Hasan Saraç’ın yeni romanı “Turabdin’e Dönüş” Postiga etiketiyle yayımlandı.
Yazar, kitabın yazılış sürecini Edebiyat Haber’e anlattı:
Daha önceleri iki kez Mardin ve Midyat’ı ziyaret etmiş, tarihi mekânların güzelliğine, Süryani mimarisinin dokusuna, ince işçiliğine hayran kalmıştım. Gezdiğim Süryani kiliseleri, Batı’da gördüğüm Katolik örneklerinden daha çok ilgimi çekmiş, dört bin yıldır Mezopotamya topraklarında yaşayan Arami ırkının günümüzdeki temsilcileriyle ilk defa bu şekilde tanışmıştım. Kuzey Mezopotamya’da birbiri ardına kurulmuş olan on altı asırlık Hristiyan Manastırları ve oralarda yaşayan din görevlileri nedeniyle bu bölgeye Turabdin, yani “Tanrı hizmetkârları dağı” adı verildiğini ise çok sonra öğrenecektim.
Bir süredir, kızına olan sevgisinden güç alarak hayatının son demlerinde ölüme meydan okuyan cesur bir kadının mücadelesini konu alan bir roman yazmayı düşünüyordum. Süryani işçiliğinin ruhunu bu romana yansıtmayı hayal ettim. Umarım kişilerin, olayların, duyguların derinlerinde gizlenen o ruhun varlığını okurlarım da hisseder.
Öyleyse bu aynı zamanda bir Süryani romanı olacaktı. Artık yola çıkılmıştı bir kere, dönüşü olamazdı.
Cemaatin önde gelen temsilcilerinden birinin yardımıyla edindiğim Süryaniler hakkında yazılmış on beş eseri okumak neredeyse dört ayımı aldı. Sonra da, okurken çıkardığım notlar ve zihnimde beliren soru işaretleriyle birlikte iz sürmeye koyuldum. Mardin ve Midyat’ı bu kez çok daha bilinçli bir şekilde, uzunca bir süre o coğrafyada kalarak yeniden gezdim. Pek çok Süryani vatandaşımızla teke tek sohbet etme fırsatı buldum. Dünyaca ünlü Mor Gabriel Manastırı’nı bir rehber eşliğinde gezdim, yöneticileriyle görüştüm. Mardin’in Kırklar Kilisesi’nde Papaz Gabriel Akyüz ile uzun sohbetlerimiz oldu. Süryani kadınlarından eski yaşam tarzları ve geleneksel mutfakları hakkında bilgi aldım. Bu sürecin sonunda da, halen ülkemizde yaşayan on altı bin kadar Süryaninin günlük hayatını, tarihini, dinini, geleneklerini, aslına sadık kalmaya özen göstererek romanımın farklı bölümlerinde, olayların akışı içinde aktarmaya çalıştım.
Bir Süryani annenin Nusaybin’in Marbobo köyünde başlayıp Midyat’ta devam eden çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra bir darbeyle karışık meçhul bir nedenle sekteye uğrayan üniversite eğitiminin ardından İsveç’te geçen ve karanlık bir sırla gölgelenen yaşamını konu alıyor bu roman.
Gün geliyor, doğup büyüdüğü topraklara, Turabdin’e dönüyor Meryem. Genç yaşta ayrı düştüğü ikiz kardeşi Aziz’le yeniden buluşuyor. Ama nasıl?
Meryem’in, İsveç’te yaşarken özlemini çektiği biricik kızına, yani kendisi gibi ODTÜ’de okuyan Besma’ya içini döktüğü mavi ve sarı defterlerle birlikte, ruhunu esir alan o karanlık sırrın kilidi sayfa sayfa açılıyor:
Dün bitmişti, artık saatler bir sonraki günü gösteriyordu.
Ve bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Asla!
Ne o gün, ne ertesi gün… Hiçbir zaman…
edebiyathaber.net (11 Kasım 2016)