Bir gün, bir çocuk televizyonda birini görür. Ekrandaki kişi öyle bir müzik yapıyor, öyle bir neşe saçıyordu ki ona bakan herkes adeta renkleniyor, yüzlerinde tatlı bir tebessüm beliriyor ve ritmin peşine takılıp hayal dünyalarının derinliklerine doğru yol alıyordu. Simsiyah, karanlık bir oda, onun müziği çalmaya başladığında bir anda gökkuşağına dönüşüyor, karamsarlığın yerini canlılık ve umut alıyordu. Onun melodileri, yalnızca kulaklara değil, ruhlara da dokunuyordu.
O kadar güzeldi ki bu gördükleri… Hele de böylesine griliklere boğulmuş, tekdüzeliğe hapsolmuş ve hayatı unutmuş gibiyken etrafındaki her şey ve herkes.
Gökkuşağını yaratmak için birden tüm renkleri buluşturmak zordur bazen. Yalnızca bir damla renk, belki bir damlacık kırmızı, gökkuşağının şelalesini akıtmaya yetebilir belki de. Belki de diğer renkler, sadece o damlanın düşmesini bekliyordur sessizce.
İşte kalabalığın ruhsuz gürültüsü, insanların mutsuz görüntüsü de aynı böyle, bir çocuğun melodisine muhtaçtır neşeli bir müzikal olmak için.
İlk notayı kitabımızın küçük kahramanı çalmak ister. İstediği ise, sürü halinde işe gitmeye çalışan, telefonlarının ışığında karanlığa düşmüş insanları ve grileşmiş bu şehri uyandırmaktır. Elleriyle bir gitar yaparak ilk adımı atar.
Ama griliğe bir çare bulamamıştır bu minik ellerden çıkan minik notalar. Kimse dinlemez, kimse görmez onu. Ancak bu çocuk yine de çalmaya devam eder. Kim bilir belki bir gün birileri uyanacak ve onun şarkısına katılacaktır. Hatta bu şarkı çok sesli bir müziğe, bir orkestraya, bir senfoniye dönüşecektir. Herkes yaşadığı anı o kadar içten hissedecektir ki, içlerine dolan müzik, etraflarına gökkuşağı olarak yansıyacaktır. İşte böyle bir hayali vardır.
Yorgunluk, stres, bitmeyen toplantılar, sabahın ilk ışıklarıyla çalan alarm, sokaktan yükselen korna sesleri, havada asılı kalan egzoz kokusu… Kısacası modern dünyanın içinden çıkılmayan girdabı… Hepimiz bu girdaba düşmedik mi? Üstelik bizi oradan ne çıkarabilir ki? Zaten ruhumuz da etrafımız gibi hissizliğin grisine boyanmadı mı?
Bu bunaltıcı çaresizliği hafifletmek adına, yazar sanki ruhu dinginleştirecek bir melodi fısıldamak istemiş. Griliğin içinden çıkıp gökkuşağının renklerine uzanan bir yolculuğun hayalini kurmuş ve bu yolculuğu sadece sözcüklerle anlatmakla yetinmemiş; aynı zamanda çizimlerle de somutlaştırmış. Umut ışığının izini sürmüş ve bu ışığa “Koruda Bir Konser” adını vermiş.
Bu sayfalarla da bu grilikten çıkışın mümkün olduğunu hatırlatılmak istenmiş adeta. Bir konser, bir melodi, bir kıvılcım… Belki de ihtiyacımız olan şey tam da bu. Zihnimizde dolanıp duran yoğun düşünceleri susturacak, bizi alıp götürecek bir an, bir ses, bir hikâye…
Mert Tugen’in kalbinize dokunacak dili ve çizimleriyle bu kitap, herkesi dans ettiren bir kızla karanlık kalabalıklara bir ışık oluyor, Can Çocuk Yayınları İle çıkan “Koruda Bir Konser” yalın olduğu kadar derin anlatımı ve akılda kalan çizimleriyle her yaştan okurun kalbinde iz bırakmaya hazır. Sayfaları çevirirken, siz de kitabın melodisini duyarak dans etmeye başlayabilir, hatta belki etrafınızdaki herkesi de bu büyüleyici dansa dahil edebilirsiniz.
Kimi zaman bir hikâye sadece okunmakla kalmaz, insanın ruhuna işler, onu harekete geçirir ve ilham verir. Belki de “Koruda Bir Konser” sizin için bu türden bir deneyim sunacak, sizi kendi dansınıza davet edecek!