1828-1910 Yılları arasında yaşayan, edebiyatın en büyük isimlerinden Lev Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar?” adlı yapıtını incelemeye karar verdiğimde, kitabın sorduğu sorunun yanıtının tam olarak bulunamayacağını biliyordum. Çünkü insan varoluşundan bu yana belki de en çok bu soruyu sormuştu, soruyordu ve soracaktı; kendisine ve tanıdık tanımadık herkese.
Eser, altı öykü başlığı altında ana temasına yani bu çok katmanlı olan soruya yanıt arıyor. Yazarın yapıtlarını hemen hemen her yazarda yaptığımız gibi kendi yaşamından bağımsız değerlendiremeyiz. Gençlik dönemlerinde topçu albayı olarak görev alan yazar, tanık olduğu savaşlardan edindiği izlenimlerle gerçekçi hikâyeler yazarak başlıyor yazın yaşamına. (1855’li yıllar) 1860-61 yıllarında ise Avrupa gezisinde tanıştığı Victor Hugo’yla söyleşilerinden etkileniyor ve eserlerindeki savaş bölümlerinde bu söyleşilerden etkileşimler seziliyor.1870’li yıllara gelindiğindeyse derin bir ahlaki kriz yaşayarak indiği derin çukurlardan yepyeni bir uyanışla çıkıyor ve ateşli bir sorgulamaya girişiyor.
Kimilerimiz kayıplarımız nereye gitti? Diye sorgularken, kimimiz ölümü, doğumu, varoluşu ve yok oluşu ararken yaklaşıyoruz Tanrı’ya. Bazılarımızsa aynı sebeplerden uzaklaşıyoruz ondan. Tolstoy ne yaklaşıyor ne de uzaklaşıyor ondan sadece arıyor, arıyor, arıyor… En sonunda da bu eserinde, yalın, özgün ve sevecen bir dille bize, bulduğunu anlatıyor:
“Çocukların yaşaması için anneleri bana yalvarmış ve ben de ona inanmıştım. Annesiz, babasız yaşayamayacaklarını düşünmüştüm fakat bir kadın onları besleyip büyütmüş. Kadının, başkasının çocukları için duygulanıp ağladığını görünce, onun da içinde Tanrı’yı gördüm ve insan neyle yaşar öğrendim. Sonra Tanrı’nın bana son hakikatini de gösterip beni affettiğini anladım, üçüncü kez gülümsedim.” (Sayfa 40.)
1885 yılında incelediğimiz eseri yazması pasifisizm yani şiddetsiz direniş hakkındaki fikirlerini daha da genişletir. İşte burada biz tam olarak diyebiliriz ki Tolstoy aslında Hristiyanlık ve Tanrı hakkında yazmaktadır ancak bu görüşlerin çok da üzerinde bir yeni felsefi görüşün buluşundadır. Bu buluş, bahçesini düşüne düşüne adımlarken 1894 yılına gelinir ve o “Tanrı’nın Krallığı İçinizdedir” eserini kaleme alır. Bu eserle kendisinden sonra gelecek birçok lidere kaynak olmuş, onların halkına umut ve özgürlük sağlamasına yol açmıştır.
Onun, şiddetsiz direniş görüşünü tetikleyen bir başka olay ise Paris’te halka açık bir infaza tanık olmasıdır. Bu infaz, hayatının geri kalanına damgasını vuracak bir deneyim olmuştur. Arkadaşı Vasily Botkin’e “Gerçek şu ki devlet yalnızca sömürmek için değil, her şeyden önce vatandaşlarını yozlaştırmak için tasarlanmış bir tuzaktır. Bundan böyle hiçbir yerde hiçbir hükümete hizmet etmeyeceğim.” Dediği nokta işte burasıdır.
Tolstoy, insanlığın çeşitli meselelerine değinirken ve sanat, fikir değerini yaşadığı ülkenin toplumsal, siyasal çalkantılarını anlatırken bu evreni tüm dünya toplumuna uyarlamayı, ülkesini anlatırken başka ülkenin insanının duygularına dokunabilmeyi de başarmıştır.
Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştığı içindir ki “İnsan Ne ile Yaşar?” eserini yazmış olmalı. Son satırlarında “Ne İle” sorusunun yanıtını aşağı yukarı “sevgi” ile yanıtlasa da bu yanıtın “sevgi” olmadığını da düşündürerek bizi çok uzun tartışmalara da sürükleyebilir. Evrensel olmanın belki de en büyük becerisi budur. Hala düşündüren, hala öğreten ve hala bize yepyeni pencereler açan metinler yazabilmek.
Kitabı, İthaki Yayınları’nın 2018 baskısından değerli çevirmen Orhan E. Tekin emeğiyle okudum. Hala düşünüyorum, bizler ne ile yaşarız, ne için yaşarız? Gelin beraber düşünmeyi sürdürelim.
edebiyathaber.net (12 Ekim 2023)