“ ‘Feliçita adlı öyküde, yetimhaneden çıkmış iki arkadaş; kazanmak için değil, ölmemek için yaşıyor. Varmak için değil, duracak yerleri olmadığından az gidiyor uz gidiyor, dünyayı bir hane değil saçak altı olarak kullanıyorlar. Küçük numaralarla hayatta kalmanın, gülmenin, doymanın yollarını arıyorlar. Ânı, günü kurtarmak için. Muhabbet edecek birini bulmak için.” diyordu Cumhuriyet Kitap’taki söyleşisinde Seray Şahiner.
Bir varmış bir yokmuş… İstanbul’un varoşlarındayız. Yeni zamanlar, herhangi bir gecekondu semti burası. Kahramanlarımız: 17’lik ve 19’luk… İsimleri yok, çünkü hikâyeleri anonim, lakapları var. Mahalledekilere bakılırsa çulsuzlar. Adları çıksa ünlü olacaklar halbuki. Mümkünü yok çünkü kazanmak için değil ölmemek için yaşamışlar bugüne dek. Semtin kurulduğu yıllarda kahramanlarımızın televizyonda çok moda olan, ellerini birbirine sürtüp ateş başında ısınmaya çalışan ataları vardı: Feliçita Mehmet… Artık kimseler öykünmüyor onun gibilere. Milenyum sonrası insanları olarak internette hızlı bir aramayla videolarına ulaşabiliyoruz. 17’lik babasını hiç tanımamış, 19’luk ise nefret etmekte. 19’luk 17’liğe göre daha cesur, atak; 17’lik biraz çekingen. Çocuk Esirgeme Kurumunda büyümüşler. Anlatıcının belirttiği gibi: “Bir imamın Türkçe anlattıkları kadar din, köy kalkındırma derneği başkanlarının düğünlerde yaptığı konuşmalar kadar hitabet bilirlerdi.” Kuruma gelen gönüllüler hafta sonları çocuklara masal okur ve evlerine hangi çocuğu götüreceklerine karar verirler. Masal okuyanlara kendilerini sevdirip kurtulmak için uyumamaları gerekir, uyurlarsa istedikleri rüyayı göremezler.
Ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Kahramanlarımız mahalle camisinin yanında bekler. Yağmur yağar. Yemek kokuları gelmektedir: tavuk-pilav… Açıl sofram açıl… Kahramanlarımız taziye evindekileri tanımazlar ama komşuluk önemlidir. Müteveffa Musa Tez meşhur olmuştur sonunda, ismi hoparlörden anons edilerek. Varlığı yaşam değil ölüm kanıtlar bu mahallede. Açıl susam açıl! Kapıyı gençten bir adam açar, baş sağlığı dilerler. Çorapları ıslak, ayakkabıları su çekmiştir. Tavşanın ardından ağaç kovuğunun içine giren Alis, düşmeye başlamış; duvarlarda tablolar asılıymış… Taziye evinin duvarlarında aile fotoğrafları asılıdır. Evdekiler pilav için tavuk ditmektedir. Torunlar yatak odasında sigara içmektedir ağlaşarak. Kahramanlarımız ıslak çorap kokularını saklamak için terlik giyerler. Müteveffayı sanki tanıyormuş gibi rutinleri yerine getirirler, baş sağlığı dilenir, rahmetli hayırla anılır, büyüklerin eli öpülür. Ağzı laf yapan çulsuzlardır. “Şahiner insanların en aptalının bile artık çok enayi olamadığı bir dünyadan yazıyor: asgari bir sinizm, bir haşinlik belki, bir ‘külyutmazlık’, hem bu dünyada sağ kalmanın hem de yazının inandırıcılığının koşulu hâline gelmiştir.” diyor Orhan Koçak bu küçük kurnazlıkları anımsatarak.
17’lik ve 19’luk karabiberli tavuk pilavı yer, çay içmeden kalkar. Evin kızları poşetlerle girip çıkmaktadır. Hızlanan yağmurda, cami duvarına yaslanıp beklerler, kapının önüne bırakılan poşetten tavuk kemikleri çıkar, kediler hemen harekete geçer. Evin kızı Musa Tez’in ayakkabılarını kapıya bırakır. Hızlıca alırlar. Kırk numara ikisine de küçük gelir. 17’lik arkasına basıp giymeyi planlar ancak eğilip baktığında içindeki yavru kediyi görür. “… Hepyek’te hep kriz anlarını aldım. Çünkü orada inatla birleşen bir umut var. İçinde bulundukları zor durumları, yanındakine moral vermek için ‘ İleride bunları gülerek anlatıcaz’ diyen, mizahı şifa niyetine vadeden insanlar var. Bu kitapta da ana karakter olarak genelde onlara yer verdim.”
Çizmeli Kedi’ye ne olmuş? Dokuz canından dokuzunu da sefa içinde sürmüş… Masallar düzyazıdır; din, büyü ve inanışlardan bağımsızdır. Tamamıyla hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırma kaygısı olmayan kısa ve yoğun bir anlatı türüdür. Feliçita’da bazıları değiştirilmiş tekerleme cümleleri ve söz kalıpları; ayrıca Batı kökenli bildik masallardan alıntılar, kalıplaşmış ancak öyküye uyarlanmış masal cümleleri her bölümün bir nevi başlığı gibidir, içeriğe ve kahramanların eylemlerine dair dolaylı çağrışımlar yaparlar. Masallardan alınan bu cümleler bağlamları değiştirildiği için yabancılaştırma efekti yaratır. Rutin akışta bir değişiklik yaratmak, hikâyeye bir tat vermek de olabilir yazarın amacı.
“Ve sonsuza kadar; bir varmış bir yokmuş…” Öykünün ilk cümlesi gibi son cümlesi de hikâyenin uydurma olduğunun ve var olan döngülerin sonsuza kadar tekrar edebileceğinin kanıtıdır. Söz kalıplarıdır bunlar. Masalların sonunda başkahramanların bahtları güler genelde. Feliçita öyküsünde 17’lik ve 19’luğun zaten işleri yok, aileleri yok, ikbal ve servet gibi ulaşabilecekleri bir hedefleri de yoktur. Sıfırdan başlayıp akıllılık ve beceriklilikleri sayesinde istek ve arzularına ulaşmalarını sağlayan bir geçmişleri de yoktur üstelik. Masalın konusu olamayacakları gibi resmi tarih kitaplarına da giremezler. Ancak modern öyküleri ayakta tutarlar.
Okuyucuya hayata oyunla devam etme duygusu veren bir öykü bu… Ayrıntılar, gözlem gücü, tutumlu diyaloglar, deyim ve argonun işlevsel kullanımı, günlük konuşma dili, az ama öz aksesuar lekeleri… Duvarlarda aile fotoğrafları, zigon sehpalar, tavuk pilav ayran karabiber… Yazarın üslubu sokağın dili, seçtiği konuya ve yarattığı kişilere yakışıyor. Küfür, argo ve deyimler dozunda kullanılmış. Kurmaca kişilerin acı, sevinç ve açmazlarını okura hissettirebiliyor. Hem hikâye ve dil hem de kurgu nitelikli…
Seray Şahiner’in “Hepyek” teki öyküleri üzerine çokça düşünülmeyi ve derinlikli okumalar yapılmayı hak ediyor.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (19 Haziran 2019)