“Altı yaşındayken aşçı olmak istiyordum. Yedi yaşındayken Napolyon olmak istiyordum. O gün bu gün ihtirasım sürekli büyüyor.”
11 Mayıs 1904 günü İspanya’nın Katalonya bölgesindeki Figueres kentinin küçük bir kasabasında bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Babası Salvador Dali y Cusi ve annesi Felipa Domenech Ferres yeni doğan bebeğe dokuz ay önce ölen ilk oğullarının adını verirler. Neredeyse yarım asır önce Hollanda’nın küçük bir kasabasında doğan Vincent Van Gogh’a da bir yıl önce ölen ağabeyinin adını verdikleri gibi. Hayata ölmüş bir kardeşin adının yükünü taşıyarak başlamak, belki bu iki dahi sanatçı için sadece ortak bir kader olmakla kalmayıp ortak bir travmaya da yol açmıştır.
Salvador’un babası bölgenin ileri gelenlerinden saygın bir noterdir. Çocukluk yıllarından itibaren resim sanatına büyük bir ilgi duyan Salvador’a ilk resim derslerini aynı bölgede yaşamını sürdüren İspanya’nın ünlü empresyonistlerinden Roman Pichot verecektir. On üç yaşına geldiğinde Salvador’un karakalem çalışmalarından oluşan ilk sergisini babası kendi evlerinde açar.
“İnsanlar gizemi sever, benim resimlerimi de o nedenle seviyorlar.”
Pichot’un önerisine ve babasının tavsiyelerine uyan Salvador, yüksek öğrenim çağına geldiğinde Madrid’deki San Fernando Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolur. Aynı yıllarda kansere yenik düşen annesinin ölümüyle sarsılan Salvador, çok sevdiği teyzesiyle babasının bir yıl sonra evlenmesine ses çıkarmaz.
“Sürrealizm yıkıcıdır, ama sadece hayal gücümüzü sınırlayan prangalar olarak gördüğü şeyleri yıkar.”
Akademi yıllarında ortaya koyduğu yaratıcı eserlerle dikkati çeken genç sanatçı, açılan sergilerde yer alan resimleriyle tanınmaya başlamıştır bile. Ancak bitirme sınavına katılmayı reddeden Salvador, başına buyruk davranışları ve yönetime kafa tutması nedeniyle Akademi’den kovulur ve yirmi iki yaşında evine, Figueres’e geri döner.
“Bir resmi önceden anladıysanız, onu resmetmeseniz de olur.”
Dali o yıllarda yalnızca fotoğraflarını gördüğü kübizm örneklerinden etkilenir. Artık resimlerinde sert ve keskin unsurlar ön plana çıkmaya başlamıştır. Barselona ve Paris sergilerinde yer alan kışkırtıcı, sıradışı grafikleri onu çağdaşlarından hızla farklılaştırmaktadır. Arkadaşı sürrealist yönetmen ve senarist Luis Bunuel ile birlikte çektikleri kısa metrajlı filmdeki şiddet sahneleri, Fransa’da yaşayan İspanyol sanatçıların da dikkatini çeker.
Paris’e giden Dali, Barselonalı Joan Miro’nun yardımıyla kendisinden yirmi yaş kadar büyük olan ünlü ressam Pablo Picasso ile tanışır. Ününün zirvesindeki Picasso’nun Dali’yi övgüye değer bulmasıyla sanatçının önündeki tüm kapılar artık ardına kadar açılmıştır. Çok geçmeden Paris’de yaşayan gerçeküstücülerle bir araya gelen Dali, ekibin lideri Andre Breton’la da yakın arkadaş olur.
“Tuvalimde beliren görüntülerin şaşırttığı ve çoğu kez dehşete düşürdüğü ilk kişi benim.”
Bir yandan da Freud okuyan, bilinçaltı kavramına ve rüyaların gizemine vurgu yapmak isteyen Dali, fırçasını kullanırken Rönesans dönemi sanatçılarından Rafael, Hollandalı Barok ressam Vermeer ve kendisi gibi İspanyol bir sanatçı olan Velazquez’in tekniklerinden yararlanmaktadır. 1931 yılında çalıştığı “The Persistence of Memory –Belleğin Azmi” adlı tablo Dali’nin klasiklerinden biridir.
Salvador Dali’nin hayatı 1929 yılında Paris’te Gala ile tanışmasıyla tamamen değişecek, yepyeni bir heyecanla bambaşka bir yola girecektir. Kazan doğumlu, gençlik yıllarını Moskova’da geçirmiş, kendisinden on yaş büyük bu mülteci Rus kadın, şair Paul Eluard ile evlidir. Birbirlerine tutkulu bir aşkla bağlanan Dali ve Gala önlerindeki tüm engellere, hatta Dali’nin babasının karşı çıkmasına rağmen birlikte yaşamaya başlarlar. Gala kısa bir süre sonra Eluard’dan boşanıp Dali’nin ilham perisi, sevgilisi, modeli ve menajeri olacaktır. Çılgın aşıklar 1934 yılında evlenirler.
“Başarının termometresi yalnızca hoşnutsuzların kıskançlığıdır.”
Bu arada Dali, Paris’teki gerçeküstücü sanatçıların lideri Andre Breton tarafından İspanya iç savaşında Franco’yu tutması yani faşizmi desteklemesi, sürekli öne çıkma çabaları, açgözlülüğü ve maddi ihtirası nedeniyle aforoz edilir. Artık tek başınadır. Sanat dünyasındaki rotasını kendi başına ve karısı Gala’nın yönlendirmesine uygun olarak yeniden çizecektir.
“İnsanların benim şaka mı yaptığımı yoksa ciddi mi olduğumu bilmesi gerekmez, tıpkı bunu benim bilmemin de gerekmeyişi gibi.”
Dali, Picasso’dan aldığı borç parayla 1933 yılında sevgilisiyle birlikte Amerika’ya gider. Gerçeküstü sanatının en önde gelen temsilcisi olarak kendini kabul ettiren ve gerektiğinde bir palyaço gibi davranmaktan çekinmeyen Dali artık New York jet sosyetesinin vazgeçilmezlerinden biri olmuştur. Helena Rubinstein ve Coco Chanel gibi ünlülerle yakın dost olur. Alfred Hitchcock ile Walt Disney stüdyolarında film çevirir.
“Picasso bir komünisttir. Ne de ben öyleyim!”
Amerika’da bulunduğu sıralarda parlak frapan bıyıkları; kimi zaman komünist, kimi zaman anarşist, kimi zaman monarşist görüşleri ile ele avuca sığmaz bir çılgın dahi olarak ilgi görmeye devam eden Dali’nin eserleri artık New York Modern Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın vahşetinden kaçıp Amerika’ya sığınmış olan Dali çifti 1949 yılında İspanya’ya geri döner ve Katalonya’ya yerleşir.
“Mükemmellikten korkmayın; ona asla erişemeyeceksiniz.”
Zaman içinde ilgi alanlarını sürekli değiştiren Dali, Freud’un bilinçaltı fantezilerinden sonra bilime, dine ve Einstein’ın izafiyet teorisine de ilgi duymaya başlamıştır. Einstein’in “zaman sabit değil görecelidir” sözlerinden ilham alan Dali bu etkilenişin bir yansıması olarak, eğilip bükülen, dallardan sarkan saat figürlerini sıkça kullanmaya başlamıştır. 1954 yılında tamamladığı “The Disintegration of the Persistence of Memory – Belleğin Azminin Dağılışı” adlı eseri en çarpıcı başyapıtlarından biridir.
Akdeniz’in güneşi, engin denizin duru laciverdi, Dali’yi doğduğu topraklara tümüyle bağlamıştır. Zaman zaman Paris’e ya da New York’a gitse de kısa bir süre sonra Katalonya’ya, kendi ülkesine geri dönmektedir. İspanyolca, Katalanca ve İngilizce bilmesine rağmen, çocukluğunda öğrendiği Fransızcayı resmi dili ilan etmiştir. Tüm yazışmalarını Fransızca yapmayı, önemli şahsiyetlerle karşılaştığında Fransızca konuşmayı tercih etmektedir.
Bir yandan doğduğu kentte, Figueres’te bir Dali Tiyatro Salonu ve Sergisi açmaya hazırlanırken, bir yandan da resim sanatındaki başarısını heykeltıraşlık, grafik yaratım ve tasarım alanlarındaki eserleriyle devam ettirmektedir.
“Bir deli ile benim aramda yalnızca tek bir fark var. Deli kendini akıllı sanır. Bense deli olduğumu biliyorum.”
İngiliz yazar George Orwell, Dali için “Kişi zihninde aynı anda iki gerçeği yaşatabilmelidir, birincisi Dali’nin usta çizerliği diğer ise iğrenç bir insan olması. Biri diğerini geçersiz kılmaz” demiştir. Zaten Dali hakkında söz söylemeyen, bir görüş belirtmeyen ünlü sayısı yok denecek kadar azdır. Hakkında onlarca kitap yazılmış, binlerce yorum yapılmıştır. Dali, Amerika’dayken “The Secret Life of Salvador Dali – Saklı Yıllar” adında bir otobiyografi yayınlar. Time dergisi eseri, delice bir fantezi cangılı, göbek hoplatan esprileri, narsisist, sadist itiraflarıyla yılın kitaplarından biri olarak tanımlarken, başka kesimlerden de kitaba farklı yorumlar gelmiştir.
“Her sabah uyandığımda yeniden muazzam bir haz yaşarım; Salvador Dali olmanın hazzını.”
En ünlü eserlerinden biri olan “Discovery of America- Amerika’nın Keşfi”ni 1959 yılında tamamlayan çılgın dahi 1980’den sonra ellerinde oluşan titremeye bir çare bulamayınca resim yapmaya son vermek zorunda kalır.
Biri Amerika’nın Florida eyaletinde, diğer doğduğu kent Figueres’de, daha hayattayken adına iki müze kurulan Dali, “Önce Gala ve Ben. Sonra Ben. Sonra diğerleri, Gala ve Ben” diyecek kadar bağlandığı eşinden 1965 yılında ayrılır. Gala, Dali’nin menajerliğine devam etse de artık farklı yerlerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Buna rağmen Dali ayrıldığı eşi için bir şato inşa ettirmiş, yazılı bir davet almadan onu ziyaret etmeyeceğine dair verdiği sözü tutmaya da özen göstermiştir.
1982 yılında Gala’nın ölümüyle yaşama sevincini kaybeden Dali, 23 Ocak 1989 günü ardında bin beş yüzden fazla eser ve milyonlarca hayran bırakarak hayata gözlerini yumar. Kendi ifadesiyle, etkisinin sırrı daima sır olarak kalmış olmasıdır.
“Ey Salvador, artık gerçeği biliyorsun; dahi rolü yaparsan dahi olursun.”
Hasan Saraç – edebiyathaber.net (02 Mayıs 2012)