“Biz hatırladıklarımızın bir bütünüyüz; sabit olmayan şekillerden, kırılan ayna yığınlarından oluşan hayali bir müzeyiz.” Jorge Luis Borges
Unutma, hatırlama, hafıza ve zaman edebiyatın eskimeyen, üzerine yazılacakları bitmeyen, döneme uygun gelişen dönüşen bereketli alanlarıdır. Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” ve Borges’in “Bellek ve Funes”i en çarpıcı örnekleridir. Çağımızın sorunlarından biri haline gelen bellek yitimi sadece edebiyata değil felsefe ve sanata da konu olmuştur.
Georgi Gospodinov’un Man Booker Uluslararası Ödülü’ne layık görülen eseri “Zaman Sığınağı”, 2022 yılında Metis Yayınları tarafından dilimize çevrildi. Gospodinov, Sofya Üniversitesi’nde Bulgar filolojisi okudu. 1992’de yayınladığı ilk şiir kitabıyla edebiyat dünyasına başarılı bir giriş yaptı. Sonrasında ilk romanı “Doğal Roman” 1992’de yayınlandı. 2016 da yayınlanan “Hüznün Fiziği”, 2016 Jan Michalski Edebiyat Ödülü başta olmak üzere birçok ödüle layık görüldü.
Zaman Sığınağı daha okumadan, kapağındaki Nautilus resmi ile sizi zamanda ve geçmişin odalarında gezdireceğini bildiriyor. Kapaktan kendinizi koparıp romanı okumaya başladığınızda daha ilk sayfada alıntılarla karşılıyorsunuz. Bu alıntılar bize romanın belleğinden ipuçları veriyor. Özellikle Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ından yapılan, “Peki bizim zaman organımız nedir? Bana bunu söyleyebilir misiniz?” alıntısı romanın omurgasını oluşturur.
Peki, biz zamanı nasıl algılarız?
“Zaman” bir işin ya da oluşun, bir eylemin içinde geçmekte olduğu, geçtiği ya da geçeceği süredir. Aristoteles zamanı “nun” adını verdiği Türkçeye “an” olarak çevrilen kavramla anlatır. Zamanın ölçüsünü iki an arasında meydana gelen hareket olarak nitelendirmiş, zamanı tanımlamaya çalışırken “hareketi” merkezi bir noktada koymuştur. Kavramsal olarak zaman sürekli bir akış ve değişim halindedir. Önceden sonraya, geçmişten geleceğe doğru hareket eden bir dinamiktir.
“Kendinize şimdiki zamanda hazineler yığmayın, orada onları güveler ve pas yer, hırsızlar açıp çalar. Hazinelerinizi, güve ve pasın yemediği, hırsızların ne açtığı ne de çaldığı geçmişe yığın, çünkü hazinemiz neredeyse kalbimiz orada olacaktır” Guastin, Apokrif Versiyonlar ve Yeni Ahitler. S.260
Şimdicilik anlayışını insanlara empoze eden Yeni Çağ, modernleşme ve dijitalleşme ile tüm yaşantımızı, alışkanlıklarımızı değiştirdi. İnsanın doğaya ve dünyaya hâkim olma hırsı, teknolojiyle birlikte kendi kendini yok edecek boyutlara ulaşmıştır. Bu yok edişten geçmişimizde nasibini aldı. Popüler kültürün hakim olduğu dünyada geçmiş, nostaljiden öteye gitmemiş anın ruhuna göre hep yeniden canlandırılmıştır. Geçmişimiz çağa uygun hale getirilirken de gerçekliğini yitirmiş, şimdiki zamana hizmet eden zamanlara dönüşmüştür.
“Mutluluk sadece abece kitapları ve yabancı dil konuşma kılavuzları, üstelik yeni başlayanlar içindir. Belki grameri en kolay olduğundan daima şimdiki zamandadır. Sadece orada herkes mutludur, güneş parlıyor, çiçekler mis gibi kokuyor, denize gidiyoruz…” S.207
Gospodinov geçmişte kalan zamanları, hatırlamanın, yaşatmanın unutmamanın derin sularına bizi indiriyor. Geçmişe takıntılı karakteri Gaustin’le yazarın yolları kesişir. Guastin geçmişte kalmış zamansız biridir. Hayatını geçmişe ait anıları ve nesneleri biriktirerek yaşar. Özellikle İkinci Dünya savaşının yıkıcı etkilerinden sonra, gelecekten kopmuş, geçmişe sığınmıştır.
“Kesin olan bir şey varsa o da geçmiştir. Geçmişteki elli yıl gelecekteki elli yıldan daha güvenlidir.” S.120
Gospodinov çağın hastalığı Alzheimer üzerinden, Guastin adlı yarattığı kurgu karakterle, anılarını kaybetmek üzere olan, bellek yitimine uğramış hastalara, Geçmiş Kliniği açmak üzere çalışmaya başlarlar. Kliniğin her katında on yıllık bir geçmiş yaratılır. Altmışlar katı, yetmişler katı, seksenler katı olacaktır. Bu katlar o döneme ait nesneler ve eşyalarla dekore edilir. O güne ait gazeteler odalarda yer alır, radyoda o döneme ait müzikler çalar. Kliniğe gelen hastalara bu katlar gezdirilir. Yaratılan geçmişlerde kayıp zamanlarını, anılarını arayan hastalar, kendilerini buldukları zamanda kalır ve orada ömürlerini sonuna kadar yaşarlar. Klinik uygulamalarda, nesnelerin, imgelerin ve dilin hatırlama üzerinde ne kadar etkili olduğuna da şahit oluruz.
“Sürekli geçmiş üretiyoruz. Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendisi gider ama geçmişi kalır. Sonra tüm bu şahsi geçmiş nereye gider? Onu satın alan, toplayan, atan birileri var mı? Yoksa rüzgârın sokakta savurduğu eski bir gazete gibi yuvarlanıp durur mu? Tüm o başlayıp tamamlanmamış hikâyeler, terk edilen sevgililer, kesilen ve kanamaya devam eden ilişkiler –“kesilen”, sözcük tesadüfü değil, kasaplık terimi- nereye gider?” ( s.110).
Geçmiş Klinikleri, bir zaman sonra şehir ve ülke sınırlarını aşar, tüm Avrupa’ya yayılır. Ülkeler halklarına referandumlar yapmaya başlar: “Hangi on yılda yaşamak isterdiniz?” diye. Ülkelerin seçtikleri geçmiş on yıllarını, bireysel ve toplumsal olarak nasıl yaşadıklarına ayrı ayrı yer verilir. Yazar da kendi ülkesine gider, geçmişin nasıl inşa edildiğini, deneyimlerini anlatır.
“Tüm mutlu ülkeler birbirine benzer, her mutsuz ülke, yazıldığı gibi kendince mutsuzdur.” S.206
Ülkeler mutlu on yıllarını seçtikten sonra dünya açık bir zaman kliniğine dönüşür. Görece birkaç ayı sükûnet içinde geçmişi hatırlayarak, ilgili nesneleri bularak, döneme ait sosyal ve toplumsal hayatı yeniden yaratmanın heyecanı ile yaşadılar. Geçmiş sel gibi bütün yeni yaşamları kaplamıştı. Ancak unutmak bazen hatırlamaktan zordu. Teknolojiyi onun yarattığı konforu, interneti ve sosyal ağları hayatlarından çıkarmak, üreticileri rahatsız etti, kullanıcıları da. Geçmiş zaman odalardan çıkmış hayatın kendisi olmuştu, geri dönülmez bir yola girilmişti. Zaman odaklı yaşayan ülkeleri de tehdit etmeye başlamıştı.
Yazarımız de bu noktadan sonra Kliniklerin başına daha genç ve hırslı doktorları getirerek kendi iç dünyasına çekilir. Bellek yitimine karşı kişisel deneyimlerini yaşar, kaçınılmaz sonla yüzleşir. Guastin tüm gizemiyle yok olup gitmiştir yeniden.
“Birilerinin hafızasında ufacık bir yerimiz bile yoksa hatırlanmıyorsak, bizi geleceğe taşıyan geçmiş hikâyelerde yoksak, biz gerçekten var olmuş muyuzdur?” S.56
Hatırlamanın ve geçen zamanların öneminin “Geçmiş Kliniği” üzerinden yapılması, kurgu olarak çok dikkat çekicidir. Yazar yarattığı meta kurmacada, sürekli değişen gelişen karakterle bizi mekânlarda ve zamanlarda gezdiriyor. Romanın anlatıcıları da sürekli değişiyor. Aralarda yazar da romana dâhil olarak metne yön verir. Meta kurgunun alt metinlerinin derinine indiğinizde Borges’in zaman felsefesi romana yön verir.
Zaman Sığınağı geçmişin, birikerek katman katman hayatlarımıza nasıl yön verdiğini, yitip giden bir zamandan ibaret olmadığını, zaman kavramında hatırlamada mekânların, nesnelerin, dilin ne kadar önemli olduğunu anlatan bir zaman felsefesi romanıdır.
Dijital hayatlarımızın bize sağladığı konforla hafızalarımız ve geçmişimiz tahribata uğruyor. El kadar aletlerin içerisine anılarımızı ve umutlarımızı sığdırarak, istediğimiz zamana, mekâna gidebilir olduk. Ancak sırtımızda sorgulamaya fırsat bulamadığımız geçmiş ve zaman ağırlığıyla da yaşamaya devam ediyoruz. Geçmiş hiçbir zaman yitip gitmiyor en gerçeği ile içimizde hayatlarımızın sonuna kadar bizimle yaşamaya devam ediyor. İstenildiği kadar siyasi tarihlerimiz yeniden yazılsın, unutmazsan yaşayamazsın denilsin, geçmişimiz ve anılarımız yok edilmeye çalışılsın, geçmiş hayatlarımızın aynası olmaya devam edecektir.
“Durum basit geleceğin yoksa oyunu geçmişten yana kullanırsın.” S.120
Kaynak: Zaman Sığınağı, Georgi Gospodinov, Metis Yayınları, 2022, Çeviri: Hasine Şen Karadeniz, 287 s.
edebiyathaber.net (29 Mayıs 2023)