Yazmak, yazanın her şeyden önce tinsel-duyusal öz-yapısını, öz-bilincini dışa vurduğu bir eylem ve/veya etkinliktir. Yazma eylemi, kaçınılmaz olarak duyumsama ve tinselleştirme gücünün birliğinin ve etkileşiminin bir türevidir. Dolayısıyla, yazılan şeyin tinsel-duyusal yetkinliği, estetik niteliği ve tadı, yazanın, duyumsama ve tinselleştirme gücüne, estetikleştirme becerisine ve yetkinliğine bağlıdır. Yazmak, dili biçimlendirmektir. Dil ise, tinsel emeğin veya çalışmanın, adlandırma yetisinin ürünüdür. Bu yüzden, dili biçimlendirme gücüyle, tinseli ve duyusalı bireşimleyerek estetikleştirme yetisi arasında dolaysız ve doğru orantılı bir bağ vardır. Ayrıca her biçimlendirme, var olanı değiştirmeye amaçlayan bir etkinliktir; biçimlendirilen şey üzerinde değiştirici bir çalışmadır. Buradan şu çıkarım yapılabilir: “Sanat/yazın değiştirir!”; sanat doğal ve kaçınılmaz olarak tarihsel-kültürel bakımdan verili olanı değiştirir. Bir başka anlatımla, sanat, somut ve yaşayan insanı, toplumu ve dünyayı değiştirir.
Hegel, ‘ülkü’ kavramını, süreçsel ve oluşumsal bir nitelik taşıyan sanatın yapısal belirlenimiyle ilişkilendirir ve “düşüncenin yaşamı”, “var-oluşu” ve “canlılığı” olarak tasarımlar. Bu kapsamda sanatsal ülkü, “düşünceyi tarihsel gerçekliği içinde” ve “tarihsel etkinliği” uyarınca anlatmak demektir. Yazma ve konuşmayı da kapsayan düşünce, Hegel’in kavramlaştırmasıyla, “tin”, yapıta dönüşmek zorundadır ve “tarihsel etkinliği” ve “görülebilir bir biçimin somutluğu” içinde kavranabilir. Hegel’in söyleşiyle, “tarihsel gerçekliği içinde ülkünün yeterli belirlenimi, yapıtın da belirlenimidir.”[1] Bu nedenle, sanatı geliştiren biricik güç, sanatsal yaratımda duyusallaşan tindir.
Bu bağlamda akla gelen ilk soru şudur: Her insan tinsel nitelik taşıdığına göre, sanat yaratabilir, yapabilir ve sanatı alımlaya bilir mi? Tin ve duyumsama gücü, sanatsal yaratımın ve alımlayımın sadece çıkış noktasıdır. Sanat yaratabilmek için, tinsel ve duyusal yeterliliği, sanatsal ülkü ile birleştirebilmek gerekir. Bu nedenle, ancak tinsel ve duyusal yeterliliğini, sanatsal ülküyle bütünleştirebilen insan, sanatçı veya edebiyatçı/yazar olabilir ve öyle nitelendirilebilir. Böyle bir beceri gösterebilen ve sanat üreten insanların sanatsal yeterlilik düzeyi, tinsel-duyusal yeterliliklerini sanatsal ülküyle bireşimleme ve sanatsal yetkinliğe dönüştürme düzeyine bağlıdır.
Her sanat, verili bir malzemeyi biçimlendirir
Sanatsal duyarlılığın ve yetkinliğin kökenine ilişkin bu genel değerlendirimden sonra yazınsal yetkinlik ve yazınsal yapıt kavramları irdelenebilir. Bir önceki yazıda belirttiğim gibi, Hegel, sanat yapıtını, “dilin ve çalışmanın/emeğin birliği, dünyayı etken olarak aşma ve anlamlandırmanın birliği” olarak tanımlar. Bu tanımlama, öncelikle “yazınsal sanat yapıtı nedir?” sorusunu yanıtlamak için uygun görünmektedir. Edebiyat, anlatı sanatı olduğuna göre, yazınsal yapıt; dili, dolayısıyla da anlatı yeterliliğini üretken etkenlik ile birleştirmekle ortaya çıkabilir. Böyle bir bireşimleme, aynı zamanda içinde bulunulan tarihsel koşullarda dünyayı anlama ve anlamlandırma girişimidir. Dünyayı anlama ve anlamlandırma girişimi, hem yazan, hem de okuyan için geçerlidir ve bu girişim, aynı zamanda dünyayı değiştirme, Hegel’in deyişiyle, dünyayı etken olarak aşma eylemidir.
Her sanat, “verili bir malzemeyi biçimlendirir.” Bu bakımdan sanat, yaratıcı veya biçimlendirici etkinlik olarak tanımlanabilir. Sanat, özellikle anlatı sanatı, diyesi, edebiyat, biçimlendirim belli bir ereği izlediği için, aynı zamanda “dildir”, “anlamlandırmadır”, “yorumlamadır.” Edebiyatın biçimlendirdiği verili malzeme dildir; dilselleştirilmiş, dilde anlatımını bulmuş tinsel-duyusal üretimlerdir. Yazma ve okuma edimini de kapsayan bir yazınsal yapıt ile ilgili her türlü işlem dil ile yapılır. Bu nedenle, dil edebiyatın oluşturulduğu ortamdır; yazınsal yapıt, dilin biçimlendirimiyle yaratıldığı için, dil, edebiyatın verili malzemesidir. Aynı şekilde bir yazınsal yapıtı okuma veya alımlama da dil ile yapılan bir düşünsel-duyusal eylem veya etkinlik olduğu için, dil hem edebiyatın taşıyıcısı, hem de aktarımını sağlayan dolayımdır. Dil ve edebiyat arasındaki bu karşılıklı belirlenim ilişkisini yeri geldikçe açımlamayı sürdüreceğim.
Biçimlendirme olmadan sanat olmaz!
Yapıt, biçimlendirici çalışmanın sonucudur. Yapıt, Hegel’in belirlemesiyle, “hem biçimlendirim sürecini, hem de biçimlendirimin amacı olan ereği, somut bir nesnede görülürleştirir.” Sanatçının biçimlendirici çalışmasının ereği vardır. Sanatsal üretim, sanatçının tinsel-duyusal öz-yapısının dışa-vurumudur, dışsal bir nesneye dönüştürümüdür. Her sanatçı, üretimine öz-yapısını, öz-bilincini, dolayısıyla da dünya, toplum ve insan anlayışını yansıtır. Bu yüzden, ereksiz sanatsal etkinlik ve sanat yapıtı söz konusu olamaz. Öte yandan, sanatçı sadece politik görüşünün, ideolojisinin propagandasını yapmak için sanat yapmaz. Dolayısıyla sanatsal yaratımda, bir başka anlatımla, “sanat yapıtında” “özdeksel bir amaç” ya da “yarar amacı” güdülmez. Böyle bir amaç, ölçü koyucu değildir. Kant, bu ilkeyi, estetik kuramını dizgeleştirdiği “Yargı Gücünün Eleştirisi” adlı yapıtında “ilgisiz ilgi” ya da “çıkar gütmeyen ilgi” anlatımıyla kavramlaştırmıştır.[2]
Yazıncı, yazınsal yapıt ve nesnel dünya ilişkisi
Sanatsal biçimlendirim, belli bir “dünya anlayışını” somutlaştırarak aktarır ya da dolayımlar. Bu anlayış, Hegel estetiğine de içkindir. Düşünür, bu nedenle “Felsefi Bilimler Ansiklopedisi III”[3] adlı yapıtının “Saltık Tin” bölümünde ülküyü, sanat yapıtı olarak tanımlar ve idenin belirlenimini gözeterek, sanatı “saltık tinin biçimi” olarak açıklar. Emek ya da çalışma ve dil yoluyla oluşan sanat yapıtı, dünyayı somut “biçimlendirim” yoluyla yeniden anlamlandırma etkinliğinin ürünüdür. Bu yüzden sanat, ancak tarihselliği ve etkinliği gözetilerek anlaşılabilir.
Sanatsal yaratıcı, sanatsal biçimlendirim ve anlamlandırım sürecinin sonucu olan sanat yapıtını içinde yaşadığı somut-nesnel yaşamla ya da dünyayla ilişkilendirir. Sanatsal üretim ya da biçimlendirim, iletimi ve aktarımı, dolaysıyla da okunmayı, diyesi, alımlanmayı erekler. Sanatsal üretim ile alımlayım, birbirini tümleyen, biri olmayınca öbürü anlamsızlaşan ve gereksizleşen etkinliklerdir. Sanatçı her zaman yapıtının alımlanmasını ister. Bu son belirleme edebiyata uyarlandığında, şu söylenebilir: Yazar veya romancı, romanının yayımlanmasını, okunmasını, değerlendirilmesini, eleştirel irdelenmesini ister. Bu son derece doğal istek, yazar-yayımcı-alımlayıcı üçlüsünden oluşan yazınsal dizgenin tümlenmesini sağlar.
Öte yandan, hem sanatsal üretim ve dolayımlayım hem de sanatsal alımlayım daha önce dolayımlanmış ve anlamlandırılmış olanı “yeniden anlamlandırma” girişimidir. Sanat yapıtının içinde yaratıldığı kültür ve tinsel gelişim düzeyi, sanat yapıtını belli ölçülerde biçimlediği gibi, sanat yapıtı da içerdiği anlamlandırma potansiyeliyle söz konusu kültürü birlikte biçimler. Böylece, sanat, toplumsal-kültürel sürekliliği, bir başka anlatımla, insanlığın tarihsel gelişiminin sürekliliğini sağlayan bir dolayım ve üretim işlevi görür.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (20 Mart 2020)
[1] Friedrich Hegel’in “Estetik Üzerine Dersler” yapıtında sanat ve edebiyata ilişkin düşünce ve önermelerini, üç ciltten oluşan “Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010) adlı yapıtımda serimlemeye çalıştım. Burada ele aldığım konuları, bu yapıtımın birinci cildinde ayrıntılandırdığım için, kaynak ve sayfa numarası vermedim.
[2] Bu ve benzer konularda Kant estetiğine ilişkin daha geniş bilgi için, Onur Bilge KULA: “Kant Sciller Heidegger- Danat ve Edebiyat”, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012
[3] Georg Wilhelm Friedrich HEGEL: “Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften”; Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main, 1981, “Der absolute Geist” adlı bölüm, s. 367- 371.