Sanat idesinin ve idealinin ya da ülküsünün tarihsel belirleniminden, “güzel görünüş”te ortaya çıkışından ve sanatın “tarihsel olarak etkinleşme tarzından” yola çıkan Hegel, sanat türlerini “simgesel sanat”, “klasik sanat” ve “romantik sanat” olarak üçe ayırır.
Sanatın tarihsel evrim içinde kazandığı değişik etkinleşme tarzları temel çıkış noktası olunca, doğal olarak sanatın kültürel işlevi, insan ve insanın özünü gerçekleştirdiği ya da gerçekleştiremediği toplumun biçimlenimi önem kazanır. Bu yaklaşım uyarınca, sanatsal yaratıcı, sanatsal biçimlendirim ve anlamlandırım sürecinin sonucu olan sanat yapıtını, içinde yaşadığı somut-nesnel yaşamla ya da dünyayla ilişkilendirir.
Hegel’in sanatsal biçimlendirim etkinliğini somut yaşam dünyasıyla ilişkilendirmesi bağlamında sanat, “sanat üretimi yoluyla tarihsel öz-bilinci” anlatma denemesi olarak tanımlanabilir. Bu tanım denemesi gereği, sanat yapıtı, tarihsel gerçekliği ya da öz-bilinci görülürleştiren ve dolayımlayan bir estetik üründür.
Sanatsal üretim ya da biçimlendirim, iletimi ve aktarımı, dolayısıyla da alımlanmayı erekler. Sanatsal üretim ile alımlayım, bir birini tümleyen, biri olmayınca öbürü anlamsızlaşan ve gereksizleşen etkinliklerdir. Edebiyat açısından “alımlama”, okuma ve düşünsel irdeleşme edimidir.
Öte yandan, hem sanatsal üretim ve dolayımlayım hem de sanatsal alımlayım daha önce dolayımlanmış ve anlamlandırılmış olanı “yeniden anlamlandırma” girişimidir. Sanat yapıtının içinde yaratıldığı toplumsal ortam ve bu ortamın kültür ve tinsel gelişim düzeyi, sanat yapıtını belli ölçülerde biçimlediği gibi, sanat yapıtı da içerdiği anlamlandırma potansiyeliyle söz konusu toplumu ve kültürü birlikte biçimler.
Böylece, sanat, toplumsal-kültürel sürekliliği, bir başka anlatımla, insanlığın tarihsel gelişiminin sürekliliğini sağlayan bir dolayım ve üretim işlevi görür.
Sanatsal üretimi ya da sanat yapıtını sanatın tarihsel etkinliği içinde bir anlamlandırma denemesi olarak belirleyen Hegel Estetiğinin yazın-kuramsal özünü ve yansımalarını seçici ve tarayıcı bir okuma ve yorumlama yöntemiyle irdelemek, bu çalışmanın başlıca amacıdır.
Hegel felsefesinin, dolayısıyla da estetiğinin doğru kavranması ve güncelleştirilebilir yönlerinin belirlenebilmesi, büyük ölçüde bu felsefî dizgenin oluşumunu ve gelişimini biçimlendiren tarihsel koşulların ve etmenlerin gözetilmesine bağlıdır.
Hegel, Kant’ın da etkin olarak biçimlendirdiği Aydınlanma felsefe geleneği içinde felsefesini dizgeleştirmiştir. Bu yüzden, Hegel felsefesinin dayandığı Aydınlanma deviniminin özellikle yazınsal birikimini belirginleştirmek önemlidir. Bunun dışında, Aydınlanma ve romantiğin etkileşimlerini, romantik düşünür ve yazıncıların Aydınlanma’ya yönelik eleştirileri bağlamında Hegel’in sanat kuramının oluşumu ve yetkinleşimini irdelemek gerekir.
Hegel tarafından dizgeleştirilen felsefî birikim, çözümlenmesi gereken “tümlenmiş bir dizge” olmaktan çok, bir felsefî kuram olarak, belli tarihsel-toplumsal ve siyasal koşulların bir türevi olarak ortaya çıkan sorunlara ilişkin bir açıklama çabası ya da denemesi olarak yeniden açımlanabilir. Kanımca, ancak böylece, Hegel estetiğinin yararlandığı birikim, düşünsel çıkış noktaları, temel kavramları ve savunduğu temel konumlar, bir bulgulama ve gerekçelendirme edimi olarak yeniden işlevselleştirilebilir.
Yeniden işlevselleştirme, salt söz konusu sanat kuramını “anlaşılırlaştırma” uğraşı düzeyinde kalamaz; anlaşılırlaştırma uğraşının ötesine giderek, o kuramın yol açtığı sonuçları da irdelemeye katmakla olanaklı olabilir.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (13 Ocak 2016)