Söyleşi: Deniz Sessiz
Hatice Demir’in son romanı Günlerden Bir Gün geçtiğimiz günlerde Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlandı. Yazarlar son romanı hakkında konuştuk.
Günlerden Bir Gün, Akasyalı Meydanın Çocukları’ndan sonra yayımlanan ikinci romanınız. İki romanınızın ana temasını “doğa/çevre” ve “köy yaşamı” oluşturuyor. Bu iki temayı seçmenizin özel sebebi/sebepleri nelerdir?
Babam öğretmendi ve ilk çocukluk dönemim bir köy okulunun bahçesindeki lojmanda geçti. Çocukluğuma duyduğum özlem, mekân olarak köy yaşamını ve doğayı ön plana çıkarıyor. Bununla birlikte bir öğretmen olarak çocukların içinde bulunduğumuz dünyada, doğadan ve “yakınlıktan” bu kadar uzak büyümeleri beni üzüyor. Başka seçenekleri de görmelerini istiyorum.
Umut, çok erken yaşta anne kaybı yaşamış, daha sonra da babasının ölümüne de tanıklık etmiş bir çocuk. Tüm bu yaşananların duygusal yükü ona çok ağır geliyor. Çocukların büyüme evresinde ölümle, yas süreciyle tanışmadan büyüyeceğini düşündüğümüz pembe bir dünyanın içinde yaşıyorduk/yaşıyoruz esasında. Bu zamana kadar tabu olarak görülen bu konu ve süreç hakkında bir eğitimci ve yazar olarak siz neler söylemek istersiniz?
Çocuklar yaşamı bir bütün olarak kucaklayabilsinler, olumsuzlukların içinden güzellikle geçebilsinler istiyorsak çocuklarla şunu konuşalım, bunu konuşmayalım bakış açısını bir kenara bırakmamız gerekiyor. Çocuklar da bizimle birlikte bu dünyada yaşıyor. Ölüm ve kayıp da yaşam ve mutluluk kadar bu hayatın bir parçası. Öğretmenlik yaptığım süreçte annesini, babasını, yakınlarını kaybeden birçok öğrencim oldu. Güneş’in duygularına benzer duyguları onların da yaşadığını gördüm. Biz onlarla konuşmadığımızda ölüm bir yere gitmiyor. Dedemi kaybettiğim dönemde Günlerden Bir Gün gibi bir kitaba rastlamak bana iyi gelebilirdi. Kaçındığımız şeyleri önce görmek, sonra onları kabul etmek, iyileşmek için çok önemli.
Son romanınız Günlerden Bir Gün aslında dede – torun ikilisi etrafında gelişse de Gün’ün varlığıyla dede – torun – kuş üçgenine dönüyor. Bu üçgende her şeye rağmen umudun korunduğunu, her fırsatta da hatırlatıldığını görüyoruz. Bir yazar olarak umudu romana, üstelik böyle bir konu üzerinden, nakış gibi işlemek üzerine neler söylemek istersiniz?
İki kitabımı da okuduğunuz için fark etmişsinizdir; kitaplarımda farklı karakterler, farklı duygular bir arada yaşıyor. Biri diğerinden daha iyi ya da daha kötü değil. Hepsi bu hayatın bir parçası. Zaten ölüm de umut da aynı anda var. Birini yaşadığımızda diğeri kaybolmuyor, biz sadece birini görmeyi seçiyoruz. İşte ilk sorunun cevabında bahsettiğim “yaşamı bir bütün olarak kucaklamak” bu. Gözlerimizi ve kalbimizi kapatmadan yaşamak…
Güneş’in, dedesiyle olan iletişimi oldukça kuvvetli. Hatta görüyoruz ki anne ve babasından daha çok dedesi yer kaplıyor hayatında. İletişimin oldukça zayıf kaldığı bu dönemde nesillerarası iletişim hakkında siz neler söylemek istersiniz?
İlk kitabımda yer alan Mustafa Amca karakteri yalnız bir karakterdi ve çocuklar onunla iletişime geçtikçe onlar için yepyeni pencereler açıldı. Bu iletişim Mustafa Amca’nın da yalnızlığını azalttı. Günlerden Bir Gün’de de köydeki tüm çocuklar Kâmil Dede’nin ölümüne üzüldü çünkü Kâmil Dede onlar için zaman ayıran, hayatı kolaylaştıran, sevgi gösteren bir kişiydi. Yaşlılardan öğreneceğimiz çok şey var. Günümüz dünyasında onların da bizden destek alabilecekleri çok şey var. Çocuklarla daha çok zaman geçirmelerini sağlamak onlara iyi gelebilir. Geçtiğimiz dönem öğrencilerimiz bir huzurevini ziyaret edip onlarla birlikte kutu oyunu oynadılar. Dönüşte huzurevi sakinleri çocukları uğurlarken üzüntü duymuşlar. Çocukların onları her hafta ziyaret etmelerini istemişler. Çocuklar için de yaşlılar için de bunun gibi fırsatların önemli olduğunu düşünüyorum.
Romanda yer yer gerçek anılarınıza değindiğinizi okuyoruz. Hatta romanı okurken Güneş’in siz olduğunuzu düşünmeden de edemedim. Anılarınız, büyüdüğünüz ortam ve çevre bu kitabınızı ne kadar etkiledi?
Kitap aslında tamamen kendi çocukluğumdan besleniyor. Dedem ve anneannem ince ruhlu, sevgi dolu insanlardı. Dedem felç geçirdi ve yaklaşık iki yıl bir divanda yaşadı. Pencereden portakal ağacıyla konuşur, bazen ağlardı. Okulun bahçesinde gül reçeli yapmamız, mantar avına çıkmamız, ormana yumurtlayan tavuğumuz gerçekti. Annem hala beni “Güneşim” diye seviyor. İncelikli bir yaşamınız varsa, çevreniz böyle insanlarla donatılmışsa, uzun uzun kurgu yapmanız da gerekmiyor. Çok şanslıyım ki onlar benim için kitaptaki bu yaşamı yarattılar.
edebiyathaber.net (17 Nisan 2024)