Rabia Çelik Çadırcı’nın ilk şiir kitabı Zehrimar Edebiyalist Yayıncılık’tan okura merhaba, dedi. Zehrimar demek ‘zehirli yılan’ demek. Elli (50) şiirden oluşuyor Zehrimar. Her şiirin altını kazıdıkça ciddi bir meselenin işlendiği görülüyor. Zehrimar’ın ilk şiiriyle sizi selamlayalım: “parmaklarıma batan iğnelerin acısından değil ağıtım/kuşlar göğün yüzünde, çiçeğim hep kafesinde renklenir beyaz patiskamda(…)””Ağıt” Ağıtlarımız ve acılarımız, şiirin dizelerinde belirtildiği gibi, parmağımıza batan iğnelerden değil, bin yıllık köhne geleneklerin, anlayışların, feodal yaşamın, efendi-köle hayat tarzlarının verdiği acıdır “Çöl, Yüreğimin Şelalesi” şiirinde bunu açıkça görüyoruz; “ey çöl yüreğimin şelalesi/ey anlamı sözcüklere gömen tanrı/lütfu biçare nefesimin/ve de en güzel mavim/şahin kanadına tutunan/serçe parmağımı kesme!(…)”
Günümüzde yazılan ilk şiir kitaplarına dönüp baktığımızda karmaşık ve anlaşılmaz dizelerin üst üste yığılışına tanık oluyoruz genelde. Bunun hoş görülebilecek bir acemilik olduğunu varsaysak da -okuyucuyu etkilemek adına girişilen bir yöntem olduğu düşünülse de- genelde boşluklara düşüp tez zamanda kaybolup gidiliyor bu eğilime sahip olanlar. Daha sonra ilk kitapların ret edilişine kadar uzuyor bu süreç. Çadırcı’ın Zehrimar’ı ilk şiir kitabı olarak, ne gereksiz imgelerle savruluyor ne de sıfatlara boğulup anlam yitimine uğruyor. Zehrimar, tespih taneleri gibi art arda dizilip akıyor. Arı bir üslupla meselesini okuyucuya ulaştırıyor.
Çadırcı’nın biçim/biçemi gibi en önemli şiirsel sorunu çözdüğünü de görüyoruz. Şiirin bütününü bir imge olarak işliyor. “İyi Geceler Kimsesizler” şiiri imgenin bütünlüklü duruşuna anlamlı bir örnektir: “ Tanrı geceyi yarattı/kalabalıklara çalım atan/kimsesizliğine düşkünler için/teşekkürler ey yaratıcı!/ve iyi geceler kimsesizler.” Şiirlerin expresyonist (ifadeci) bir söylemle oluştuğu ve Çadırcı’nın sorgulamalarla tavrını ve tarafını netleştirdiğini de söyleyebiliriz. Uzun ve kısa dizelerle –yerinde kullanılmış ve sıkmadan- sürekli bir sorgulama içine giriyor; bu sorgulama ve yoklamalarla okuyucuyu da dürtüyor Giriştiği bu çabayı; çağımızın –insan merkezli- sorunsallarını özellikle yerel örneklerle işleyerek; gördükleriyle, tanık olduklarıyla, hatta belki yaşadıklarından yola çıkarak aktararak gerçekleştiriyor. Bir yandan ufku/muzu dizeleriyle genişletiyor bir yandan umuda olan güveni işliyor. Aynı zamanda sorunun kaynağına inip okuru bu kaynaklara yönlendiriyor. Zehrimar, hem derttir hem de dermandır derdi biliyor dermanı ortaklaştırmak istiyor.
Günümüz dünyasında özellikle Ortadoğu coğrafyasında yaşanılan yıkım ve katliamlar, özellikle de kadın ve çocukların yaşadıkları, artık açık bir biçimde herkesçe biliniyor. Gerici ve çürümüş zihniyetlerin sürekli, sistematik bir biçimde kadınları hedefe koyması boşuna değil. Patriyarkal Doğu despotizmine en yakın tehdit kadınlar çünkü. Özgürlük talebini bugün Ortadoğu’da en gür sesle onlar dile getiriyor. Ortadoğulu kadınların hür olduğu bir toplumda şair kadınların neler yapabileceğini ve nasıl izler bırakacağı tahmin bile edilemez. Ortadoğulu (Türkiye de buna dâhildir) kadınların nelerle karşılaştığını düşündüğümüzde baskının onlar üstünde daha katmerli olduğu açık.
Örneğin, her sabah gözümüzü açtığımızda öldürülen bir kadının haberini, ülkenin şurasında burasında kadınların taciz, tecavüz ve erkek şiddetine uğradığını okuyoruz. Demokratik olgunlaşmasını sağlayamamış erkek egemen toplumlarda ilk hedef her zaman kadınlar, çocuklar ve iktidarlara restini çekenler oluyor. Bu toplumsal şekilleniş şüphesiz ataerkil devlet mekanizması tarafından ayakta tutuluyor, destekleniyor. Yaşadığımız toplumsal koşullarda bunu gözümüze soka soka yapıyorlar. Çadırcı şiirlerini bütün bu ataerkil baskı mekanizmasının bilincinde olarak kaleme alıyor. Görünmeyenin, acısını içinde bir başına yaşayan insanların meselesini şiirsel bir dille, imgenin gücüyle, bilinçle işliyor. Zannımca kadın olarak hayata karşı şiirle söz alıyor Çadırcı, sesini şiirin imkânları içinden yükseltiyor.
Dram ve travmatik temalar üstünde duruyor Çadırcı; artık kronikleşmiş diyebileceğimiz meselelere bir daha dikkat çekiyor ve bunu işlerken acıya ve hüzne mesafe koyarak şiirini inşa ediyor. Zehrimar dolu ve sakin bir ses. Güçlü akan akarsular gibi, hayatı sırtında taşıyor, taşlara çarpa çarpa ilerliyor, çukurları kelimelerin manasıyla ve anlamın ağırlığıyla doldurup sabırla ilerliyor.
Öfkesini şiirin ve bilincin süzgecinden geçirerek yumuşatıyor, anlaşılır kılıyor. Şiirlerde ses ve anlam -doğru bir düzlem üzerinde- paralel olarak ilerliyor. İnişler ve yükselişlerinin uyumlu bir armonide birbirini izlediği şiirlerle karşılaşıyoruz. Yer yer hareketli hitap ve nida yükselişleriyle, dizelerdeki duraksamalarla okuru ortak duyguya davet ediyor Zehrimar. “Bizi öldürmeyin” şiirinde şöyle sesleniyor okura; “çölleşen kalbime sebep kendi gecemin uğultuları değil/değil soluğuma saplanan yalnızca kendi ağıtım/ öldürmeyin bizi!/esmer yüzlüyüz/bir ulvi enstrümandır hecelerimiz/ki, her dilin yağmuru birbirine benzer/hepsi bu, hepsi bu…/bizi öldürmeyin!/yazgımız zaten beşeri (…).”
Neden ve niçin için ölüyoruz ve öldürülüyoruz? Çadırcı Zehrimar’da bunu çarpıcı bir anlatımla irdeliyor, soruyor. Zehrin kaynağına inip panzehrin kodlarını da sunuyor. Sorunu bilmenin, sorunu ortadan kaldırmadığının bilinciyle soruna yüzünü dönüyor ve yüzleşmeyle kelimelerin gücüne başvuruyor. Felsefi bir hayat sorgusuyla hem kendini hem de coğrafyasını sorguya çekerek inşa etmek istediği şiirine varıyor. Doğunun mistik kodları, söylencelerin seslenişi ve alışıla gelmiş/kabul görmüş gizemiyle şiirini sentezliyor. Bunu parçalı ve eklektik bir yapıda değil, tek bir düzlemde yapıyor.
Çadırcı’nın şiirlerinde umut hep var karamsarlık, çözümsüzlüğü reddediyor o. Dili ne kadar akıcı ve anlaşılır ise o denli de sorgulayıcı bir dil. F. Pessoa’ın dediği gibi “Derdimiz gönül eğlendirmekse, hata etmiş olacağız.” Şiir her zaman gönül eğlendirme değildir, hele ki bu zor zamanlardan geçerken… Zehrimar’ın meselesi var, meselesi olanın şiirinde yolu da olur, imgesi de, poetikası da…
Çayan Okuduci – edebiyathaber.net (27 Ocak 2020)