Herkesin hayatında mutlaka merak edilen bir “yeni gelen” olmuştur. Belki sınıfa yeni gelen bir öğrenci, belki apartmana yeni taşınan bir aile… Bazen de o merak edilen “yeni gelen”in ta kendisi olmuşuzdur. “Yeni”nin nereden geldiği, neden geldiği sorgulanır hemen. Hakkında öğrenilmesi gereken birçok şey vardır. Peki ya, neden yeni gelen birine bu soruları sormak isteriz? Bize benzeyip benzemediğini anlamak için mi? Bize uyum sağlayabileceğinden emin olmak isteriz belki de. Bize benziyorsa oh ne âlâ, ama ya benzemiyorsa? Ya çok tuhaf ve gizemlerle dolu bir insansa? Ya insan olduğundan bile tam olarak emin değilsek?
David Almond’un Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan son kitabı Yeni Gelen işte bize bunları düşündürtüyor. Kendimizden, bildiğimiz ve alışık olduğumuz şeylerden çok daha farklı bir yaşam formuyla karşılaştırıyor bizi ve soruyor: Hayatı yaşamanın, ama istediğimiz şekilde, özgürce yaşamanın bir şartı, yolu, nasılı var mıdır? Yoksa hayat herkesi kapsayan, zamana direnen ve mucizelerle dolu bir tecrübe edinme yolu mudur? Sınıfa yeni gelen George ve arkadaşları Daniel, Maksie, Louise ve Billy bu sorulara cevap vermek adına önemli bir maceraya atılıyorlar.
Roman, bir okul toplantısıyla başlıyor. Öncesinde de Daniel ve Maksie’nin içinde bulundukları sistemi ve düzeni sorguladıklarını görüyoruz. Neden öğretmenler şarkı söylemelerini isteyince şarkı söyleyip, düz sıra halinde yürümelerini söylediklerinde tıpkı istenen şekilde yürüyorlar? Eğitim sistemi düzleminde, benliklerinin ve iradelerinin yerini öğrenmeye çalışıyorlar. Ufak ufak tefek asilikleri bile oluyor bazen elbette. Şarkıları tam da istenen şekilde söylememek gibi… Kendilerini sınırları belli bir kutuya sokmaya çalışan yetişkinlere şüpheyle yaklaştıklarını görüyoruz. Okul toplantısında ilk defa gördükleri George ve onun hayatına tanık olmaları tam da bu sorgulamanın ortasında gerçekleşiyor işte. Hatta kafalarındaki soru işaretleri artmakla kalmıyor, onları harekete geçmeye de teşvik ediyor. Çünkü George gerçekten de bir kutuda yaşıyor…
Tanıştırıldıkları andan itibaren George’ta bir tuhaflık seziyorlar. Olaylara herkes gibi tepkiler vermiyor, soruları başka türlü −bir bilgisayar gibi− cevaplıyor ve sürekli başkalarının gözetimi altında yaşıyor. Onlardan biri olmadığı kesin, ama bu, sınıf arkadaşlarının onu sevmesi ve sahiplenmesi için engel değil. Herkesin kendince biraz tuhaf olduğunu bilen, duygularını göstermekten çekinmeyen çocuklar, belki de yetişkinlerin yapmakta en çok zorlandığı şeyi başarıyorlar: George’u olduğu gibi kabullenip seviyorlar. Bu yüzden de onu içinde bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışıyorlar. Ona “gerçekten yaşayabileceği” bir hayatı göstermek istiyorlar.
Arkadaşları George’a hayatın gerçekte ne olduğunu ve nasıl yaşandığını gösterirken, bizler de onlarla öğreniyoruz aslında. Hayatın sadece var olmaktan ve nasıl var olduğundan öte, hiç bitmeyecek bir macera olduğunu keşfediyoruz. Benliğimizi oluşturanın, bizi bir birey yapanın, özgün olmamızı sağlayanın edindiğimiz deneyimler olduğunu görüyoruz. Toplumun ve hayatın anlamlı bir parçası olabilmenin anahtarı da nasıl yaşadığımızla ilgili değil midir? Bir kutuya ya da bir sınıfa tıkılıp kalmaktansa ormanlarda koşup çamura bulanmakla, sudaki yansımamıza uzun uzun bakmakla ilgilidir belki de…
İngiliz yazar David Almond’un güçlü bir edebi yaratıcılık sergilediği, geleceğin dünyası üzerine çokboyutlu düşünmemizi sağladığı romanı Yeni Gelen, yaşamın sahici anlarını keşfedebilmemiz için değerli ve anlamlı bir okuma sunuyor. George ve arkadaşları bize çok önemli bir mesaj armağan ediyor. İlk insandan bugüne, gelecekten bugüne… Nereden gelirsek gelelim, “yeni” de olsak “eski” de, istediğimiz gibi ve özgürce yaşamak en temel hakkımızdır. Yeni Gelen, bu yaşam hakkını ve “nasıllarımız”ı bir kalıba sokmak isteyen her şeyi sorgulayacak cesareti veriyor okurlara…
edebiyathaber.net (12 Mayıs 2023)