Gündüz Vassaf, 2014 yılında yayımladığı İstanbul’da Kedi‘den sonra İstanbul’un unutulmuş, unutturulmuş tarihini, gözünü para hırsı bürümüşlerin dünyaya, doğaya nasıl zarar verdiklerini şehrin en eski sahiplerinden kedilerin üzerinden anlatmıştı. Vassaf, geçtiğimiz günlerde raflara düşen yeni kitabı Boğaziçi’nde Balık‘ta eski İstanbul’u, Bizans’ı, iktidar hırsından gözü dönenleri, daha fazla para kazanabilmek için İstanbul’un yeşilini, denizini gözlerini kırpmadan kirletenleri, küreselleşmenin yıkıcılığını bu sefer şehrin bir başka eski sakinlerinden, Uçmakdere balıklarının gözünden anlatıyor. Vassaf, Boğaziçi’nde Balık‘ta hikayelerini mitolojinden, yakın tarihten beslenerek, bilindik sarkastik üslubuyla anlatıyor. Gündüz Vassaf’ın şiirden, masala hatta bilimkurguya varan farklı anlatım biçimleriyle zenginleştirmiş hikayeleriyle beraber her öykünün yanında yer alan Mehmet Güleryüz, Balkan Naci İslimyeli gibi önemli ressamların çizimleri de kitaba zenginlik katan unsurlardan.
Vassaf, Boğaziçi’nde Balık‘ta, sadece her geçen yıl doğal güzelliği gittikçe bozulan İstanbul’u bu hale getirenlere değil, hırsları yüzünden dünyayı yaşanmaz hale getiren politikacılara, reklamcılara da kızıyor. Eski İstanbul’a, Bizans’a, dolayısıyla artık unuttuğumuz geçmişimize, tarihimize bakıyor. İstanbul’u bir türlü bitip tükenmeyen bir şekilde metalaştırıp para kazanmak isteyenlere karşı İstanbul’un nasıl direndiğini de gösteriyor.
“Palamut kalıcı, liderler geçici!”
İstanbul, bizim ona yıllardır verdiğimiz tüm tahribatlara rağmen ayakta kalmayı başardı. Önce “İnşaat Ya Resullah” diyip İstanbul’u şantiye alanına çevirdik, etrafa sevimsiz gökdelenler diktik sonra Marmara Denizini kirlettik, vakti zamanında balık kaynayan sulardan balık çıkmaz oldu. Yetmedi, fabrikaları daha fazla para kazanma arzusuyla hep Marmara çevresine yerleştirdik, ormanı katlettik, manzaramız beton yeşili oldu. İstanbul’un her bir köşesine sinmiş tarihini de kentsel dönüşüm adına hunharca yok ettik, geçmişimizi unuttuk. Gündüz Vassaf da kitap boyunca bu duruma dikkat çekiyor. İmparatorluktan Cumhuriyet’e ulus devletleşme sürecindeki geçmişin unutturulma halini satırlara döküyor, tarihi kendisinden başlatarak sokakların, meydanların hatta balıkların bile isimlerini bile değiştiren iktidarların toplum üzerinde yarattıkları belleksizliği, İstanbul’un o çok kimlikli yapısından tek kimlikli hale getirilmesinin oluşturduğu renksizliği anlatıyor ve bir zamanlar Bizans’ın simgesi olan ve o dönemlerde sikkelerin arkasında yer alan palamuttan yola çıkarak, kendilerini çok önemli atfedip sonsuza kadar hatırlanacağını sanan politikacılara şu uyarıyı yapıyor: “Palamut kalıcı, liderler geçici.”
Gerçi bu uyarıya bugün hala kulak asmayan politikacılar var maalesef. Yakından tanıdığımız bir ülkenin siyasetçileri örneğin, kendi iktidarlarında “şanlı tarihimiz” diyip tarihe kendi ideolojik dünyalarından bakmaya devam ediyorlar. İstanbul’a duydukları aşkı her fırsatta dile getirip, şehrin tarihinin bu kadar tahribata uğratılmasına ses etmiyorlar hatta Marmaray projesi çalışmaları esnasında bulunan ve 8bin yıl öncesine dayandığı söylenen arkeolojik buluntular için “3-5 çanak çömlek Marmaray’ı 4 yıl geciktirdi. Yazık değil mi günah değil mi?” diyenler bile çıkabiliyor. Bu tarihe, geçmişe yönelik kayıtsızlık, tek taraflı bakış açısı iktidarın dili olunca doğrudan hayatın da dili oluyor. Dolayısıyla çevre katliamına, tarihi yapılara, kalıntılara yapılan tahribatlara ses çıkarmayanlar, “şanlı ecdat” televizyonda kötü gösterildi diye yeri göğü inletiyor, arabalarının arka camlarına Osmanlı Tuğrası stickerları yapıştırıp tarihine sahip çıktığını düşünüyorlar. Lakin tüm bunlara rağmen İstanbul inatla bu yıkıma direnmeyi başararak ayakta durmaya devam ediyor. Zaten Gündüz Vassaf, kitabın en etkileyici bölümlerinden olan ‘İstanbul’un Sesi’nde şu dizelere yer vererek durumu bir anlamda özetlemiş olmuş: “Fethedildim/Yağmalandım/ Nice donanma demir attı sularımda/ Gelen giden bayrak dikti topraklarıma/ Sadakat aramayın bende/ Biri gider/ Öteki gelir/ Ben kalırım”.
Küreselleşme çağında aynılaşan şehirler
Boğaziçi’nde Balık’ta dikkat çeken bir başka husus da, küreselleşme çağında çok uluslu şirketler yüzünden kimliğini yitiren ve artık birbirlerine benzeyeme başlayan şehirlerin durumu oluyor. Vassaf, kitapta İstanbul’un da giderek çok uluslu şirketler sayesinde giderek kendi kimliğini kaybetmesini anlatıyor ve en sert eleştirilerini kentleri metalaştıran, onları bir reklam kuşağına dönüştürenlere yöneltiyor. Para kazanma hırslarıyla şehirlerin kocaman bir AVM’ye dönüşmesine kızıyor, insanların bu durum karşısında ki sessizliklerine, kayıtsızlıklarını eleştiriyor. Kitaptaki ‘Boğazı Küreselleştiren Reklamcı” öyküsünde bu durum daha bir belirginleşmiş. Vassaf, boğazı rengarenk boyayıp, su da yüzen reklam projesi olan bir reklamcıyı anlattığı bu öyküsünde belki de çok yakın bir gelecekte karşımıza çıkacak bir İstanbul portresi sunuyor. İstanbul için her ne kadar vaziyetler kötü olsa da yazar, politikacılardan sonra gözleri para ve kendilerinden başka bir şey görmeyen şirketlere de uyarıda bulunmayı ihmal etmiyor: “Savaşlar ateşkesler biter, İstanbul’u bitiremediler.”
Sonuç olarak, Gündüz Vassaf, İstanbul’da Kedi’den sonra Boğaziçi’nde Balık’ta da İstanbul’un yardım çığlığını duyurmaya çalışıyor okuyucularına, belki bir duyan olur, bu gidişata hayır diyen birileri çıkar diye…
Can Öktemer – edebiyathaber.net (30 Eylül 2015)