Hatice Günday Şahman’ın ikinci öykü kitabı “Yarım Kalmasın” (h2o Kitap) Mart 2024’te okuyucuyla buluştu. Kitabın epigrafında Fernando Pessoa’dan bir alıntı yer alıyor: “Sayısız insan yaşar içimizde / hissetsem de düşünsem de bilemem / kim düşünür içimde kim hisseder/ Düşünceler ya da hisler için /yalnızca sahneyim ben / Ruhsa, birden fazla var bende / B e n’ se benden daha fazlası”
Bireysel olandan toplumsala uzanan, günlük hayat içinde her gün karşılaşabileceğimiz insanlık hallerini yansıtan kitapta on iki öykü var. Çeşitli kesimlerden insanların yaşadığı zorluklara, kendi içsel çatışmalarına denk geliyoruz okurken. Aynı zamanda okura düşünme ve tartışma fırsatı da sunuyor yazar. Bunları yaparken ne anlattığı kadar nasıl anlattığını da önemsiyor.
Yarım Kalmasın Hiçbir Öykü ile başlıyor kitap. Aynı zamanda en son öyküye de bir dayanak oluşturuyor bu ilk öykü. Yazar öyküler arası yaptığı bu geçişle bir üst kurmacaya ulaşırken konu bütünlüğünü de elden bırakmıyor. Böylece postmodern nitelikte sayılabilecek bir kitap ortaya çıkıyor. Özellikle Yunan Mitolojisini bu öyküde olduğu gibi günlük hayatın içine alan yazar, okuyucuya yaptığı küçük açıklamalarla öykü ortamından koparmadan neden o mitolojik kahramanı / motifi seçtiğini de açıklıyor.
Tabelasında Terzi Mediha yazan ama daha çok giysi tadilatı işi yapan bir kadınla başlıyor ilk öykü. Mediha, okumayı seven biridir. Binbir Gece Masalları’nı tekrar tekrar okur. Yazarın bu masalları seçmesinin nedeni, masaldaki Şehrazat’ın yaşadığı zorlukları karakterin içselleştirdiği kendi hayatından çıkışa bir umut olarak görme çabası olabilir. Terzi Mediha da geçimini emeğiyle zor şartlarda sağlayan bir kadındır. Tadilat dükkânının bitişiğinde ise sahaf Mutahhar Amcanın yeri vardır. Ödünç kitaplar aldığı esnaf komşusudur onun. Bir gün Mutahhar Amca onu yanına çağırır ve bir adamla karısının hikâyesinin anlatıldığı öyküler verir. Orada anlatılanlar aşktır, fedakârlıktır. Mediha bunlardan çok etkilenir. Sonra tanıdığı erkekler gelir aklına. Babasının şişeleri, müşterilerinin kocaları, sevgilileri. Gelincik adlı kadının parça parça öykülerini bir araya getirme arzusu duyar. Onlarla yollarının kesişmesinin mutlaka bir nedeni olduğunu düşünür. Öyküleri derleyip toparlamaya karar verir. Amacı Gelincik’in son arzusunu yerine getirmektir. Aslında derleyip toparlamak istediği kendi hayatıdır Mediha’nın. Dükkânı ile evi arasında gidip gelmelerine bir çıkıştır, bu okudukları. Bunları yaparken tekdüze yaşamı değişmeye başlamıştır bile. Şehrazat’ın hayatta kalmak için her gece okuduğu masallar nasılsa Mediha da bu öykülerle hayatta kalacaktır. Gelincik adı mitolojide çeşitli anlamlara gelmektedir. Demeter’e bereket ve tarımın tanrıçasına adanmıştır Gelincik. Yunan Mitolojisinde bu tanrıçanın sembolü, doğurganlık, bereket ve yaşam döngüsü ile ilişkilendirilir. Mediha’ya dönersek gündelik hayatın bir parçası olmuştur artık bu öyküler ve adı geçen Gelincik. Kendi hayatına da sanki bir can suyudur okudukları. Konunun can alıcı noktasıdır burası. Gelincik’in eşyalarının satıldığı eskiciye gider. Onun satılan eşyalarından kadehleri ve mumlukları alır. Öyküde değişim böylece nesnelleşmiş de olur. Bu değişim daha sonra kıyafetle devam edecektir.
Terzi Mediha, tadilat yapılacağı giysiyi yapmadan önce nasıl sökerse sayfaları da bir bir söküp ayırır cildinden. Böylece öyküde çözüm başlamıştır. Hepsini yayar evde, dükkânda boş bulduğu yerlere. Yazarın tadilat metoforu ile öyküleri yeniden düzenlemesi oldukça paralellik göstermektedir. Birleştirebildiği öyküleri tek tek kâğıda geçirirler sahaf Mutahhar Amcası ile birlikte. Sonra tamamlananları yayınevine götürür sahaf. Anı ya da günlük olduğunu düşündüğü kısımları koymaz kitaba. “Mutahhar” isim olarak temizlenmiş, arındırılmış, kutsanmış anlamındadır. Sahafın iyi niyetli, doğru ve dürüst bir insan oluşunu yazar adıyla da tasdiklemiştir öyküde.
Sahafın yayınevinden umutlu dönmeyişi Mediha’nın umudunu bitirmez, onu farklı bir yol bulmaya iter. Gelincik’in öykülerini renkli kâğıtlara tekrar tekrar yazıp istasyonlarda dağıtmaya karar verir. Nar çiçeği rengi fuları da boynundadır. “Nar Çiçeği” imgesi yine mitolojik öğelerden biridir. Yunan Mitolojisi, Hint Mitolojisi, Pers Mitolojisi ve İslam Mitolojisinde güçlü bir yeri vardır nar çiçeğinin. Bereketin, yaşamın sembolüdür. Yazar burada yalnızlığı zıtlık öğesiyle vermiştir. Mutlu kadın Gelincik ile kendi yalnızlığını bilinçaltında karşılaştırmıştır Mediha. Onun gibi giyinip onun öykülerini dağıtmak istemesi ona benzeme isteği olarak da görülebilir. Yazar tadilat ve kumaşlar üzerinden mitolojik öğeleri birleştirerek çarpıcı bir biçimde konunun aktarılmasını sağlamıştır. Bu öykü bir yazarın neyi anlattığı kadar nasıl anlattığına da güzel bir örnektir. Hatice Günday Şahman bunu başarıyla yapmıştır.
Kitabın ikinci öyküsü Düğüm. Kara bir düşle uyanıyor Hayriye. Ceyda adında bir kızı bir de Sumru vardır öyküde. Duyduklarına kıt aklının yetmediğini biliyordur Hayriye. Kızının tercihidir onun hayallerini yıkan, yarım bırakan. Sonra evden gidiş. Fakat bu bildiğimiz gitmelere pek benzemiyordur. Bir evladın annesine “Ben senin hayal ettiğin kızın değilim anne,” sözleri annesini olduğu gibi okuru da derinden etkiliyor.
Düğümöyküsü, Kaos GL Derneği 17. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda birinci olmuştur. Günday Şahman’ın sosyal hayatta pek de cesaret edilemeyen ancak hayatın içinde yaşanan olayları öyküleştirmeyi ilk öykü kitabı “Kırmızı Etek”’ten -Ayizi Yayınları 2017- bu yana başarıyla sürdürdüğü görülmektedir. Düğüm’de yazar, yaşamdan kopan değil, hayatta yolunu değiştiren bir evladın öyküsünü anlatıyor.
Kuş Balık Oldu adlı öykü, annesi melek olmuş -su meleği- bir çocuğun öyküsü. Adı Nazif’tir bu çocuğun. Onun bir de Seyhan öğretmeni vardır. İş makinelerinin dereye verileceği zararı önlemeye çalışan köylüler öykünün izleğini oluşturuyor. Bu zorlu mücadelenin yenik düşeni küçük Nazif oluyor. Ölümü de tıpkı doğuşu gibi acıklıdır Nazif’in. Derenin onu sarıp sarmalaması, diğer canlara karışması okuru da adeta alıp götürüyor.
Yazar, bu öyküde doğanın katledilmesine vurgu yaparken Nazif karakterini başarıyla kurguluyor. Onun hayatı nasıl acıyla başlamışsa öyle de son buluyor.
Seyhan öğretmenle Nazif’in birbirine seslenişi, gerilimi daha da tırmandırırken Nazif’in yitip gitmesi onun acılı hayatını hatırlatıyor okura. Öyküde adı geçen Lethe Nehri Yunan Mitolojisinde “unutkanlık” tanrıçası olarak biliniyor. O nehre girip suyunu içen ölülerin geçmiş yaşamlarını unuttuğuna inanılıyor. Tıpkı Lethe Nehri’ne girenler gibi Nazif’in de geçmiş yaşamını unutması isteniyor öyküde. Tek bir konu üzerinde -Küçük Nazif’in acıklı doğumu kadar ölümü- yazarın hayal gücü ile beslenen ve büyülü gerçekçilikle kabul edilebilecek, -derenin konuşması- betimlemelerle öykü çarpıcı bir şekilde okura aktarılıyor.
Kitabın dördüncü öyküsü Gök ve Kök’te son dönemde yoğunlaşan “Beyin Göçü” temasını işlemiş yazar. Deniz kıyısında kalan anlatıcının son gecesidir. Dalga sesleri arasında uyur uyanık geçirmiştir anlatıcı bütün geceyi. Kopuk kopuk düşler görmüştür. Kararsızlığına rağmen kendini gitmeye mecbur hissediyordur. Daha hayatın başında genç bir delikanlıdır. Örnek aldığı felsefeci Deleuze’un sözlerini düşünürken masasındaki küçük yerkürede tekrar çizer rotasını. Ardında bir anne ve bir babayı bırakarak. Hem çalışıp hem de akademik kariyer yapabileceği uzak ve soğuk bir ülkeyedir yolculuğu. Fakat içinde yaşadığı isteği, tedirginliği, gel gitleri biz de hissederiz o gençle birlikte.
Daha Ne Kadar? adlıöykü baştan sona gerilimi elden bırakmayan okuru kendi yaşadığı gerçeklere götüren öykülerden. Annenin ölüm döşeğinde oluşu haberiyle çekip gittiği evine geri dönen bir başka gencin içinde bulunduğu sıkıntılı durumu okuyoruz Daha Ne Kadar öyküsünde. Yatalak ve kendinden nefret eden bir baba ile artık baş başa kalmıştır o genç. Yaşlı bile olsa oğluyla ilgili affedemediği silinmez anıları vardır babasının da. Geçmiş olaylar sürüklenip gelmiştir peşi sıra. İstemese de oğlunun eline düşmüş bir babadır o. Öykü boyunca karşılıklı nefret sürer gider. Okuru farklı bir final bekliyordur.
Şah Mat adlı öyküde Hatice Günday Şahman, özgür ve güçlü bir kadınla birlikte olan erkeğin kendince haklı zannettiği serzenişini anlatıyor. Günümüz ilişkilerine sıcak bir dokunuşun öyküsü.
Değişen Perdeler öyküsü hayatın düz bir çizgide giderken değişen yanını anlatıyor. Marjinal dokunuşlar okudukça kat kat artıyor. Babası ölen bir kızın hayatındaki hızlı değişikler, annenin bu değişikliğe itiraz etmek yerine farklı bir öneri ile gelmesi. Yazar hissettiği duyguları çok güzel yansıtıyor okura.
Yıllar sonra karşılaşan iki eski sevgilinin hayatın onları farklı yer ve konumlara atışının öyküsü Yürek Çentiği. Tek kalansa içlerinde devam eden sevgileri.
El İyisi adlı öykü, hayatta tutunamamış insanların çaresizliğini anlatıyor. Yeni deneyişler insana yeni yollar açar mı, diye düşündürüyor yazar okuru.
Kitabın on birinci öyküsü Aynanın Sırrı Dökülünce adlı öykü, ilk öykü ile akrabalık taşıyor. İlk öyküde geçen Gelincik ile kocası arasındaki eşine az rastlanır evliliğin dostluğa, dayanışmaya dönüşen boyutu sergileniyor. Öyküde geçen kırmızı fular pek yabancı gelmeyecektir okura.
Kitabın son öyküsü İlmek İlmek’le sarmal tamamlanıyor. Emel öyküsünü yazacağı kişiyi bulmanın sevinciyle bilgisayarını kapatıp defterini açıyor. Terzi Mediha yine karşımızdadır.
Öykülerdeki derinliğin tek tek açılması gerektiği düşüncesi ile onlara ayrı ayrı ele almak gerekti. Kitabın genelinde insanı çeken bir oluşun varlığı öyküler boyunca devam ediyor. Bunun en önemli nedeni karakterlerin, kendi yaşamlarının başkaları tarafından da yaşanabileceği yakınlığı hissettirmesi. Kurmacanın bu kadar canlı aksettirilmesidir bu yakınlığı sağlayan. Farklı dünyalardan bize sesleniyor öyküler. İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerinde kişiyi öne çıkarmış, onları yaşamın en kırılgan noktalarında çelişkileri, hesaplaşmaları, duygu durum değişiklikleriyle çok yönlü olarak yansıtmıştır. Öykülerin bazılarında yer yer bilinçakışına uzanan çoklu anlatıcı tekniğini kullanan yazar, çıkış yolu arayan insanı hayatın gerçekliği içinden veriyor. Ayrıca yazarın yazılamayanlara ses olduğu bir öykü de kitapta yerini alıyor. Diyebiliriz ki, hayatın kırık bir aynadan bize gösterdikleridir “Yarım Kalmasın”’daki bu öyküler. (Yarım Kalmasın, h2o Kitap, 2024, İstanbul)
Hatice Günday Şahman, Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. “Kırmızı Etek” isimli ilk öykü kitabı Ayizi Yayınları’ndan 2017’de çıktı. Basılı ve internet ortamında yayın yapan edebiyat dergilerinde öyküleri, söyleşileri ve denemeleri yayımlandı. Edebiyat seçkilerinde öyküleri yer aldı. 5. Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü Yarışması’nda “Ahtapot” adlı öyküsü ile Kaos GL Derneği 17. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda “Düğüm” adlı öyküsü birinciliğe değer görüldü.
edebiyathaber.net (18 Mayıs 2024)