Hepimizi, yataklarımızın altını kontrol etmeye itecek bir kitaptan bahsedeceğim bugün sizlere. Yatağın altı, karanlık ve canavarlarla birleşecek bir de! Bu üçlü pek de iyi hissettirmiyor değil mi?
Çocukken karanlıktaki nesneleri bir şeylere benzetmeye meyilliydim. O bir şeyleri tam olarak tarif edemem ama kötü şeyler olduğunu, karanlığın içinden geldiklerini biliyorum. Bu anımsamayla birlikte içinde “canavar” kelimesinin geçtiği bir kitaba rastladığım iyi oldu dedim aslında. “Yüzleşirim ya korkularımla!” diye bilmiş bilmiş konuşurken kendimle, Genç Timaş etiketiyle çıkan Alma ve Yedi Canavar beni hiç tahmin etmediğim bir yolculuğa çıkardı.
Alma’nın hikayesi belki de hepimizin hikayesidir, diyerek başlıyor Yazar Iria G. Parente ve Yazar Selene M. Pascual. Alma’dan başka kimsenin görmediği bir canavar hikayesi sadece korkuturdu, biraz heyecanlanırdık ama o kadar. Bunun yerine belli sorular yerleştirmiş yazarlar hikayenin can alıcı yerlerine. Bu sorularla okurun kendi içine dönmemesi imkansız neredeyse:
Canavarlar bizim bildiğimiz ya da hayal ettiğimiz türden canavarlar mı?
Hepsi korkutucu mu?
Herkes görebiliyor mu onları?
Nerede yaşıyorlar ki?
Sonsuza kadar yaşayabiliyorlar mı?
Sustukları bir an bile yok mu?
Onları gören varsa onlardan bahsedebilir mi?
Karanlıkla canavarların bir bağı var mı?
Karanlık canlı mı?
Canavarları bedenimizde hissedebilir miyiz?..
Yedi canavarla tek tek karşılaşan Alma, “bilinmezlik”i de tanımaya başlıyor. Özellikle bir çocuğun, anlamlandıramadığı bir şeyi yaşamak zorunda olması tehlikeyle omuz omuza olmak gibi. Bu tehlike çanı; beraberinde huzursuzluk, mutsuzluk, nedeni bilinmeyen öfke patlamaları, atıllık, öz güven kaybı ve koca bir anlamsızlık halinin de habercisi aslında. Kendi canavarlarının her gece uyuduğu yatağının altında yaşadığını gören Alma için de tehlike çanları böyle çalmaya başlıyor. Yaşadığı şaşkınlık ve korkuyla birlikte canavarlarını tanımak için de hevesli. Birinci canavarını biz de onunla birlikte tanımaya başlıyoruz. Alma’nın sürecine şahitlik etmek, okur olarak Alma’nın odasında bir yerlerdesiniz hissi uyandırıyor.
Birinci canavar, dırdırcı. Alma’nın sorumluluklarını ona hatırlatıp duruyor. Alma sorumluluklarını yerine getirmediğinde bu canavar beliriyor. Alma önce çok korksa da sonra Bir’e hak vermeye başlıyor. Bir yandan da onu duydukça canı sıkılıyor. Huzursuzluğu artıyor. Bir, can sıkıcı ve endişe verici bir canavar Alma’ya göre. Midemizde karıncalar yürür gibi hissederiz ya hani bazen, bu canavar Alma’nın zihninde yürütüyor o karıncaları. Dünyanın ona zarar vereceğini, canavarlara güvenmesi gerektiğini söylüyor. Bir’in ona söylediği en önemli ama Alma’nın kafasını bir o kadar karıştıran şeylerden biri de şu: Alma, canavarları gördüğünü kimseye söylememeli! Eğer söylerse Alma’nın deli olduğunu düşünecek kocaman bir dünya var. Bu dünya; yalancıları, delileri ve canavarlarla konuşanları hiç sevmez.
İkinci canavar, Alma’yı uyurken bile yoran türden. Garip bir ağırlığı var Alma’nın bedeninde. İki sayesinde canavarların Alma’nın bedeninde yaşattığı duyumsamalar olduğunu öğreniyoruz. İki önce Alma’nın başında, sonra midesine oturuveriyor. Sanki İki, çokça melankolikliğe sebep oluyor. Peki canavarlarımız sebep olan mı yoksa sonuç mu? Burası, düğümü çözülemeyecek kadar birbirine dolanmış gibi. Konuşan biz miyiz, iç sesimiz mi? İç sesimiz kendimiz değil miyiz zaten? İçimizde bizi izleyen başka biri mi var? Bütüncül bakılmadığında ya da illa yanıt arandığında bu soruların çeperindekilere, düğümü çözmek hep daha zor gibi. Halbuki sakinlik, iç gözlem, şefkat, desteğe açık olmak o çözülemez sandığımız düğümleri yavaş yavaş gevşetebilir.
Alma’nın sıradaki canavarlarından kimisi konuşuyor, kimisi susuyor, kimisi en renklileri, kimisi aydınlık verircesine parlak, kimisi ağlıyor… Canavarlarıyla arkadaş olmaya çalıştığı da canavarlarıyla savaşmaya çalıştığı da gerçek. Bu gerçeklik çok daha “bizden”. Canavarlarıyla arkadaş olmaya çalışırken dışarıya kendini kapatan Alma, annesine canavarlarından bahsedince hikayesinde bir şeyler değişmeye-dönüşmeye başlıyor ve aslında tam da burası hepimiz için çok kıymetli. İnsanın bu dünyada yalnız oluşu, yalnızlığını sürekli hatırlaması, yaşamın onun yalnızlığını hatırlatacak şekildeki yükleri çocuklardan ya da gençlerden azade değil. Belki de en çok çocuklar ve gençlerin sağlıklı ilişki kurma yollarını öğrenmesi, bu yollarla güvenli ilişkilere sahip olması gerekiyor. Güven, yalnızlığı bertaraf ediyor. “Düşeceğim elbet, kalkacağım da!” dedirten yalnızlıkların öğretici olduğunu düşünüyorum.
Kendi canavarlarımızı keşfetmeye, önce onlarla konuşmaya, sonra da onlara savaş açmak için cesaret etmeye, bunun bir süreç olduğunu anlamaya, hep en başa dönebileceğimize ama yeniden çabaladığımızda iyileşmenin gerçekleşeceğine dair çok besleyici bir kitaptı Alma ve Yedi Canavar. Ben hala etkisindeyim, zihnimdeki sorularla yoluma devam ediyorum.
edebiyathaber.net (10 Haziran 2022)