Her Şey Nasıl Oldu, Çekoslovakya’nın komünist dönemdeki serüveninin toplumun birçok tabakasına sinmiş uzun bir hikâyesi. Cumartesi Kitaplığı’nın Dünya Edebiyatı Atlası’na yeni eklenen eser, Çekçe’nin öne çıkan yapıtlarından.
Her Şey Nasıl Oldu’da olaylar bir kız çocuğunun dilinden ve gözünden aktarılır. Bu ikisinin birbirine yakın dursa da aynı şey olmadığı eser ilerledikçe farkedilebilir. Kimi yazarlar olayları bir çocuğun gözünden aktarırken dili aksatır, kimileri dilde başarılı olurken gözü bir çocuğunkinden uzaklaştırır, anlatıyı başka noktalara sürükler. İrena Dousková’ysa bu iki konuda da başarılı bir yazar profili çiziyor. Hem dil olarak hem de anlatının gözü olarak metnini iyi bir noktaya konumlandırıyor. Bu açıdan yazarın başarılı olduğunu söylemek mümkün. Romanın asıl kahramanı Helena Součková, henüz sekiz yaşındaki bir kız çocuğudur. Ancak bu küçük kız çocuğunun gördükleri, şahit oldukları, yaşadıkları kendini çoktan aşar; bir dönemin, sancılı bir dönemin tanığı olur. Bunu okuyucuya aktarırken kendi dünyasının da bu anlatıya neler katabileceğini okura gösterir. Helena çocukluğunun renkli ve her daim umutlu dünyasını hissettirir. Romanın daha ilk cümlelerinden itibaren Helena’nın karakterini, duyglarını düşüncelerini öğrenir, kendi ve yakınlarının başından ne kadar çok şey geçmiş olduğunu görürüz. Bu fazla kilolu, Lugar ve diğerlerinin “dobişko” olarak çağırdığı, “sevimsiz konular”dan uzak durmaya çalışan karakterimiz, mütevazi köyünden Prag’a doğru uzanan anlatısında birçok durakta soluklanır ve bunları okuyucusuna aktarır.
Romanın “Önsöz”ünde yazar Dousková kitabın kendi yaşadıklarından izler taşıdığını da okuyucuyla paylaşır. Yazarla Helena arasında bu açıdan koşutluklar kurmak mümkün. Yazarın biyografisine baktığımızda tiyatrocu bir aileden geldiğini, gazeticilik yaptığını farkederiz. Bu iki unsurun onun yazarlık serüvenine katkı sağladığını romanına baktığımızda da anlayabiliriz. Karakterinin duygularını dile getirirkenki içtenliği, diyaloglarındaki sadeliği, anlatımdaki temposu bunu destekler. Özellikle gazeteciliğinin romanın diline katkısı ve eseri kolay okunabilen bir romana çevirmesi göz ardı edilemez. Yazar, dil olaylarından, göndermelerden bu anlamda bir nebze uzaktır. Bunda seçtiği karakterin bir çocuk olmasının da etkisi vardır. Dousková bunun yerine karakterinin hikâyesinin etrafına, arka plana sosyal ve siyasal gelişmeleri yerleştirir. Helena’nın bu anlamda kendi öyküsüne paralel giden bir Çekoslovakya anlatısı da ortaya çıkar.
Eser boyunca diyaloglardan ziyade olayların anlatımıyla karşılaşırız. Anlatıcı ve ana karakter Helena, anlatıyı okura sunarken kendi kendine konuşmaktan, olayları anladığınca paylaşmaktan, onları yorumlamaktan kaçınmaz. Dilinde bir çocuğun sadeliği ve bazen her şeyi kavrayamayışı vardır. Bunun yer yer romana naif bir atmosfer kattığını da söyleyebiliriz. Caslav’da kaldıkları otelin tuvaletinde gördüğü; “Ve onun altında: ‘Beni arkamdan becer!’”[1] cümlesini algılayamaması, bunun üstüne etrafındakilere sorması ve onların bozarıp kızarması, bir türlü bu cümlenin anlamına erişememesi gibi birçok örnek romanda çocuk dilinin sadeliğini, onların saflığını okura sunar. Cinayetleri, ölümleri, sosyo kültürel gelişmeleri bütün çıplaklığıyla ortaya serer. Bu çocuk gözünden anlatımın diyaloglara nazaran ağırlıklı bir yer tutmasının nedeninin dönemin zorluğuyla, konuşmanın ürkütücülüğüyle bir ilgisi olabilir mi? Çekoslovakya’nın bu karanlık dönemine baktığımızda, özellikle yazarın “Önsöz”de de söylediği ve bizzat tanık olduğu olaylar göz önüne alındığında, her baskı döneminde olduğu gibi insanların kendi içlerine çekildikleri görülür. Ülkede bir şeyler oluyor, ancak kimse bu olanlara dâhil olmuyor. Herkes birer seyirci konumunda. Oynayanlar başka, alkışlayanlar başka, izleyenler başka. Kimse bu oyuna dâhil olmak istemiyor, çünkü oyunda tehlikeli bir şeyler var; kaybetmek, ölmek, yok sayılmak ve hatta hiç var olmamış derecesine gelmek. Bu denli ürkütücü bir oyunun içinde herkes susmayı tercih eder, çünkü susmak bir nevi uzak kalmak, yok saymak veya görmemezlikten gelmektir. Sorumluluk almayı ve karşı durmayı reddetmek; bazen birilerini korumak, aile gibi, bazen sırf hayatta kalma içgüdüsü… Bu durumda hükümet tarafından suçlanmazlar, tehdit edilmezler, sessiz sakin varlıklarını sürdürürler. Ancak halk nezdinde, tarih nezdinde, gerçek mücadele nezdinde sorumluluklarını yerine getirmemiş olurlar. Tüm bunları anlamak, romanda neden diyalogdan ziyade anlatının öne çıktığını anlamayı kolaylaştırır. Dönemle romanın tercih ettiği metotlar arasında bu tür bağlar kurulabilir ve bu bağlar farklı başlıklar altında ele alınabilir.
Romanda öne çıkan gizemli karakterlerinden biri de S. Gururdu’dur. Romanın daha ilk cümlesi Helena’nın ağzından S. Gururdu’ya dâir bir hayranlıktır. “Dün önemli bir gündü; okul megafonundan ‘S. Gururdu’ adlı bir beyefendi hakkındaki o güzel şiiri duydum. Başından geçen bütün zorluklara rağmen çok cesur ve azimli biriymiş.”[2] Anlatıların ilk cümlelerinin anlatının devamlılığına dâir önemli ve unutulmaması gereken notlar olduğunu düşünürüm. Bu anlamda ilk satırların bu karakter için sarfedilmesinin ileride yol açacağı kırılmalar için okuyucuya verilmiş bir ipucu olduğunu düşünmek pek de zor değil. Üstelik onun ne derece “azimli” biri olduğu düşünüldüğünde… Romanı okuyanlar bu farklı karakterin Helena için nasıl bir öneme sahip olacağını ve Çekoslovakya için ifade edebileceği anlamı göreceklerdir.
İrena Dousková’nın Her Şey Nasıl Oldu isimli romanı Çekoslovakya tarihine, toplumların dönüşümüne, bir kız çocuğunun büyümesine ve büyürken gördüklerine dâir değerli bir eser. Romanla beraber büyüyüp gelişen Helena, bir yerde bu dönüşümün parçası oluverir. Çekçe’nin öne çıkan romanlarından olan kitap, Cumartesi Kitaplığını’nın dünya atlasında kendine önemli bir yer buldu. Romanı dilimize kazandıran isimse Aslı Bülbül Candaş’tır.
Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (24 Eylül 2018)
[1] İrena Douskova, Her Şey Nasıl Oldu, Cumartesi Kitaplığı, İstanbul 2018, syf: 17.
[2] A.g.e., syf: 1.