Kitap, okur için kapalı bir kutudur. Onu elimize aldığımızda ilk önce ön ve arka kapağına bakarız. Kitabın adından, görselinden, arka kapak yazısından, içeriğine değin çıkarımlar yapmaya çalışırız.
Tutunmak sözcüğü, olumsuz bir durumdan çıkmak için yöntem aramayı, pes etmemeyi anımsatır… Umuda tutunmak ise çaresizliği yenmede umudun yitirilmemesini gerektiğini… Kısaca bütün olumsuzluklara karşın kafa tutan, direngen bir isim Umuda Tutunmak. Kapak görseli de kitaba olumlu izlenimler katıyor.
Yazarın, yazım sürecinde etkilendiği durumları, izlediği yolu kitap sayfaları içinde ilerledikçe öğreniyoruz. Okuduklarımız başlangıçta edindiğimiz izlenimlere katkıda bulunuyor, düşüncelerimiz de karakterlerin duygularına eşlik ediyor.
Sevin Sezgin, abartıya kaçmadan, gereksiz söz oyunları ve süslemelere baş vurmadan Türkçeyi sevindiren, tümceleri bunaltmayan duru bir dille yazıyor öykülerini. Duyguları öne alan, insan hallerine dokunan öyküler hepsi. Yazar olaylara dışardan bakan “O” diliyle anlatımı kullanıyor. Zaman zaman düşünce sesleri ve bilinç akışıyla da anlatımını destekliyor. Gözlem gücü yüksek tanıtımlar ve geri dönüşlerle olaylardaki örtülü kırgınlık okura çok güzel anlatılıyor.
Betimlemeleriyle öykünün yaşam alanını çok iyi tanımlıyor Sevin Sezgin. Okuru kahramanın yanına çağırıyor, onu anlamasını, onunla duygudaşlık yapmasını istiyor. Hiç zorlamadan usul usul. Öyle ki gece yarısını çoktan geçmiş bir zamanda, kimsesiz istasyona tiz bir sesle gelen trenden inen yolcunun yanında buluyorsunuz kendinizi. İstasyonun ıssızlığında öylece bekliyorsunuz onunla. Bir başka zamanda yeni ışıyan günde sabahçı kahvelerinden sızan demli çayın kekremsi kokusunu duyuyorsunuz. Babası annesini dövüp yerlerde sürüklerken masanın altına saklanmış küçük kızın gözlerinden süzülen yaşlara yabancı kalamıyorsunuz. Bunun gibi yakınınıza sokulup duygularınıza değen birçok insanlık hallerini paylaşıyorsunuz kahramanla.
Konular; sevdası, yıkılmışlığı, gerçekleşmeyen beklentileri, yalnızlığıyla, özgür toplum beklentisiyle savaşım vermek isteyen insanlara değgin. Okudukça, öykü kahramanlarının varoluş aşamasında dışavurumlarını etkileyen, geçmişte kalan ama asla onu bırakmayan anılarını yakalıyorsunuz. Yaşamı boyunca ayağına değen taşları, tökezleyip düşmeleri, düşüp kalkmaları, özgürlük düşlerini, aldığı yaralara karşın umuda tutunmasını.
Öykülerde çoğunlukla, çocukluğunu, gençliğini sorgulayan, özleyen, örselenen, sevgisizliğin acısını duyan, büyümüş kahramanlar var. Çok azı çocukluğa dönüşün tadını çıkarsa da çoğu, geri dönüşlerin sızısını yaşıyor.
İlk gençlikten kalan anılarını anımsarken “Yolları kesişen iki kaçaktık, yoldaştık birbirini tanımayan ama olsun! Bizi birleştiren bir şeyler vardı. Eşitlik, adalet, emek, hak barış…Sevdalanışımız buna dahil.” diyen öykü kahramanı derin izler bırakan pek çok acı yaşamış, bedellerini ödemiştir… Tutukevleri, işkencelerle…Hep engellenen yaşamlar, önünde durulan eylemler, kişinin doğrularına, düşüncelerine vurulan ketler… Yıllar sonra yaşadığı adaya gelince özgürlük, barış sevdasının engellenişinden diline dolanan, usuna üşüşen yaralı, cümleler;
“İnsanlık onuru işkenceyi yenecek! dedikçe çullanıyorlar üstüme. Her yanım yara bere. Kandan bir göl ardımda bıraktığım.”
Öykülerinde devamlı rastlayacağımız tanıdık insanları anlatmış yazar. Bizimle aynı sokakta, mahallede, otobüste, yolda, birlikte olduğumuz, bize benzer sorunları olan, yaşamları didiklenen, sorgulanan insanları.
Toplumdaki önyargılar, alışılmış töresel baskılamalar, sıkıştırmalar, bireye- daha çok da kadına- giydirilen elbiseler dert oluyor yazara. Sorunların çoğu zaten kadın olmakla ilgili.
Namus, ayıp, günah üçlüsünü yaşam biçimi yapan insanların gözünde; adına uygun davranmayan kız, kimliğinde baba adı yazmayan çocuk, erkek çocuk doğuramayan ve dul bir kadın suçlu, dışlanması gerekendir. Böylelerinin oturacak evlerin kapıları kapalıdır yüzlerine. Onların payına düşen, şehir merkezinden uzaktaki, küf kokan izbe evlerdir. Kendini mahallenin namusunu korumaya adamış eril gücün, hatta perdelerin arkasından fısıldaşan kadınların gözaltındadır onların yaşamı.… Aynı sorunları yaşıyor olsa bile kendini toplumun baskılarına, töresel dayatmalarına kaptırmış kadınların hemcinslerini hırpalayan, yargılayan davranışları da unutulmuyor bu arada. Alıntıladığım cümleden anlayacağımız gibi.
“Düşmüş kadın… Ne demekse? İnsandan saymazlardı bile. Aşağılanacak, canı acıtılacak, duyguları olmayan, hakaret edebileceğin, hatta öldürebileceğin…Kadını şeytana, cadıya indirgeyen o ilkel anlayışla sıkıştırılan kadındır.”
Bir evin duvarları arasında yaşanılan sapkınlık ve şiddeti bildikleri halde korunaklı yuvalarında yalnızca dinleyip yapılanlara sessiz kalan, namusu dilinden düşürmeyen insanlara, yazarın yaptığı gönderme ne kadar yerindedir.
“Ayıbın, günahın baş köşeye oturtulduğu sokaklarda insanlar dilsiz şeytanlardır,”
Önü kesilmiş, engellenen yaşamların kahramanı kadınlar, küçükken yaşadığı travmaları yetişkinliğe taşıyıp o karanlık odalardan çıkamazlar. İstemedikleri yöne evrilen yaşamlarında çok örseleyen bir ayrıntı da bu kötülüklerin yakınları tarafından yapılıyor olmasıdır.
“Özgürlük sevdasıyla uçtuğu yuvasına kanadı kırık bir kuş olarak pişmanlıklarla dönmek ne acı,” diyen öykü kahramanı “Anne, çocukluğumu sakla benim için yüreğinde” diyen yaralı bir yetişkindir aynı zamanda.
Keşke hep yaşama sevinci ve güzel anılarla dolu öykülerimiz, olumsuzluklarla baş etmek için tutunabileceğimiz bir umudumuz olsa. Sevin Sezgin’in nice öykülerini okumayı dileyerek bu güzel kitap için kendisine teşekkür ediyorum.
edebiyathaber.net (9 Mart 2023)