Emrah Polat’ın “Yüzler” adlı romanı geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları etiketi ile yeniden basıldı. Kitabın birinci baskısındaki ana hikâye korunmakla birlikte, ilk baskıyı okuyanların fark edeceği gibi metin epey değişmiş. Özellikle kadın karakterlerin daha fazla ön plana çıkarılması anlatıyı güçlendirmiş diyebiliriz. Bu çok alışık olmadığımız bir durum olsa da yazarın kitabını tekrar ele alması, âdeta yeniden kurgulanmasını gerektireceği için zor bir süreç olmalı. Emrah Polat “Yüzler”de yaptığı değişikler için şöyle söylüyor kitabın sonunda; “Romana ‘kutsal kitap’ muamelesi yapmanın, her romancının atlatması gereken bir çocukluk hastalığı olduğunu düşünürüm; metin dokunulmaz değildir. Zaman içinde yazarın algısı, yazma biçimi, metne bakışı değişiyor; kaçınılmaz bir süreç bu.” Elbette bu genel, her kitap böyle olmalı gibi bir fikir değil ancak yazarın dikkat çektiği gibi metni, bir anlatıya sabitlemeye, sınırlar koymaya da gerek yok sanıyorum, ki romanı okurken ilk baskıyla karşılaştırdığımda farkın hissedildiğini, anlatının daha zengin bir hâl aldığını söyleyebilirim. Ayrıca metnin ilk baskısını okuyan okur için, yeni bir metin okuyor hissi doğurduğunu da eklemek gerek.
Emrah Polat romanları insanı anlatırken onu parlatmıyor. Onun hem iyi hem kötü bir varlık olabileceğini hatırlatarak anlatısını daha çok karanlık tarafa odaklıyor. Yazarın yarattığı karakterlere karşı karmaşık hisler uyanıyor okurda. Metnin bir yerinde acıdığınız, üzüldüğünüz bir karaktere başka bir yerinde nefretle bakabiliyorsunuz. Çünkü sonuçta anlatılan insan her ne kadar bilimsel görüşler, felsefi öğretiler onu biçimli, tek tip, cetvelle ölçülmüş gibi standart bir varlık kategorisine hapsetmeye çalışsa da insan kişisel tarihine göre kendisini uyumluyor. Bu açıdan Polat’ın karakterleri aslında tam da insana götürüyor bizi; kaygılarıyla, yaşamda var kalma çabalarıyla, yalnızlıklarıyla, şiddetli yanlarıyla, sövgüsüyle, sevgisiyle, yalnızlığıyla, kırgınlıklarıyla insana. Bu anlamda “Yüzler” kitabının karakterlerinde de bunu görüyoruz yani insanın her hâlini.
Emrah Polat metinleri hakkında söz etmemiz gereken bir diğer şey ise mekânların kitaplarda edindiği yer. “Yüzler” kitabı da ana mekân olarak Ankara’da geçiyor. Yan mekân olarak ise Ankara’nın kıyısından, köşesinden, Mamak gibi “damgalı” veya çok göz önünde olmayan Türközü, Kırkkonaklar, Bademlik gibi yerlerden seçilmiş. Mekânın, anlatının atmosferinde oldukça önemli olduğu düşünülürse, Ankara’nın pusuyla kurgulanmış metnin, okura gerçekten o sokaklarda dolaşıyor, o ânı yaşıyor hissini geçirdiğini söyleyebilirim. Polat, anlatısını gerçek mekânlardan yola çıkarak oluşturduğu için biraz Ankara’yı biliyorsanız, o yerlerin duygusunun siz de bir etkilenme yaratması da normal sanırım. Çünkü mekân bireyin belirleyici unsurlarından, bir yerli olmak o yerden size verilmiş kimlik gibi, dolaştığınız yollar, oturduğunuz mahalle, kişinin kendisini ifade biçimine de dönüşüyor zamanla. Bu anlamda Polat’ın karakterleri de Ankara gibi biraz bulut griliğinde, belirsiz olmaları, kesinlikli yanlar barındırmamaları metnin geçtiği mekânlarla da ilgili sanırım çünkü insan yaşadığı yere de benziyor biraz.
“Yüzler” romanının başkarakteri diyebileceğimiz Arif,12 Eylül 1980 darbesinin tokadını yemiş ve savrulmuş bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Olaylar onun karşılaştığı diğer karakterler üzerinden anlatılıyor. Arif devir değiştikçe o devre uyum sağlayan ona göre biçimlenen bir karakter de diyebiliriz sanırım. Bir dönemin hızlı solcusu, şimdinin patronu Arif. Bir yanda geçmişi bir yanda şimdisi ve çelişkileriyle yer ediyor anlatıda. İnandığı devrimin hayali bile yok denebilir bugünkü yaşamında. Ancak eş dost muhabbetinde hatırlıyor gibi görünüyor o günleri. Ama göründüğü gibi de olmayabilir belki çünkü en küçük çağrışımla geçmişinde kayboluveriyor. İçini yiyen vicdanıyla karşı karşıya kalıveriyor. İçki masalarında geçmişine dair kurduğu yüksek sesli, afili, şiirli, sloganist cümlelerin de nedeni bu olabilir diye düşündürüyor, okurken. İnsan ne kadar yüksek sesle kendisini ifade ediyorsa, aslında tam tersini söylemeye çalışıyor olabilir çünkü. Bir bakıma vicdanını rahatlatmak için bulduğu bir savunma mekanizması belki de bu. Hayat kendini dayatır, insan kendi içinden geçeni dayatır ama kazanan hayat olur, bu ise sisteme uyumlu olmayı, onun kurallarıyla hareket etmeyi getirebilir, kesinlikli herkes için geçerli bir durum olmasa da. Bu nedenle Arif hayatın dayatmasına boyun eğen ama içini, özellikle eski dostlarını gördüğünde ve alkol aldığında susturamayan bir karakter temsili olarak çıkıyor karşımıza.
“Yüzler” romanının temel noktalarından birisini de bana kalırsa “yabancılaşma” hissi oluşturuyor. Yine Arif karakterinde bu duyguya oldukça sık rastlanıyor. Yaşanılanı sanki başkası yaşamış gibi ifade etme veya taraf olmamak için yok sayma kendi coğrafyasında yaşanan acıları “vay be neler yaşanıyormuş!” diyerek dışarıdan bir gözle anlatma sanırım bu hissin yansımaları. Veya tüm o geçmişi yaşamamış gibi yaparak, küçük hesaplar uğruna aslında hapse giren, işkence gören kimliğini öteleme çabaları, anlata anlata uzaklaşılan yaşanmışlığın duygusuzca dile getirilmesi gibi özellikler. Bu özelliklerin hepsini taşıyor Arif. O artık geçmişine yabancı ama bugününde de geçmişinin gölgesinde varolma çabası veren bir karakter.
“Yüzler” romanının erkek karakterleri, kültürel erkeklik kimliğinin kendilerine verdiği tüm biçimlenmişliği bünyelerinde barındırıyorlar. Bu durum romanda oldukça gerçekçi bir üslûpla gösterilmiş. Kadını bir nesne gibi gören, yaşamının mutsuzluklarını evdeki eşine bağlayan, başkasıyla birlikte olmaktan haz aldı diye sevdiği kadının katledilmesi gerektiğini düşünen, gördüğü kadın kalçasından tacizci bakışını esirgemeyen erkekler. Erkeklik denen verili kimliği hiç sorgulamayan karakterler, kültürel erkekliğin; kimliği, siyasi fikri, mesleği ne olursa olsun bireyi nasıl biçimlediğinin de göstergesi olmuş bu anlamda. Kadın karakterler ise bu eril düzende yaşam mücadelesi veren; 12 Eylül’de kaybolup giden kocasından bir daha haber alamayan, eşi tarafından aşağılanan, taciz edilen, fahişelik yapan, eşinden psikolojik şiddet gören, mafya tarafından dövülüp yol kenarına bırakılan; Zeynepler, Betüller, Nazlar olarak yer ediyor metinde. Böylece erkeklerin dünyasında kadın olmanın tüm zorlukları göz önüne serilirken, verili erkeklik kimliğinin, toplumsal cinsiyet rollerinin gözünde kadının yerini de sorgulamış oluyor yazar.
Emrah Polat’ın “Yüzler” adlı metni tüm yüzleriyle insanı konu ediniyor. Kimliği, cinsiyeti, siyasi görüşü ne olursa olsun insan denilen varlığın nasıl değişken, nasıl koşullara göre uyum sağlayan bir varlık olduğunu karakterleri üzerinden anlatıyor. Bu anlamda metin bize insanı biraz daha yakından tanıma fırsatı sağlıyor ve en başında belirtildiği gibi; “hepimiz en az iki yüzlüyüz” cümlesinin hiç de boşa kurulmadığını göstermiş oluyor.
Emrah Polat’a göre yazma üzerine 8 öneri>>>
Yüzler’in teaser’ı
Emrah Polat – Yüzler from İletişim Yayınları on Vimeo.
Emek Erez – edebiyathaber.net (17 Nisan 2017)