Şu an sahip olduklarınızın ne kadarından vazgeçebilirsiniz? Mesela arabanız olmasa yaşayabilir misiniz? Ya eviniz? Bilgisayarınız? Cep telefonunuz? Peki ya çocuklarınız olmasa? Eşiniz ya da sevgiliniz? Anneniz ya da babanız? Dostlarınız? İşiniz olmasa?
Peki yaşamınızın ne kadarını bu sahip olduğunuz şeyler, kişiler ya da işiniz için harcıyorsunuz?
Soruların sizi nereye götüreceğini az çok tahmin ettiniz, hatta “of yine mi şu az tüketelim teranesi?” diyenleri de duyar gibiyim. Kutularca ayakkabınız varken “ne yapayım bu da benim lüksüm” diyerek her ay en az birkaç ayakkabı alanlar, kutularca parfüm biriktirenler, haftasonlarını AVM’lerde geçirip, iş çıkışlarının yorgun akşamlarında kafa dinlemek için çocuklarının eline ıpad’leri tutuşturanlar, halinizden memnunsanız lafım size değil, nasıl istiyorsanız öyle mutlu mesut devam edin.
Sade/ce; kendi istedikleri yaşamı mı yoksa farkında olmadan başka etkenlerle yönlendirilen bir yaşamı mı yaşadıkları konusunda şüpheye düşen, zaman zaman kendilerini “ya ben şimdi bunu niye satın aldım?!” diye düşünürken bulan, hem kendisi hem de sevdikleri için daha yaşanılır bir dünya kurmanın yollarını arayanlara bir öneri kitap. Öyle büyük büyük laflar etmiyor; kitabın editörü Filiz Otay Demir’in dediği gibi tüketim olgusunu, sistemi ve sistemin dinamiklerini anlatmayı, okuru sade yaşam konusunda düşündürmeyi ve bu konuda cesaretlendirmeyi amaçlayan bir kitap. Ki sistem bizleri öyle bir sarıp sarmalamış ki, sahip olduğumuz bazı şeyler olmadan yaşamak fikri için bile cidden cesarete ihtiyaç duyar hale gelmişiz.
Kitap, değerli felsefecimiz İoanna Kuçuradi’den özellikle AKUT’la ismi özdeşleşmiş dağcı, yazar ve fotoğrafçı Nasuh Mahruki’ye, büyük ve önemli projelere attığı imzalarla tanınan mimar Emre Arolat’tan mesleğinde isim yapmış birçok uzman, akademisyen, işadamının kendi çalışma alanlarını temel alarak tüketim-mutluluk-sade yaşam ilişkisini irdelediği yazılarından oluşuyor.
Kitabın ilk yazısı kapitalizmin ne olup ne olmadığını anlatıyor. Akademisyen Hüma Balcı tarafından kaleme alınan yazıda, temel prensibi gölgesi olmayan ağacı kesmek olan kapitalizmin yaşamlarımızı nasıl yönlendirdiği ve doğaya verdiği zarar ile kendi sonunu hazırladığı üzerinde duruluyor.
İoanna Kuçuradi ise insan hakları ışığında tüketim toplumunu ele alıyor ve çarpıcı araştırma sonuçlarını paylaşıyor bizimle. 2014 İnsansal Gelişme Raporu’nda, dünyanın en zengin 85 insanın servetinin, en yoksul 3.5 milyar insanın servetinin toplamına eşit olduğu belirtiliyor. Yani bir anlamda tüm dünya, hepimiz, bu 85 kişi için çalışıyoruz ya da yaşıyoruz diyebiliriz.
Kitabın önemli yazılarından biri akademisyen Meltem Doğan Kuruyazıcı’ya ait ve Ödün Vermeden Sisteme Dahil Olmak başlığını taşıyor. Başlıktan da anlaşılacağı gibi yazı sistemin istediği şekilde değil de kendi istediğimiz, kendimizi iyi ve mutlu hissettiğimiz şekilde yaşamanın yollarına dair temel gerçeklerin altını çiziyor. Kapitalizmin en başarılı olduğu konu kişilere kolayca vazgeçilebilir bireyler olduğu duygusunu vermek ve kendilerini güvensiz hissettirmek, bu güveni ise iş, araba, ev, lüks tüketim malları vs. gibi bir şeylere sahip olarak kazanabileceklerine inandırmak. Kuruyazıcı yazısında Kuçuradi’den bir alıntıya yer veriyor, Kuçuradi diyor ki : “Kişi değerlerinin ve kişilerarası ilişkilerdeki değerlerin değerlenmesi, kişilerin bunları yaşam bütünlüklerinde yaşamaları, yaşamlarıyla ve yaşamlarında bunların örneklerini vermeleriyle mümkün olur.”
Akademisyen Fikret Soner de gıda sektörünün yaşamlarımızı nasıl kontrol ettiği üzerine yazmış. Yazısında yer verdiği diplomat ve siyaset bilimci Henry Kissinger’in şu cümlesi günümüzün dünyasının nasıl biçimlendirildiğini anlatmaya yetiyor: “Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin. Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.”
Mimar Emre Arolat da mimari açıdan sadeleşmeye yer verdiği yazısında oldukça önemli tespitlerde bulunuyor. Mimarinin bir “gösteri” aracı olarak kullanıldığı, çünkü “gösteri”nin politik meşruluğun inşasında ve toplumsal denetimde önemli bir rol oynadığı üzerinde duruyor. “Gösteri”nin bugünkü en iyi örnekleri dünyanın en büyük 3. havalimanı, 3. Boğaz Köprüsü, Kanal İstanbul, Aksaray, vs. Ne kadar büyük ne kadar gösterişli binalar, köprüler, camiler, mekanlar yapılırsa iktidar kendisini o kadar gerçekliyor. Arolat, mimaride yapılacak sadeleşme, yani amacına uygun, doğa ve insan ile uyumlu yapıların inşasının önemi üzerinde duruyor ve örnek olarak kendi imzasını taşıyan Sancaklar Camisi ve yapım sürecini paylaşıyor bizimle.
Sadeleşme yolundaki önemli adımlardan biri de yavaşlamak. Akademisyen Ayşe Nil Kireçci de Herkes Biraz Yavaşlayabilir mi? başlığını taşıyan yazısında özellikle ebeveynlere bu konuda önemli uyarılarda bulunuyor. Bu başlık aslında sade yaşam konusuna en iyi giriş yapan sorulardan biri bence, öyle ki kitabın başlığı da olabilirdi, o yüzden ben de yazımın başlığı yaptım. Kapitalizm hızlı yaşamı da sürekli körüklüyor, çünkü, Kireçci’nin yazısında yer verdiği alıntıda Kundera diyor ki; “Olaylar çok hızlı geliştiği zaman kimse ne olduğunu tam olarak anlayamaz, hatta kimse kendisi de dahil olmak üzere hiçbir şey hakkında emin olamaz.”
Hem Gazi Özdemir hem de İnal Aydınoğlu konuya İslami açıdan da bakarak kitaba katkı sağlamışlar.
İnsanoğlunun aklı ve zekası konusunda her zaman şüphe duydum. Çünkü tarih gösteriyor ki, aklı ve zekası ile bu kadar övünen insan, hem kendi hem de diğer canlılar için daha iyi bir dünya yaratacağına her dönemde kendini ve diğer canlıları yok edecek, zarar verecek şeyleri yapmayı başarmış. Aristotales yıllar önce söylemiş; “Mutluluk, kendi kendine yetenlerindir.” İnsan dışında doğadaki her canlı kendisi için neyin iyi olduğunu biliyor ve onu tercih ederek yaşıyor. İnsanın tercihlerinin sonucu belli; Aristotales’i dinlemek yerine dünyanın en zengin 85’inin ortak dilini dinlemeyi tercih etmişiz, ediyoruz…
Çok geç olmadan yavaşlasak mı?
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (30 Eylül 2016)