Gerçeğin ne kadarına katlanabilirsek o kadarını yaşıyoruz. Yaşamlarımızın sınırları o katlanılabilir kıyılara kadar. Özgürlüğümüzün de. Sınırları aşmak için ödememiz gereken bedeller var.
“Birçoğu yalanı gerçek gibi algılayacak kadar sıyrılmış kişisel özgürlükten. Oysa insan, hem yaşamı, bize sunulan bu en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. Yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu. Gelişigüzel geçip gidilecek bir varoluş değil insan varoluşu. Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir HER ŞEY. Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gitmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı, GİTMEK olarak algılıyorum.”
Akılla delilik, tutsaklıkla özgürlük, aşkla nefret ve huzurla öfke arasındaki sınırları olduğu kadar, ülkeler arasındaki sınırları da bizzat tüm somutluğuyla, aynı inişli çıkışlı duygularla yaşamış bir kadının, bir insanın, bir yazarın cümleleri bunlar; Tezer Özlü’nün Kafka, Italo Svevo ve Cesare Pavese’nin izlerini sürerken, yaşamın anlamının izlerini de sürdüğü Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta yer alan cümleleri.
Yaşamın Ucuna Yolculuk, önce Bir İntiharın İzinde ismi ile Almanya’da yayımlanmış, daha sonra Tezer Özlü tarafından Türkçe’de tekrar yaratılmış bir roman/anlatı. Yazarın ilk romanı Çocukluğumun Soğuk Geceleri’nin bir devamı niteliğinde. Tezer Özlü Berlin-Hamburg-Prag-Viyana-Zagreb-Belgrad-Niş-Belgrad-Trieste-Torino güzergâhında ilerlerken hem kendi yaşamının, hem de Kafka, Svevo ve Pavese’nin yaşamlarının duraklarına uğruyor.
“En yakın dostlarım romanların kahramanları gerisindeki yazarlar mı olmalıydı.”
Tezer Özlü’nün anlatısı Pavese’den alıntılarla sürüyor. Yolculuğunun rotasını Pavese yıllar önce söylemiş gibi. Her cümlesine hayran olduğu yazarın o cümlelerini somutlaştırmak için yapıyor sanki bu yolculuğu.
Anlatım o kadar sade, o kadar duru, o kadar samimi ki. Ve o kadar şiirsel. Tezer Özlü, sanki dünyanın bütün yaşamlarını yaşamış, bütün yollarından geçmiş, bütün cümlelerini okumuş, her yazarla her roman kahramanı ile aynı duygu yoğunluklarını paylaşmış, tüm bunları sindirdikten sonra bu anlatıyı oluşturmuş gibi. Çocukluğun Soğuk Geceleri’nin kahramanı acının ve kaygının en karanlık dehlizlerinden çıkmayı başarmış, yaşamın ve ölümün en derin uçurumlarına yuvarlanıp geri gelmiş, sınırlarını aşıp özgürlüğüne kavuşmanın hikayesini anlatıyor Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta. Acı, keder, ölüm ve deliliğin nasıl da yaşamın kaçınılamayacak parçaları olduğunun altını çizerek…
“Kimsenin beni nasıl karşıladığını hiç düşünmüyorum. Belki bencillik ediyorum ama, artık bir yerde, ancak benim, kendimin herkesi ve her olguyu nasıl karşıladığım ilgilendiriyor beni.”
Tezer Özlü, yaşamın sınırları kadar edebiyatın sınırlarını da aşmış, orada da özgürlüğünü ilan etmiş bir yazar. Edebiyat kaygısından uzak satırlarda yol almanın özgürlüğünü okur da hissediyor. Edebiyatın ne olduğu, ne işe yaradığı, nereden ortaya çıktığı, insanların neden yazdığını kitaplardan, akademik çevrelerden, edebiyat otoritelerinden değil, bizzat yaşayarak, soluyarak, nefes gibi içine çekerek kavrıyor Tezer Özlü ve sözcükleri o nefesin içinden dökülüyor satırlara. Yaşamın Ucuna Yolculuk bu kavrayışın hikayesi aynı zamanda.
“Acılar olmadan yazılabilir mi. Edebiyat, yaşam ve ölümün sınırlarının artık acıları tutamadığı, tutmaya yeterli olmadığı yerde başlamıyor mu.”
Soru işaretleri yok. Sorularının cevaplarını yaşamla ve ölümle mücadele ederken, defalarca deneyimlediği galibiyetlerden ve yenilgilerden almış bir yazar o. En hayran olunası yanı, birçok insanın içinden hiç de kolay çıkamayacağı yenilgi ve acılardan, onları bir zafere dönüştürerek çıkabilmiş olması. Hayata bu kadar onurlu kafa tutuyor oluşu. “İnsan” olmanın ve “insan” kalabilmenin en katıksız örneği.
Pavese’nin yaşadığı ve romanlarını yazdığı Torino’nun bir köyü olan Stefano Belbo’yu ve Pavese’nin roman kahramanı Nuto’nun marangoz atölyesini ziyaret ettiğinde şunu söylüyor;
“Yazının, yaşamdan daha canlı bir olgu olduğunu ve yaşamdan taşarak oluştuğunu da burada kavrıyorum.”
O en yakın dostları kabul ettiği yazarları yüceltirken, yazdıkları ile yaşamı, insanı, kadını, acıyı ve paylaşmayı yüceltirken, okurunu da yaşamın ucuna yaptığı yolculuktaki cesaretine, direncine ve gücüne hayran bırakıyor. Kısacık ömrüne kocaman bir yaşam hatta sanki birkaç yaşam sığdırmış bu güzel insan da benim gözümde yüceliyor. Yaşama Tezer Özlü’nün penceresinden bakmak ne kadar coşkulu bir farkındalık. Tezer Özlü’yü okurken dünya genişliyor, zenginleşiyor, derinleşiyor. Herkes kendinden parçalar bulabilir onun satırlarında; büyüdükçe bize unutturulan, özümüze, gerçek duygularımıza, gerçek benliğimize ait parçalar bir bir karşımıza çıkıyor onun satırlarında. Doğamıza hiç de uygun olmadığı halde yaşamlarımıza dayatılan kurallar, benliğimizi parçalayan olgular anlamsızlıkları ile su yüzüne çıkıyor bu farkındalıkta.
Yazdıkları güç ve umutla dolduruyor içimi, edebiyatın gücünü tüm hücrelerimde hissediyorum.
Şu an her nerdeyse o kocaman yaşamını derin izlerle yüzünde taşıyan bir gülümsemeyle bize bakıyor olmalı, diye düşünüyorum. Ve yaşamını GİTMEK üzerine kurgulamış bu roman kahramanı kadın, yaşama karşı doyumsuzluğunu unutmayalım diye, belli belirsiz bir fısıltı ile sesleniyor hepimize;
“Yaşam, zamansız. Yaşamın hiçbir zamanı yok.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (17 Şubat 2016)