Mehmet Anıl’ın yayımlanan son romanı Afet, adı gibi ilgi çekici bir hikâyeyi anlatmaktadır. “Femme fatale” bir karakter olan Afet’in kimliği araştırılırken işin içine birçok farklı kişi karışmış, olay örgüsü giderek genişlemiştir.
Günümüzden 20 yıl sonra “gerçekleşecek” olayları anlatan Afet, eğlenceli dili ve olay örgüsüyle okurunu içinde tutmayı başarabilecek bir roman. Anıl’ın hikâyesini üzerine kurduğu Muzo (nâm-ı diğer Muzaffer), çocukken kendilerini terk edip giden babasının peşine düşer. Babasını arama süreci boyunca başına gelenleri aktarırken aslında olayların sonunda ne olduğunu hiç saklamaz. Onun okurdan gizlediği tek şey “babası”dır. Dolayısıyla asıl olanın hikâye değil keşfedilen babanın kimliği olduğu söylenebilir. Babasını aramak için yola çıkmış Telemakhos gibi bin bir serüvenin içine giren Muzo, bu süreç boyunca bir yandan da hasta kardeşi Peri’nin huzur içinde ölmesini sağlamaya çalışır. Bu iki uç arasında denge tutturma çabası yer yer bölünmelere yol açsa dahi büyük bir sapma gerçekleşmez.
Muzo, bir yandan kardeşi Peri’yle beraber dilencilik yaparken öte taraftan jigololuk yapan; Peri, henüz çocukken ölüm döşeğinde biri gibi görünen; Baba Derman, dilenciliği bir sektör, profesyonel bir şirket haline getiren; Koray, jigololuğun örgütlenmesini kuran; Afet, her şeyi bir yana atıp bir yandan adı gibi şuh, öte taraftan tam zıt bir görünüşe sahip biridir. Bu kadar farklı karakterin bir araya geldiği kitapsa alabildiğine eğlence barındıran bir serüvene dönüşmekte, hızla akıp gitmektedir.
İnsanın kimliğini bulma ve geçmişini anlama çabası bazen başarıyla, bazen büyük hayal kırıklıklarıyla sonlanır. Kişinin ardında ne bulacağını bilmeden giriştiği bu mücadele incelenmeye ayrıca değerdir. Bunu gerçekleştirmekse başlı başına bir cesaret gerektirir. Çoğu insan, bilmemeyi kabullenerek kendi çizgisinde bir rahatlık bulur. Bunun aksine bir tutumsa kişiyi farklı boyutlara taşır. Bu tutumdan çeşitli eserler doğar. Afet’in bu arayışın bir ürünü olduğu söylenebilir. Arayışın içindeki (Muzo) karakterle arayışın tanığı (Peri) olan karakterin yaşantıları bu açıdan düşünülebilir. Sonuçta bu yüzleşmeyi gerçekleştiren hayatta kalırken tanık aradan çekilir. Yazarın belki bir anlamda kendi eğilimini gösterdiği, dramatik olay şemasını bu biçimde kurguladığı yorumuna gidilebilir. Arayış ve gerçekle yüzleşiş kişiyi hayatta tutarken tanık olma ölüme/bilinmeze/sessizliğe sürükler.
İnsan, davranışlarının nedenini her zaman başlangıçta bilemez. Bazen asıl olan, bunun nedenini keşfetmektir. Neden, davranıştan sonra gelebilir. İşte bu noktadan Afet’e bakıldığında bir “neden arama” romanı olduğu düşünülebilir. Muzo, başından geçenleri anlatırken olaylara yaklaşımında belli bir olgunluk gösterir ve aslında bu “neden’in peşinde olduğunu ve bunu paylaşacağını” duyumsatır. Islahevinde geçirdiği süreçte karakterindeki oturmaların ve artık her şeyin farkında olmanın ona getirdiği olgunluk, metnin kaleme alınış sürecinde onun kendi kimliği ve yaşadıklarıyla yüzleşmesini sağlar. Birbirinden çok farklı yaratılış ve yaşayışa sahip insanlar farklı eksenlerden böylelikle değerlendirilir. ‘Kardeşinin ölümüne aslında çok üzülmediği, küçükken ondan kaçtığı’ gibi gerçekleri kabul eder ve suçluluk duymadığı bu davranışlar karşısında kendisiyle yüzleşir. Bu yüzleşme, onu zaman içinde başka birine dönüştürür. Dolayısıyla bir büyüme/dönüşüm romanından söz edilebilir. Üstelik bu bütün karakterler üzerinden okunabilir. Bütün karakterlerin kimlikleri deşifre olurken içlerinde barındırdıkları kötücül duygular açığa çıkar. Bu, davranış nedenlerini imlerken insanın yalnızca kendi olma sürecini gözler önüne serer. Hiç kimse, romanda belirtildiği gibi, çevresinde kendinden bağımsız gelişen şeylere tahammül edemez. Herkes, belli oranda bir kıskançlık, imrenme duyar. Bu, gün yüzüne çıkarken insanın tıpkı “yin-yang” gibi bir “oluşum”un parçası olduğunu gösterir. Bu oluşumların bir kısmı tamamlanırken bir kısmı eksik kalır ve parçaların peşinde dolanıp durulur.
Roman boyunca okur birçok kez gülümserken bazen oldukça sert gerçeklerin, yüzleşilmesi zor durumların karşısına çıkarılır. Peri’nin ölümündeki çıplaklık buna örnek olarak verilebilir. Hızla geçilen bu süreç yazarının düzenleyiş biçimiyle bir şok etkisi yapıp hızla metinden uzaklaşır. Okur, ölümü öğrenir, bir ân duraksar ve sonra onun üstünden atlayıp hikâyeye devam eder. İşte metnin yapıtaşını oluşturan şey olan “hikâye” burada öne çıkar. Bütünlüklü olan bu hikâye, içindeki parçaların yer yer duyumsattıklarıyla beraber gücünü örgünün bütününden alır. Kısa hadiseler ve sonuçları zaten önceden verilmiştir. Ölümler, dirimler, ikilemler zaten önceden belirtilmiş, sonra bunun gerçekleşme süreci anlatılmıştır. Üstelik buna rağmen merak duygusunun yitmemesi, özellikle babanın kimliği konusundaki araştırmalar, yaklaşımlar ve uzaklaşışımlar öne çıkar. Buna ‘Muzo’nun dili’nin bir tür katkı sağladığı söylenebilir.
Metindeki yer değiştirmeler veya eşlikler ayrıca dikkate değerdir. Baba ve oğul “Derman”lar; (Baba) Doktor Erhan ve Afet, kitaptaki temel denklikleri oluşturur. Biri eksildiğinde yerine diğeri geçer. Peri ve Korhan karakterleri de aynı şekilde Muzo’nun hayatında belirli süreçleri oluşturur, dengeyi sağlar. Tıpkı Anthony Burgess’in Otomatik Portakal’ında olduğu gibi, gelecekteki mesut ve zengin hayatını düşünerek yaşadıklarını anlatan Muzo’ya bu süreçte eşlik edenler böylelikle onun çeşitli dönemlerini oluşturur. Karakterin farklı eğilimleri bu üç kişinin yanında açığa çıkar. Böylelikle paralel okumalar yapılabilir.
Mehmet Anıl’ın Afet’i eğlenceli dili, 20 yıl sonrasını komik anlatımıyla düşündürmesi ve hikâyesiyle ilgi çekici bir roman olarak durmaktadır.
Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (17 Mayıs 2017)