“İster doktorun size kanser olduğunuzu söylemesi, ister bir telefon muzipliği olsun, hayatınızda size nedeni anlaşılmaz gelen bir şeyle başa çıkmak zorunda kaldığınız bir noktaya mutlaka gelirsiniz. Bu durumda, ister hayaletlerden veya vampirlerden, ister sokağın aşağısında yaşayan Nazi savaş suçlularından söz ediyor olalım, hep aynı şeyden, yani olağan hayatın içine olağanüstü bir şeyin izinsiz girmesinden ve onunla nasıl başa çıkacağımızdan konuşuyoruz demektir. Bunun hem bizim karakterimiz, hem de başkalarıyla ve içinde yaşadığımız toplumla etkileşimimiz hakkında ortaya koyduğu şeyler beni canavarlar, hortlaklar ve hayaletlerden çok daha fazla ilgilendiriyor.”
Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeydoğusundaki Maine Eyaletinin Portland kentinde, 21 Eylül 1947 günü bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Bir satıcı olan Donald ve karısı Nelli Ruth yeni doğan oğullarına Stephen adını koyarlar. Stephen henüz yürümeye yeni başlamışken, babası Donald hiç haber vermeden ve geride en ufak bir iz bırakmadan ailesini terk edecektir. Dört yaşındaki David ve küçük kardeşi Stephen ile ortada kalan Ruth’u zorlu bir yaşam beklemektedir. Indiana ve Connecticut’da bir süre dolandıktan sonra üçü birlikte Maine’e geri dönerler.
Anne Ruth ailesini geçindirebilmek için kimi zaman günde iki vardiya çalışmak zorundadır. Mutfaklarda bulaşık yıkar, garsonluk ve bakıcılık yapar. Bulduğu her işte çalışır Ruth. Bu güç koşullar altında ilköğrenimini ve ardından liseyi başarıyla tamamlayan Stephen, Maine Üniversitesi İngilizce bölümünden 1970 yılında mezun olur.
“Eğer bir şey yazdıysanız ve birisi onun için size bir çek gönderdiyse, siz de o çeki bozdurduysanız ve karşılıksız çıkmadıysa ve sonra o parayla elektrik faturanızı ödediyseniz, sizi yetenekli addederim.”
Daha çocuk yaşlarda arkadaşlarına çizgi romanlardan türettiği öyküleri anlatmaya başlayan Stephen, lise yıllarında yazmaya ve okumaya kıtlıktan çıkmış gibi bir iştahla, dört elle sarılır. İlk olarak on sekiz yaşındayken bir hikâyesi yayınlanan Stephen, ilk parasını ise yirmi yaşındayken bir dergiye sattığı “Glass Floor – Cam Zemin” adlı kısa öyküsünden kazanacaktır.
Stephen henüz çocuk yaşlardayken, bir gün eve gözleri donuklaşmış, dili tutulmuş halde gelir. Neler olduğunu bile anlatacak hali yoktur. Bir süre geçtikten sonra yakın bir arkadaşının tren altında kaldığı ve Stephen’in gözleri önünde öldüğü anlaşılır. Daha sonraki yıllarda, eserlerindeki şiddet, korku ve gerilim öğelerinin bu olayla ilintisi tartışılsa da yazarın kendisi bu konuda yorum yapmayı reddedecektir.
“Bana ‘Nasıl yazıyorsun?’ diye sorduklarında her zaman ‘bir defada bir kelime’ diye cevap veririm ve bu cevap hiç kabul görmez. Oysa hepsi bundan ibarettir. Fazlasıyla basit gibi geliyor, ama Çin Seddi’ni düşünün mesela: Bir defada bir taş, değil mi? Hepsi bu. Bir defada bir taş. Ama o piç kurusunu uzaydan teleskopsuz görebildiğinizi okumuştum bir yerde.”
Üniversite yıllarında kütüphanede çalışırken tanıştığı zeki bakışlı, çapkın gülüşlü, güzel bacaklı sarışın kıza delice aşık olan Stephen, Tabitha Spruce ile 1971 yılında evlenir. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra bir süre iş arayan Stephen, en nihayet Hampten Akademi’de İngilizce öğretmenliğine başlar. Bir yandan da geceleri, hafta sonları, yemek araları, nefes alıp verdiği her boş anında yazmaya devam etmektedir.
Genç yazar kısa öykülerle başladığı yazarlık hayatına “Carrie” adlı ilk romanıyla devam eder. Bu eserin bir yayınevi tarafından kabul edilmesiyle birlikte hayatının tek kalemde en büyük rakamını, 2500 doları avans olarak alan Stephen, artık ilk romanından yirmi-otuz bin dolar kazanmanın hayallerini kurmaktadır. Bir gün ders verdiği okuldan eve geldiğinde telefonu çalar. Yayıncısı, ilk romanın telif haklarının Doubleday tarafından dört yüz bin dolara satın alındığını ve genç yazarın iki yüz bin dolar kazandığını müjdelemektedir. Çıplak ayak dışarı fırlayan Stephen karısını bulmak için bir saat oradan oraya koşar ve eli boş eve döndüğünde Tabitha’yı mutfakta bulur. Haberi öğrenen karısı bir süre şaşkın şaşkın etrafa bakınıp öylece ayakta dikildikten sonra kocasının boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başlayacaktır.
“Yetenek sofra tuzundan ucuzdur. Başarılı bireyi yetenekli olandan ayıran, alabildiğine sıkı bir çalışmadır.”
Artık profesyonel bir yazar olmak isteyen Stephen öğretmenliği bırakır ve tüm zamanını tutkun olduğu tek işe, yazmaya ayırır. Tam da o günlerde, Stephen’in annesi Ruth geçirdiği zorlu hayatın bedelini genç yaşta dünyaya veda ederek ödeyecek, ilk romanıyla gurur duyduğu oğlu Stephen ise cenaze töreninde alkolü fazla kaçırdığı için konuşamayacaktır.
Stephen King için içki ve müzik eşliğinde korku ve gerilim yüklü vahşi senaryolar kurgulama yılları başlamıştır. 1985 yılından itibaren alkol bağımlılığına, uyarıcı haplar ve kokain de eklenir. Kafası dumanlı, hayattan adeta kopmuş bu çılgın yazar, okurlarını dehşet içinde koltuklarına mıhlayan romanlarını peş peşe üretmektedir.
“Tasvir yazarın hayalinde başlar ama okurun hayalinde bitmesi gerekir.”
1990 yılında gelindiğinde geride düzinelerce roman, milyonlarca dolar para ve harabeye dönmüş bir beden kalmıştır. En sonunda karısının kararlı tavrı ve ısrarıyla önce kokaini, ardından uyuşturucu hapları ve nihayet alkolü hayatından silip atan King, kısa bir depresyon döneminin ardından yeniden yazmaya koyulur. Eserleri kapış kapış satılmakta, ancak kendisi akademik çevrelerce bir türlü yazar olarak kabul edilmemektedir. Bu mücadele sürüp gider.
Yıllar geçer, gençliğinde King’i okuyarak büyüyen yazarlar artık edebiyat dünyasının yeni sesleridir. Hayal güçlerinin olgunlaşmasına katkıda bulunan yazara olan gönül borçlarını, onu layık olduğu konuma oturtarak ödeyeceklerdir.
“İyi kitaplar bütün sırlarını bir çırpıda ele vermez.”
Tanınmamış bir isimle kendini yeniden sınamak için mi, yoksa bir yıl içinde birden çok eserinin yayınlanmasına karşı çıkan kitapevlerini tuzağa düşürmek için mi bilinmez, King 1977-1984 yılları arasında Richard Bachmann mahlası ile beş roman daha yayınlar. Dikkatli bir kütüphanecinin bu sırrı ifşa etmesi üzerine önce Bachmann’ın aniden öldüğüne dair gazetelerde bir haber çıkarılacak ve nihayet King’in “The Dark Half” adlı romanını Richard Bachmann’a ithaf etmesiyle bu proje sona erecektir.
“İyi olmak kötü olmaktan daha iyidir ama iyiliğe müthiş bir bedel ödeyerek ulaşırsınız.”
Düzenli bir hayata kavuştuğu, ailesiyle barıştığı, sporu ihmal etmediği bir dönemde, 1999 yılının 19 Haziran günü, yazdığı onca gerilim ve korku hikâyesine nazire yaparcasına, yolda koşu yaparken dikkatsiz bir sürücünün arkadan çarpması sonucu ölümle burun buruna gelir. On gün içinde beş ameliyat geçiren, beş ay boyunca modern işkence olarak nitelendirdiği fizik tedavi seanslarına maruz kalan inatçı yazar, doktorları bile şaşırtan bir mucizeyle çok geçmeden tekrar yürümeye başlayacaktır.
“Yazmak hayatın kendisi değildir ama bazen hayata dönüşün bir yolu olabilir.”
Geçirdiği bu ağır travmanın yazarlık hayatına etkileri ne olacak diye merak edilirken, King yeniden bilgisayarının başına geçer. 2000 yılına gelindiğinde On Writing – Yazma Sanatı adlı eseriyle hayat hikâyesini, yazarlık hayatının iniş çıkışlarını, etkili bir yazar olabilmenin ipuçlarını, geçirdiği o korkunç kazayı ve sonrasında yaşadıklarını okurlarıyla paylaşan King, sade anlatımı, içtenliği ve alçak gönüllülüğü ile ününü bir kez daha pekiştirecektir.
Bir yazar olarak farklı kategorilerde kazandığı düzinelerce ödüle, 2003 yılında National Book Awards Yaşam Boyu Başarı Ödülü eklenir. Yazdıkları kimi akademik çevrelerce küçümsenmeye devam etse de, King’in edebiyat dünyasına olan katkısı geri dönülmez bir şekilde tescil edilmiştir artık.
“Fikirlerimi her yerden alırım. Ama onların tümü bazen tek bir şeyi görmekten ibaret kalabilir, birçok durumda ise iki şeyi görme, onları yeni ve ilginç bir şekilde birleştirme ve ‘Peki ya şöyle olsa?’ sorusunu ekleme noktasına gelir. Kilit soru her zaman ‘Peki ya şöyle olsa’ sorusudur.”
Bu güne kadar yaşamına 49 roman, 9 öykü kitabı, 11 senaryo ve On Writing adlı otobiyografik eserini sığdıran King, gençlik yıllarından beri müziğe de ilgi duymuştur. Amatör orkestralarda zaman zaman gitar çalan King’in, pek çok eserini sonuna kadar açılmış bir hoparlörden yükselen bir müzik eşliğinde yazdığı bilinmektedir.
“Kurmaca, yalanın içindeki gerçektir.”
Başta The Mist – Sis, Pet Sematary – Hayvan Mezarlığı, Misery – Sadist, The Green Mile – Yeşil Yol olmak üzere on beş farklı eseri sinemaya uyarlanan King’in ölümle yüzleştiği o kazadan sonra yayınlanan on eseri daha bulunmaktadır. Bunlardan biri de 2006 yılında okurlarıyla buluşan, cep telefonlarıyla konuştuktan sonra birer zombiye dönüşen ve her önüne çıkanı şuursuzca öldüren insanların saldığı dehşeti kurgulayan Cell – Cep adlı romanıdır. 2011 yılında yayınlanan ve John F. Kennedy suikastını önlemeye çalışan bir zaman gezgininin hikâyesini anlatan 11/22/63 adlı eseri King’in gerektiğinde bir eseri yazmadan önce ne kadar detaylı bir araştırma yapabildiğinin ve bilim kurgu dünyasında da nasıl söz sahibi olabileceğinin bir kanıtıdır.
“Safların inancı, yalancının en yararlı aracıdır.”
Stephen King, kendisi de bir yazar olan ve yayınlanmış dokuz romanı bulunan kırk bir yıllık hayat arkadaşı Tabitha King ile birlikte halen Maine eyaletindeki evlerinde sürdürüyor hayatını. Yazlarını Florida’daki evlerinde geçiren çiftin üç evlatları ve üç torunları bulunuyor. King çifti yazar olmak isteyen gençlere burslar veriyor, Stephen King ise edebiyat dünyasında bir yer edinmeye çalışan yeni yazarlara destek olmaya devam ediyor.
Eserlerinin satışı bugüne dek 350 milyonu aşan King’in hayata bakışı belki de şu vurucu sözlerde yansıyor:
“Sadece düşmanlar gerçeği söyler; dostlar ve sevgililer, görev ağına yakalanmış olarak, sürekli yalan söyler.”
Kim bilir?
Hasan Saraç- edebiyathaber.net (28 Mart 2012)