Onlarca hayat, zaman geçtikçe yüzlercesi, yanımızdan geçip gidiyor. Bazıları çok yakın, bazıları uzak, hiç tanımadıklarımız çoğu. Dokunmadan da değil, bazen kolumuzdan, yakamızdan tutarak, bazen sarılmak için boynumuza uzanarak… ama geçip gidiyorlar işte. Durmuyoruz. Duramıyoruz. Yapılacak çok işimiz oluyor genelde, yaşanacak çok çok şey. Ama o bize yakın ya da uzak başka başka hayatların yanımızdan geçip gidişinden daha buruk bir şey var; kendi hayatımızın geçip gidişi. Oysa bizi asıl biz yapacak olan, kendi hayatımızı da daha yaşanır kılan o yanımızdan geçip giden hayatlar. Onları anladığımızda kendimizi anlayabileceğimiz aynalar onlar. Ama her şey o kadar hızlı ki…
Ayla Kutlu’nun, ismini kitapta yer alan öykülerin birinden alan Hüsnüyusuf Güzellemesi yanımızdan geçip giden o hayatların öyküleri. Kitabın ilk basım yılı 1984. Ama güncelliğini kaybetmemiş öyküler, evrenselliklerini de. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi biri olabilir bu öykülerin kahramanları.
İlk öykü, Eski Bir Çocukluğun Ardında ile zaten hemen kendimizle buluşturuyor bizi Ayla Kutlu. Sanki herkesin çocukluğu göz kırpıyor satırların içinden. Ayla Kutlu, öyküleri iki grupta toplamış: Belirsiz Bir Sızıyla ve Belirgin Bir Acıyla. Grup isimlerine yaraşan öyküler, bu duygularla okuyorsunuz her birini. Bu ilk öykü de belirsiz bir sızıyla okunuyor. Antakya Kantara Mahallesi için yazılmış. Ama bu coğrafyada yaşayıp da aynı kaderi paylaşmayan bir mahalle ve çocukluk var mıdır? Hangimizin çocukluk mahallesi anılarımızdaki gibi kaldı? Bakıp da o çocukluğa has acımızı, sevincimizi, ilk ve en saf aşkların heyecanını hatırlayabileceğimiz ne bir ev, ne bir ağaç, ne bir dere kaldı bugünlere. Ve sanki bugünü görür gibi kehanette bulunuyor öykünün kahramanı: “Çünkü zaman denilen boyut nicedir kalın, yüksek duvarların tutsağı…”
Öykülerin ana kahramanları genelde çocuklar. O küçük sandığımız dünyalarında büyük fırtınalar esen, o fırtınalarla savrulan, hani yanımızdan geçip giderken bakmadığımız için ne bize ne başka bir dala tutunamayan çocuklar. Kitapla aynı adı taşıyan Hüsnüyusuf Güzellemesi o çocuklardan birinin, Hüsnü’nün hikayesi. Sevginin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacak çocuklardan Hüsnü, çünkü hiç tatmadı, sevginin nasıl bir şey olduğunu yaşama şansı olmadı. Anne babası sevgilerini ondan esirgediklerinden değil, hayatın ağırlığı altında onların da bir başkasına sevgi verecek halleri kalmadığından. O ağırlığı Hüsnü’ye de taşıtarak. Başka şansları yok, zaten onlar da öyle büyüdü, aynı sevgisizlik aynı yükle. Ayla Kutlu öyküyü öyle ince ince adım adım kurgulamış ki, öykü Hüsnü’nün ağıtına geldiğinde sesi gerçekten kulaklarımıza ulaşıyor, hem kulaklarımızı hem içimizi parçalıyor.
Sonra başka bir öyküde duvarcı ustası Mikail Usta çıkıyor karşımıza. Başka birinde, otuz yılını bir bodrumda çalışarak geçiren memur Halil Bey. Kocaman bir yetişkin onlar ama Hüsnü kadar yaralı çocuklar. Çocukluğun yaraları geçmiyor, büyüdükçe yaralar da büyüyor. Hüsnü gibi çocukların yaşamını o yaralar belirliyor bir kehanet gibi, o çocuklar büyüyünce Mikail Usta oluyor, Halil Bey oluyor.
Belirgin Bir Acıyla isimli bölümün İzinli öyküsünde ise Cevo ile tanışıyoruz. Bir hayat bir öyküde karşımıza çıktığında kafamızı çevirme şansımız yok artık. Yüzleşeceğiz. Daha üç dört yaşlarında Cevo. Annesi hapiste olduğu için hapiste olmak zorunda olan çocuklardan. Aynı kaderi paylaşan binlerce çocuğun hikayesini yazmış Ayla Kutlu. Hiç sokak görmeyen, köpek gördüğünde kuzu sanan, hiç yaşamadığı için hiç bilmediği bir evde bir sofrada iki lokma yemeğin nasıl yendiğini merakla özleyen Cevo. Belki Gülsen de Cevo’nun karşısına çıkmasını istemezdi, belki başını çevirip hayata devam edebilirdi, ama olmadı işte, Cevo ile hayatları kesişti. Cevo, Gülsen sayesinde bir gün bir günlüğüne çıkıverdi hapisten. Cevo yaşamının en güzel gününü, Gülsen ise en zor günlerinden birini yaşadı, kocaman bir yürek ağrısı ile, o ağrıyı ömrü boyunca unutamayacağının bilinciyle…
Başka bir öyküde, adı Uzaklıklardan Yalnızlıklardan, iki çocuğun öyküsü bir arada ilerliyor. İki bekleyiş öyküsü. Bir çocuğun birini ya da bir şeyi beklemesinin ne anlama geldiğini okurken sanki her şey siliniyor, yok oluyor da tüm evreni o iki çocuğun bekleme hali dolduruyor.
Hüsnüyusuf Güzellemesi öyküleri hayatta durduğumuz yeri yeniden sorgulatıyor. Öğretici ama didaktik değil. Ayla Kutlu, diğer kitaplarında olduğu gibi bu öykülerde de insanlık durumlarını yargılamadan, ne yücelterek ne küçülterek, olduğu gibi anlatıyor. Yaşamın çıkmazları karşısında insanın çıkmazlarının belirlediği kaçınılmaz yolculukları okura sunuyor. Çok mu karamsar, çok mu üzücü öyküler bunlar? İlk bakışta belki evet. Ama Ayla Kutlu, okurunu yaşamla acımasızca yüzleştiren yazarlardan. Gül bahçesi vadetmiyor, gül bahçesinin ancak insanlar tarafından yaratabileceğini, ancak o zaman var olabileceğini anlatıyor diyebiliriz Ayla Kutlu’nun öykü ve romanları için. Bazı kitaplarının arka kapaklarında rastladığımız onun gülümseyen umut dolu yüzünü bu öykülerin satırları arasında da görüyoruz.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Ekim 2018)