Sanal dünyanın yüz kırk karaktere sığdırılmış metinleri, okumayı sevmeyen toplumlarda kitapların yerini aldı. Tüketim toplumunun kültürel dünyayı da etkisi altına alan hemen tüket, beğenmezsen yenisini al alışkanlığı, yazılı kültürü içine alan sanat eserlerini olumsuz etkiliyor. Eserler niteliksel yapısından çok, popüler kültüre uyumluluğu bağlamında değerlendirmekte. Tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin ayrıcalık haline geldiği toplumda, derinliği olmayan pek çok kitap ve dergi yığınlar halinde piyasaya sürülüyor. Bunların iyi ve başarılı eserler olarak kodlanması ise parlak pazarlama yöntemleriyle sağlanıyor. Bu ortamda iyi yazarların öncelikle kitap yazmaya niyet etmesi, sonrasında yazdığını okutması ve kitaplarını tanıtması yani meslektaşlarıyla “rekabet etmesi” ise mucizelere kalmış durumda.
Bu kadar vahşi ve eşitsiz kalabalığın içinde tesadüfen elime geçen ve uzun okuma listem nedeniyle epeydir ertelediğim birkaç kitabım var. Bunlardan biri de kurgusunu çok beğendim ve bazı öykülerinde kullandığı cesaretli diline şaşırdığım Hatice Günday Şahman’ın “Kırmızı Etek” adlı öykü kitabı oldu.
Kitap 2017 Nisan ayında feminist yayınevi Ayizi Kitap tarafından yayınlanmış. Neslihan Cangöz’ün editörlüğünü yaptığı kitapta on yedi öykü var. Yazar kitabını çıkarmadan önce öykülerini Dünya’nın Öyküsü̈, Deliler Teknesi, Ekin Sanat, Karahindiba ve internet üzerinden yayın yapan edebiyat dergilerinde ve Telgrafın Tellerine Artık Kuşlar Konmuyor, Hayata Tutunma Öyküleri, Acilin Öyküsü̈ ve Son Gemi öykü̈ seçkilerinde de yayımlamış.
Kitabının kapağını araladığımızda Ataol Behramoğlu’nun “Öğrendim ki… Ne kadar küçük dilimlersen dilimle. Her işin iki yüzü var,” dizeleri karşılıyor bizi.
Aynalı Kafeste Bir Muhabbet Kuşu ilk öyküsü yazarın. Küçük ve sıralı ilk cümleler biri olmazsa ötekisi anlamsız kalırmış hissi uyandırıyor okuyucuda. Bir anne kız hikayesi anlatılıyor bu öyküde. Başrolde ki yaşlı anne, kızı ve torunuyla aynı evde yaşıyor. Sürekli bir mücadele var aralarında ama şartları eşit değil. Anne çoğunlukla içsel bir konuşma ile derdini anlatıyor okuyucuya. Kendini terk edilmiş ve işe yaramaz hissediyor. Geçmişine, hayatta olmayan kocasına ve sağlıklı günlere özlem duyuyor. Sürprizli bir final sahnesiyle öykü sonlanıyor.
Gençlik İşte ’de tecavüze uğrayan genç bir kızın olayın ortaya çıkması için gösterdiği çaba ile toplumsal baskıdan korkan annenin yaşadığı çatışmayı anlatan bir öykü. Öykünün ana kahramanları tecavüz sonucu hamile kalan kız ve gebeliği ısrarla sonlandıran anne iken, sürprizli bir şekilde ortaya çıkan ve hikayenin asıl kahramanlarından rol çalan cenin, öykünün sonunu belirliyor.
Çok Geç ’de bir terk ediliş öyküsü okuyoruz. Annesi idealleri uğruna cezaevine girdiği için çocukluğunu yalnız geçiren Cemre, annesinin tahliye edilmesiyle birlikte çok daha zor bir sınavla karşılaşıyor. Anne şartlar uygun olmadığı için Cemre’yi yanına almadan yurt dışına çıkınca, anne-kız için gelecek günler çatışma alanına dönüşüyor.
Yarım bence kitabın en hüzünlü öyküsü. Yatalak küçük kardeşinin sorumluluğundan korkan bir çocuğun hikayesini kendi tuttuğu günlüklerinden okuyoruz. Hem kardeşi için endişelen, hem de sırtlanmak zorunda kaldığı yükün altında ezilen çocuk, yaptığı büyük hata sonucu telafisi imkansız bir felakete götürüyor kendisini ve ailesini.
Raylar ve Yaylar öyküsü toplumsal cinsiyet rollerinin en keskin uçlarını ortaya seren kumalık temasıyla dikkati çekiyor. Öykü kızının üniversitede okuması için kendini feda eden annenin yaşadığı eşitsiz durumu, normalleştirme ve kabullenme sürecini anlatılıyor.
Bayrak Yarışı öyküsünde solcu ama artık yenilmiş bir baba ile ondan daha solcu oğlu arasında yaşanan çatışma ve belirsiz gelecek anlatılmış.
Halay 10 Ekim Ankara katliamında parçalanarak yok olan sıradan, masum insanlara adanmış küçük bir öykü.
Er Meydanı öyküsü bir kez daha toplumsal cinsiyet rollerinin en acımasız alanını karşımıza çıkartıyor. Erkeğin erkeği ezdiği, en güçlünün bilgisiyle değil bileğiyle kazandığı, silahların konuştuğu ve sonu hep acıyla biten çatışma alanı öykünün ana teması.
Son Koz acımasız bir tecavüz hikayesini anlatıyor. Ancak o denli ilginç bir kurgusu var ki hikayenin, tecavüzcünün her adımını ürpererek, nefesiniz kesilerek, korku ve endişe içinde takip ediyorsunuz. Kitabın gerçek anlamda en sinematografik anlatımını bu öyküde bulabilirsiniz. Tecavüzcünün iç dünyası, adım adım avına gidişi ve kurban ile karşılaşması gibi sahnelerde, karakterlerin düşünme eylemini/bilinç akışını olduğu gibi aktarması bakımından oldukça sürükleyici bir öykü.
Kırmızı Etek kitaba adını veren öykü. Hizmetçi bir kadın ile onun kadın patronu arasında yaşanan sıradan ilişkiler, bir anda bambaşka mecralara dönüşüyor. Kadın kadına sevişme hikayesinin anlatıldığı bu öyküde, hem eril dil hem de ezen ezilen ilişkisi irdeleniyor. Edebiyatçılar arasında ender görülecek cesaretle yazılan sevişme sahnelerinde, yazar pornografik dil tuzağına düşmeden başarıyla tamamlıyor öyküsünü.
Kapan öyküsünde Sezen, Bülent ve Aliye üçlüsü arasında yaşanan aldatma, itiraf ve kabulleniş sarmalını klasik çözümlemenin dışına taşıyor. Öykü boyunca kimin av kimin avcı olduğunu ve olayın sonunda kimin galip geleceğini kestiremiyorsunuz.
Davetsiz Konuk öyküsü kurgusu bakımından diğer öykülerden başka bir yerde duruyor. Klasik yazım tekniğinin dışında bir teknik kullanılmış. Öykünün kadın kahramanı yaşamı bilgisayar ekranındaki gibi sayfalara, sekmelere bölmüş. Her durum için farklı bir sekme, farklı bir şablona göre hayatını belirlemiş. Bir robot gibi her şeyi görev kabul ediyor ve bütün ilişkilerini buna göre yaşıyor. Kariyerine uygun iş, çevre ve eş bulma planları yaparken hiç ummadığı sürpriz bir ile karşılaşıyor.
Bir Mahinur Hikaye’ye de yaşlı ve bilge bir kadının bilinç bulanıklığı içinde kaybolan geçmişi ve geleceği konu ediliyor. Yazar betimlerin en yoğun bu hikayede, adeta kahramanına saygısını sunarcasına oldukça artistlik bir dille ifade etmiş.
Geceden Sabaha yine bir çatışmanın, iki kız kardeşin birbirlerine duydukları nefreti konu alıyor. Hikayenin içine tesadüfen karışan erkeğin varlığı ise bu düşmanlığı çözmeye yetmiyor.
Evvelim Sen Oldun bütün kadınlar için ortak yazılmış bir öykü gibi. Geçmiş ve geleceğin muhasebesini yapan ve uzaklara giden sevgiliye kahır, özlem öykünün konusu.
Ahtapot öyküsü kadınlara nasıl ve nerede susması gerektiğini öğreten toplumsal yapıyı irdeliyor. Suskunluk yıllar içinde kadınların ruhlarında derin yaralar açıyor. Öyküde bedenini ve ruhunu ele geçiren ahtapota isyan eden bir kadının psikoloğu ile yaptığı konuşmalara şahit okuyoruz. Ayrıca bu öykü 5. Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü̈ yarışmasında “kadın kişiliğinin topluma egemen ataerkil anlayış tarafından kuşatılmışlığını, bunun yarattığı ağır sarsıntıyı ve zihnin yarılmasını anlatı biçimi; dili kullanmadaki tutumluluğu, dönüştürüm yeteneği, özeni ve kurgusunun özgünlüğü” gerekçesiyle birinciliğe layık görülmüş.
Bir Gözümüz Ağlar Bizim kitabın son öyküsü. Çöpleri karıştıran yaşlı bir kadının, istifçi bir Diyojen’in yaşamından bir kesit anlatılıyor. Ancak bizim kahramanımız dünyadan habersiz biçarelerden. Çöplerdeki ıvır zıvırı değil, insanların gülüşlerini, kahkahalarını toplayıp, kirpikleri arasına hapsediyor. Aslında hepimize hayatın incelikleri üzerine dersler veriyor.
Hatice Günday Şahman Kırmızı Etek kitabında özellikle toplum için tabu sayılan ve çoğu yazarın mayınlı tarla olarak gördüğü kadın cinselliği, eşcinsellik, tecavüz gibi toplumsal cinsiyet rollerinin de sorgulandığı konuların altından alnının akıyla çıkmış görünüyor. İlk öykü kitabı olmasına rağmen oldukça yetkin bir dil ve kurgu becerisine sahip olan Hatice Günday Şahman’ın bundan sonraki eserlerini merakla bekliyoruz.
Perihan Tunçbilek – edebiyathaber.net (11 Ağustos 2017)