Hegel, Ruh ve Aristoteles’in Gerçek Taklidi: Bir Düşüncenin Yansıması | Sinem Uğurlar

Aralık 13, 2024

Hegel, Ruh ve Aristoteles’in Gerçek Taklidi: Bir Düşüncenin Yansıması | Sinem Uğurlar

Hegel, felsefeyi bir evrim süreci olarak görür; Düşüncenin kendini sonunda gerçekleştirdiği bir oluşumsal gidişat. Ancak bu düşünce, Aristoteles’in “gerçek” anlayışından oldukça farklı bir biçimde şekillenir. Aristoteles’in mantığı, gerçekliğin biçimisel olarak yaşanır; gerçek olan şey, dünyaya uygun olandır. Gerçeklik, isim ile özdeşleşen bir içeriktir. Ancak Hegel’in yaklaşımı, ruhun evrimsel ilerleyişiyle bağlantılıdır ve bu evrimsel ilerleyiş, gerçeğin bir taklidinden çok, gerçeğin başlaması, bir hareket halinde açığa çıkmasıdır.

Aristoteles için “gerçek”, dış dünyanın ortaya çıkmasıdır; her şeyin varlığının özünü bulur, küresel olarak içinde kendi kendini bulur. Aristoteles’e göre gerçeklik, “gerçek olan” ile “gerçekliğe uygun olan” arasında bir örtüşmedir. İdeallar, biçimler, aksesuarların özleri kesin bir doğruluk içinde var olur. Gerçek, tam da bu doğruluktan başka bir şey değil. Gerçek, varlıklarla bir olandır. Burada dünya sabit, katı ve belirli bir olgudur. Fakat Hegel, düşüncenin bu sadık gerçeğe uymadığını, aksine onu dönüştürdüğünü savunur.

Hegel’in kimyasında, gerçeklik bir çeşit dinamizm içindedir ve bu dinamizm, ruhun evrimiyle birlikte gelişir. Gerçekte, yalnızca düşüncelerin uygulamalarının bir kategoriye dönüşümü. Hegel için gerçeklik, statik değil, hareket halindedir. O, Aristoteles’in nesnel gerçekliğinin tersine, düşüncesinin, ruhunun kendi içsel hareketiyle bir süreç olarak ele alınır. Burada gerçek, her şeyin özünden değil, bir düşüncesel süreçten çıkar. Gerçeklik, düşüncenin zamanının gelişiminin bir ürünüdür.

Ancak bu iki özgürlük anlayışları arasında belirgin bir ortak nokta vardır: Her iki düşünür de, bir tür “taklit” düşüncelerine sahiptir. Aristoteles, gerçeğin dıştan toplanmış somut varlıkların taklidi olduğunu savunurken, Hegel, ruhun gerçekliği keşfetme yolunun bir taklitten çok, onu kendi içsel evrimiyle çözümleme olduğunu ileri sürer. Burada taklit, tam anlamıyla bir şeyin dış dünyaya yayılması değil, bir evrimsel sürecin içsel bir açıklamasıdır. Aristoteles’in “gerçek” olarak adlandırdığı şey, Hegel’in sağlığında ruhunun toplumsal evriminde bir yansıması, bir tezat ve nihayetinde bir sentez haline getirilmesidir.

Hegel’in ruhu, Aristoteles’in gerçeğinden farklıdır çünkü bir yansıma olarak gerçeklik ele alınır, bu yansıma dış dünyadan alınmaz. İçsel bir yansıma, düşüncelerin kendisinin evrimiyle şekillenir. Hegel’in ruhu, sadece var olanı değil, aynı zamanda var olan biçimini de içine alır. Bu, belirli bir şeyin dış dünyada somutlaşması yerine, her şeyin kendi ruhunda varlığını sağlayan bir sürdürülebilir evrimdir.

Aristoteles’in “gerçek” dediği şey, varlıklarla tam örtüşen bir özdür. Ancak Hegel’in “” dediği şey, ruhun gerçek bir tarihsel süreci içinde kendini gerçekleştirdiği bir süreçtir. Gerçek, zaman içinde ortaya çıkan bir harekettir; Geçmişten gelenin ve geleceğin mümkün kılınacak olanın birleşimidir. Aristoteles’in statik gerçeklik anlayışından farklı olarak, Hegel, gerçekliğin bir dönüşümü, bir akış içinde anlamlandırır. Gerçek, sabit bir nesne değil, sürekli evrimleşen bir yapıdır.

İşte burada, Hegel’in ruhu, Aristoteles’in gerçeğinden daha “gerçek” hale gelir, çünkü o, bir taklitten öte, gerçeğin bir kalması, bir düşünme sürecinin içsel gelişimidir. Gerçeklik, dışsal olarak bütünleşmiş varlıkların taklidi değil, ruhun kişisel emeğini bulma çabasıdır. Gerçeklik, insanın ruhsal evriminin şekillenmesi ve her şeyin kendini kaybetmesidir. Bu, dünyaya yönelik sabit bir bakış açısını reddeder ve daha çok varlığın içsel gelişimini, ruhun kendi varlığını arar.

Sonuç olarak, Aristoteles’in dış dünyanın olduğu gibi gerçekliğin anlayışı ile Hegel’in ruhunun evrimsel temelli gerçeklik anlayışı arasında belirgin bir ayrımlar vardır. Her iki düşünür de “gerçek”i bir tür taklit olarak kabul etseler de, Hegel’in kimyası bu taklidi, bir zaman diliminde açığa çıkan ruhsal bir süreç olarak görür. Hegel için ruh, yalnızca dış dünyaya benzemekle kalmaz, aynı zamanda dünyayı dönüştürme, içtenleştirme ve yeniden kurma gücüne sahiptir. Bu, Hegel’in sağlığında gerçekliğin içsel evrimini anlatan, absürdün ötesinde bir inşa sürecidir.

edebiyathaber.net (13 Aralık 2024)

Yorum yapın