıyla, özlemle alıp evine getiriyor ve olaylar başlıyor. Tabi okumamış olanlar için eserin sürprizini bozmak istemem ancak burada seçtiğiniz hayvan neden yılandı?
Yılan farklı kültürlerin mitolojilerinden dini metinlere kadar insanın dünya üzerindeki yolculuğuna eşlik etmiş bir hayvan. Tür olarak sürüngenlerle ilişkimizin kolay sindirilebilir olmayışı, daha çok korkuyla andığımız yılanı ihanet gibi kavramlarla birlikte düşünmemize de yol açmış olmalı. Açıkçası romanda öne çıkan kadın-erkek ilişkisi bir yılan üzerinden okunmaya uygun. Biraz tartışmalı olacak ama, anneliği kadının kendi yaşamına tatlı bir ihanet olarak tarif edebilecek bir bakış açısı da yok değil. Bunun yanında, sayfalar ilerledikçe yılanı bir metafor haline dönüştürüp, rahatsız edici bir figür olarak hep okurun karşısında durmasının da önüne geçmek istediğimi belirtmeliyim.
Kitabınızı derinlikli kılan unsur en yakınımız olan, eşimiz, annemiz, kardeşimizi tanıyoruz zannederken şaşırdığımız anları anlatıyor olmanız. Sizce en yakınımızı neden tanımak ve anlamakta güçlük çekeriz?
Bunun nedenlerinden biri, yakın ilişkilerimizi hem kendimizin hem de dirsek temasında olduğumuz insanların değişiminden muaf tutarak değişmez saymamız olabilir. Anne babamız ve kardeşlerimizden eşimizle olana kadar tüm bu ilişkilerin hep kafamızda sabitlediğimiz hali içinde kalacağını kabul etmek, bir kolaycılığın da sonucu bence. Yakınımızdakilerin değişimine dikkat gösterip onlarla olan ilişkimizi daha sağlıklı kılacak şekilde yenilemek, o ilişkiye emek vermek demek. Ama günümüz koşullarında zaten cepte saydığı ilişkilerine özen gösteren insan sayısı ne yazık ki pek azdır diye düşünüyorum; Bazen ayrılıkların bazen de ölümlerin peşinden getireceği pişmanlıklara rağmen.
Kahramanlarınızdan biri Suat. Teknolojinin bizi getirebileceği son nokta olan sanal ortamda çocuk yetiştirme konularıyla ilgili çalışıyor. Siz de yazılımcısınız ve başarılı çalışmalarınız var. Öncelikle bu çalışmalarınızdan bahsetmenizi ve kahramanınız Suat’la olan bağınızı sormak isterim. Suat, yazarken kaleminizi dinlemeyen bir kahraman mıydı?
Bu teknolojinin antik çağlarında bilgisayar uygulamaları tasarlamış bir yazılımcı olarak, Suat’ın dile getirdiği projeleri çok önceleri düşündüğümü söylemeliyim. Ama onunla yakınlığım fikirlerimi çalıp beceriksizce heba etmesinden öteye geçmiyor. Suat tabi ki kalemimi dinlemeyen bir karakter. Dünyayı kontrol edebileceğini zannederken küçük dükalıklarında etrafına terör estiren sayısız erkek gibi.
Kahramanlarınız başka dünyalardan gelip evlenmiş Aristokrat aileden gelen Nihal ile travmalı geçmişi olan Suat. Sizce evlilik sınıf farkını tolere edemeyen bir kurum mudur?
Bizim kuşağımız zengin kızla fakir oğlanın aşkını anlatan mutlu sonlu filmlerle büyüdü. Oysa bu aşkların kafeslendiği evlilik kurumu tam da dediğiniz gibi sınıf farkını tolere edemiyor. Dahası, öyle bir derdi de yok bence. Zaten başlı başına sınıfsal bir kurum aile. Egemen sınıfın alt sınıflar üzerindeki tahakkümünü sürdürme yollarından biri olarak, anne baba üzerinden çocuğu istediği biçimde şekillendirmekte kullandığı ideolojik bir aygıt. Romandaki karakterlerimizin arasındaki dengeler ya da dengesizlikler de bu sınıf farkı bağlamında okunabilir.
Altmışların, yetmişlerin örgütlü toplumundan iz kalmadı. Dayanışma yerine bireyselliğe dayalı yepyeni bir yaşam kültürü geliştirildi. İnsanlar hayatın anlamını çalışıp ürettiklerinde değil de neyi ne kadar tükettiklerinde arıyor artık… (s.105) diyorsunuz. Kurguyla büyük çoğunluğun düşüncesini dile getirmişsiniz. Aydın ve bir yazar olarak bu gelişim daha da ileri giderse bireyselliğin ötesinde ne olur?
Dayanışma, düzen karşısında insanın yalnızca maddi varlığını değil değerlerini de savunmak için gereksinim duyduğu bir olgu. 12 Eylül’ün en büyük başarısı örgütlü toplumu yok etmekti. Bunun bir adım ötesi, üreten insanın tüm değerleriyle birlikte iyice zayıflatılması olacaktır ki neoliberalizm yapay zeka ve robotlar aracılığıyla insanı tüm çalışma süreçlerinden dışlayarak iktidarını sonsuz hale getirmeye çalışıyor.
Sizce eşikteki kadın en çok Münevver miydi Nihal mi?
Romanda Nigar Hanım da dahil üç farklı kuşaktan kadın var. Bu üç kadına Nihal’in annesi de eklenirse, bu kadınların tümünün annelikle ilgili olarak hayat ve toplum karşısındaki duruşlarının farklı olduğu, bu doğrultudaki kararlarının da kendilerine farklı bedeller ödettiği söylenebilir. Dolayısıyla belki de tüm bu kadınlar eşiktedir.
Atalarımızla telepatik bağımız var mı? Bu konuda düşüncelerinizi merak ediyorum.
Atalarımızla tarihsel, kültürel ve genetik bağlarımız olduğu açık. Belki bu bağlar benzer durumlarda benzer adımlar atmamıza yol açıyor olabilir ama buna telepatik diyebileceğimi zannetmiyorum.
Olaylar akıp giderken hızımızı kesen -aslında benim için okurun nefes almasını sağlayan- bir anlatıcı çıkıyor karşımıza. Romanda beni muhatap alan bu anlatıcıyı çok sevsem de kimi kesimler bunu yadırgıyor. Siz, yazma sürecinizde bu seçime nasıl geldiniz? Anlatıcının romana karışması yazar için ne ifade eder?
Basılmışlardan basılmayı bekleyenlere kadar tüm romanlarımda anlatıcı kendisini bir şekilde gösteriyor. Kendileriyle konuşma şansına eriştiğim okurlarım da bu durumdan genellikle memnun. Hatta bu romanda anlatıcıdan da öteye geçerek doğrudan yazar Hasan Gören olarak okurla konuştuğum ve romanın doğası gereği okuru gerçek olduğuna ikna etmeye çalışmam gereken karakterlerimi aslında uydurduğumu söylediğim bir paragraf bile var. Açıkçası bu, üzerinde düşünerek verdiğim bir karar değil. Kendiliğinden ve benim yazma biçimime doğal olarak girmiş bir olgu. Çıkacağını da zannetmiyorum. Anlatıcının romana karışmasının, bir yabancılaşma etkisi yaratmasından tutun da, yazarı okurla yan yana getirip romana birlikte bakma gibi bir yakınlaştırıcı etkisi olduğu kanısındayım. Ben, hak etse de etmese de, sırf kapakta adı yazıyor diye kendisini okur karşısında yüksek bir mevkiye yerleştiren yazarlardan değilim.
Eserinizde kahramanlarınızın ruhsal halleri karakterlerine öyle oturmuş ki hiçbir abartılı eylem ya da cümle yok. Bu kadar dengede yazmak bir başarı. Bunu gözlemle mi yoksa okuyarak mı en çabuk nasıl kavrayabiliriz?
Bu övgünüz için ayrıca teşekkür etmek isterim. Sorunuza yanıt vermenin övgünüzü de kabul etmek anlamına geleceğini mahcubiyetle kabul ederek diyebilirim ki, bir yandan hayatı tüm boyutlarıyla gözlemleyip üzerine düşünerek, bir yandan da bolca okuyarak yazma deneyimini geliştirmek mümkün olmalı. Bir de, ki bence en önemlisi, karakterlerden olay örgüsüne kadar, toplumsal, tarihsel, psikolojik, fiziksel ve mantıksal tutarlılığın peşini hiç bırakmamalı.
Eserinizin ilerleyen sayfalarında Türk ve Dünya edebiyatından bildiğimiz birçok yazarın ve kitaplarının adı geçiyor. Bu okurla eser arasındaki boşluğu doldurmak gibi. Samimi. Bu eserler Eşikteki Kadın’a girerken kriter neydi? Nasıl seçtiniz?
Bu eserler ilgili bölümü yazdığım sırada kurulan bağlantılar yoluyla biraz da kendiliğinden romana giriyor desem yeterli olur mu?
Böylesi yoğunluklu bir roman yazmak isteyen yazar adaylarına ne söylemek istersiniz?
Bir işi yapmanın en iyi yolunun o işi çok yapmak olduğunu düşünenlerdenim. Bunun yanında, bir yazarın öncelikle edebi beğeni düzeyinin yüksek olması gerektiği kanısındayım. Bana sorarsanız bu ancak popüler değil iyi edebiyat okuyarak geliştirilebilir. Bir yazarın yapıtı hakkında başkalarının düşüncelerine başvurmadan önce kendi yazdıklarını gerçekçi bir şekilde değerlendirebilmesi, bunun için de kendisine biraz uzaktan bakabilmeyi becermesi gerekiyor.
Cevaplarınız için Edebiyat Haber adına teşekkür ederim.
Romanlarıma gösterdiğiniz ilgi için ben teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (29 Eylül 2023)