Finlandiyalı yazar Selja Ahava ile tanışmamız 2021 yılında Gökten Düşen Şeyler ile oldu. Bu romanıyla Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan yazar, 2010 yılında ilk romanıyla da Sanomat Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş ve ayrıca Laura Hirvisaari Ödülü’nü kazanmıştı. 2020 yılındaki kitabı Nainen Doka Rakasti Hyönteisia ise eylül ayında Böcekleri Seven Kadın olarak Türkçede yerini aldı. Timaş Yayınları’ndan çıkan romanı Fince aslından çeviren ise Özge Bauer.
Maria’nın çocukluktan yetişkinliğe, oradan da yaşlılığa ve ölüme uzanan öyküsünü okuyoruz romanda temelde. Maria yani “Böcekleri Seven Kadın” kendi ağzından anlatıyor tüm bu böceklere merakının ortaya çıkışını ve devamında olanları. Değer göremediği bir çocukluk, dağınık bir aile ve ortaya çıkan böcek tutkusu, Maria’yı anlatan ifadeler. Baştan sona bir böceğin oluşumuna dair yoğun bilgiler de veriyor bize yazar Maria aracılığıyla. Bunu bazen kelebekler bazen yusufçuklar üzerinden aktarıyor. Her şekilde bir başkalaşım dediğimiz süreci okuyoruz sıklıkla. Bu süreçte Maria’nın hayatı sık sık değişikliğe uğruyor; zaman zaman takip etmekte zorlanılacak kadar hem de. Frankfurt’ta başlayan roman, Nürnberg ve Hollanda’ya doğru devam edip oradan da Japonya’ya uzanıyor. Bu sırada evlenen, çocuğu olan ve bu yolculuk esnasında zaman zaman eteğindekileri geride de bırakan bir kadın Maria. Annesini, üvey babasını, eşini ve kızını… Maria’nın yolculuğunda daima onunla birlikte olan bir tek böcekler var. Kimi zaman larvaları savurmak ve her gittiği yerde yeniden başlamak zorunda kalsa da…
Böcekleri Seven Kadın, çeşitli böcek başkalaşımları ile ilgili bölümlerden oluşuyor. Temel başlıklar şunlar: “Ovum”, “Larva”, “Krizalit”, “Imago”, “Conceptio”, “Extinctio” ve “Excidium”. Kelebeklerin çoğunun dört aşamalı bir döngüsü vardır: yumurta, larva(tırtıl), pupa(koza) ve image(yetişkin). Latince kavramlardan oluşan bölümler bir yandan metaforik bir zemine de oturuyor. Bu büyük bölümlerin her birinin içinde Maria’nın farklı evrelerden geçtiği süreçler anlatılıyor tıpkı bir kelebek gibi. Rengârenk ve en güzel canlılardan olan kelebek, aslında elbette bir böcek türü ve kozasının içinden dış dünyaya çıktığında kelebek anca o zaman oluyor. Ancak bunu herkes bilir ki kelebek bir canlının yaşamının son evresi, ölüme en yakın hâlidir. Herkes kelebeğin canlı renklerine aldanırken o yaşanacak tüm hayatını henüz bir böcekken ve kozasının içindeyken yaşamıştır ve artık ölüme hazırdır. O yüzdendir ki kelebeklerin ağızları ve bağırsakları dahi yoktur; ölmeden önce soylarını devam ettirebilmek adına yalnızca üreme organları vardır. Maria da kendi hayatında tıpkı insanların görmeyi reddettiği bu küçük böcekler gibidir esasında. Kendi ailesi de sonradan evlenip kurduğu ailesi de Maria’yı bir türlü “görmezler” ve böcekler hakkında yaptığı araştırmalarını, incelemelerini, çizimlerini önemsemezler. Tam da bu yüzden Maria’nın çocukluğundan beri süregelen hayata tutunma mecburiyeti, yetişkinlikte de devam etmiştir. Küçük bir kız çocuğuyken büyükannesi ile arasında geçen şu konuşma daha onu en başta kendine getirmiştir: “ ‘Kardeşlerin hayatta kalamaz mı?’ diye sordu büyükannem şefkatle. ‘Hayır kalamazlar,” dedim. ‘Ben hariç hepsi ölüyor.’ Soğan gözlerimi yaktı, gözyaşlarım büyükannemin önlüğüne aktı. ‘Eh, artık senin görevin bu.’ ‘Görevim ne ki?’ ‘Hayatta kalmak,” dedi büyükannem. Çantalarımı aldı, beni içeri götürdü. ‘Hayatı seviyor musun Maria?’ ‘Seviyorum.’ dedim. Büyükannem, ‘Olması gereken de bu,’ dedi.” (s.47-48)
Nitekim öyle de olur; hayat Maria için hep zorlayıcı olur ancak o bir şekilde yaşamanın, nefes almanın bir yolunu bulur. Doğum yaparken bile tek düşündüğü şey bu hâline gelir: hayatta kalmak!
“Böcekleri Seven Kadın”, aslında on ikinci yüzyıldan kalma bir Japon öyküsüdür. Orijinal ismi Mushi Mezuru Himegimi’nin yazarı tam olarak bilinmemekle birlikte hikâye, İngilizce olarak Harun Shirane tarafından düzenlenen Geleneksel Japon Edebiyatı antolojisinde yer almaktadır. Toplumsal geleneklere meydan okuyan ve bir saray hanımından beklenen nezaket kurallarına uymayan bir kadını anlatır. Bu öyküdeki kahraman da böceklerle arkadaş olur, onlarla etkileşimde bulunur tıpkı Maria gibi. 1600’lü yıllarda geçen Selja Ahava’nın romanı da sonlarına doğru Japon esintisi taşır. Yazarın bunu orijinal öyküsüne bir gönderme olarak yaptığı düşünülebilir elbette. Çünkü romanda Maria, bir gemide tanıştığı Yakumo aracılığı ile bu öykünün ilk versiyonunu öğrenir. Tokyo Üniversitesi’nde İngilizce öğreten bu adam, boş zamanlarında Japon böcek edebiyatını incelemiş olduğundan ikisi arasında uyum kurulmuş olur ve böceklerle ilgili meraklarını yolculuk esnasında birbirleriyle paylaşmışlardır. Aralarında kısa sürede oluşan bu iletişim, Maria’da yine “yaşama” arzusu oluşturmayı başarmıştır fakat bu sefer farklı olarak: “Yaşamak istiyordum. Doğumumda beni ele geçiren aynı hayatta kalma arzusu geri dönmüştü, ne var ki öfke ve mücadele olmadan. Sadece deneyimlemek, hissetmek ve yalamak istiyordum.” (s.261) Maria da tıpkı bir kelebek gibi en güzel hâline kavuştuğunu düşündüğü esnada kendisini yeni birtakım talihsizlikler beklemektedir. O mücadeleden hiç vazgeçmeyen ruhuyla hayatın içindedir ancak artık ne yaşı gençtir ne de eski gücü vardır. Tıpkı bir böcek gibi geldiği dünyada Maria da kozasının içinde uzun süre kalmış ve bir gün kelebek olarak dış dünyaya çıkacağı sırada artık birçok şeyin geride kaldığını acı bir şekilde anlar. Kozasından çıktıktan sonra neredeyse yirmi dört saati bile tamamlayamadan ölen kelebekler gibi Maria da hayatının sonuna geldiğini hisseder. Fakat öyle bir anda bile hayat doludur; doğduğu sırada anne babasından ve daha sonra eşinden göremediği o değeri Maria kendi kendine yaratmıştır bu yüzden hayata veda etmek istemez: “Başlangıçta boşluk vardı. Boşluktan görüntüler yükseldi, sözcükler görüntüleri takip etti ama artık onların vadesi doldu ve yakında ben de boşluğa gömüleceğim. Uyandım. Kafamda bir ses çınlıyordu: ‘Ölmek istemiyorum.’ Ölmek istemiyorum!” (s.324-325) Ancak her şeyin olduğu gibi bunun da bir sonu olacağı kesindir. Maria tıpkı bir böcek gibi yumurtalarını bırakmıştır dünyaya ve dünya onsuz da dönmeye devam edecektir.
edebiyathaber.net (24 Eylül 2024)