İnternette “12 Eylül’ün bilançosu” diye arattığınızda “Darbe sonrası; resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü, 48 kişi (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 Asala militanı) idam edildi, 1.683.000 kişi ise fişlendi” bilgisine ulaşırsınız.
Gözaltına alınan 650 bin kişinin büyük bir çoğunluğu üniversite öğrencileridir. Osman Akınhay da bu öğrencilerden biridir. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin birkaç ay öncesinde tutuklanmıştır.
“1976’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. 1980’in temmuz ayında bir kuyumcu soygununa katıldığı iddiası ile tutuklandı ve hapse girdi. İçeride çevirmenliğe başladı. 150 kadar kitap çevirdi” diye başlıyor Osman Akınhay’ın biyografisi.
Bu kısacık biyografi bile insana çok şey anlatıyor. 1960 doğumlu Osman Akınhay hapise girdiğinde 20 yaşındadır. Müebbet hapse mahkûm olur. “Müebbet hapsin yatar süresi o zamanlar 19 sene 2 aydı. Ben 14 aylık tutukluydum ve önümde temiz bir 18 sene vardı” diye anlatıyor.
Bir aramada koğuşlardaki kitap, dergi benzeri her şey toplanınca vaktini değerlendirmek için İngilizce öğrenmeye karar vermiş. ODTÜ’de okutulan “Project One” serisinden kendi kendine çalışmış. “Hızla ilerledim ve henüz grameri bitirmeden koğuşta ne varsa İngilizce kitap okumaya başladım” diye anlatıyor. Sonra da “Ne işime yarar yabancı dil bilmek?” diye sormuş kendine ve “Okuduğumu anlamaya, sevdiğim kitaplar bulabilirsem onları ana dilinden okumaya” demiş.
1982 sonlarında Alan Paton’ın “Cry the Beloved Country” kitabının basitleştirilmiş bir versiyonunu elde edince de çevirmeye başlamış. Çevirmenliğinin daktilo yazma arzusu ile geliştiğini söylüyor. Hapishane yönetimi izin verip daktilo sahibi olunca sırf daktiloyu kullanabilmek amacıyla çeviriler yapmaya başlamış. “Hangisi hangisinin sebebi, daktilo yazmak için mi çeviriye başladım, çeviri yapmak için mi daktilo getirttim, valla hâlâ bilemiyorum” diyor.
Belge Yayınları sahibi Ragıp Zarakolu’na mektupla ulaşınca da önünde çevirmenlik yolu açılmış. Ragıp Ağabey, Edward Hallett Carr’ın “Nationalism and After” kitabını çevirmesini önermiş. 80 sayfalık kitabı 8 defa yeniden çevirip daktiloda yazmış. Ragıp Abi çeviriyi beğenip yeni kitap yollayacağını yazınca da işin arkası gelmiş. 1991’in 31 Temmuz gecesi, Anayasa Mahkemesi kararıyla erken şartlı tahliye edilene kadar da içeride 20 kitap çevirmiş. Tahliye edilince de hayatını çevirmen olarak sürdürmeye karar vermiş.
Osman Akınhay hatıralarını üç cilt olarak planlamış. Hatıralarının ilk cildi olan “Heveskâr Çevirmen”de (Agora Kit.) çevirmenliğe başladığı hapishane yıllarından başlayarak 19 yıllık dönemi anlatıyor.
Osman Akınhay usta bir çevirmen olmasının yanında iyi bir editör ve yazar olarak da tanınıyor. Bu üç işi birlikte yürüttüğünü söyleyebiliriz. Kitabın adı “Heveskâr Çevirmen” olsa da çevirmenlikle başlayıp editörlükle devam eden, dağıtım şirketi ve yayınevi sahipliği, nihayet yayın yönetmenliği ile süren bir biyografi söz konusu.
“Heveskâr Çevirmen” bir entelektüel otobiyografi. Osman Akınhay çevirdiği kitaplardan yola çıkarak yaşamının kitaplarla ilgili bölümlerini anlatıyor. Özel hayatı, gündelik ilişkiler ise onlarla ilintiliyse anlatıya dahil oluyor. Ama dostlukları, arkadaşlıkları ihmal etmemiş. Hoş anekdotlar anlatmış.
Tahliye sonrası önce İstanbul’da serbest çevirmen olarak tutunmaya çalışıyor. Kitapları olağanüstü bir hızla çevirse de çevirmenlikle geçinemeyeceğini anlayınca İzmir’e gidiyor. İzmir’de bir yandan çeviri yaparken diğer yandan işportada kitap satmakla başlayıp kitapçılığa, dağıtımcılığa oradan da yayıncılığa uzanan bir süreç yaşıyor.
İzmir’de arkadaşlarıyla Ege Yayıncılık ve İzmir Kitaplığı’nı kuruyorlar. Sermayesiz işlerin kaderini yaşayıp batıyorlar ve büyük bir borç yüküyle tekrar İstanbul’a geliyor. Sistem Yayıncılık’la çevirmenlikle başlayan ilişkisi yayın yönetmenliği ile sürüyor. Ankara Bilim ve Sanat Yayınları’na uzaktan editörlük yapmak gibi o dönem için çok yeni girişimleri de var.
Osman Akınhay’ın öyküsü 1980 sonrasında yeni bir evreye giren yayıncılık sektörünün de öyküsü aynı zamanda. Yaşadıklarından yola çıkarak yayıncılığın nasıl bir evrim geçirdiğini anlatıyor. Heveskâr çevirmen daktilodan bilgisayara geçerken yayıncılık da tipo baskıdan ofsete, masaüstü yayıncılığa evriliyor. İlişkiler değişiyor, yeni yayınevleri kuruluyor, eski, kökleşmiş yayıncılar Cağaloğlu’ndan başta Beyoğlu olmak üzere İstanbul’un çeşitli yerlerine dağılıyorlar. Kitap bu niteliği ile kültür tarihimiz için önemli bir tanıklık sayılabilir.
Tabii bir de 90’lı yılların Beyoğlu’su var anılarda. Osman Akınhay yıllarca sürmüş hapislikten sonra bir genç insan olarak İstanbul’da kök salmaya, yaşama dahil olmaya, tutunmaya çalışıyor. Birbiri ardına açılan barlar ve kafeler, oralarda rastlanılan birbirinden ilginç insanlar, adı konulmamış bir bohem hayat panoramayı oluşturuyor.
Öte yanda ise fikri emek yoğun bir meslek olarak çevirmenlik ve editörlükte yaşananlar var. Roderic H. Davison’dan çevirdiği “Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform” kitabının 14 yayınevi dolaşmasının öyküsü en dikkatimi çeken. Yayınevlerinde kaybolan çeviri dosyaları, çevrilişinden 17 sene sonra yayınlanabilen kitaplar ve Türkçe çevirisi yayınlanmasın diye uğraşılan kitaplara kadar birçok ilginç macera var.
Osman Akınhay’ın anlattığı yıllar benim de yoğun olarak yayıncılık yaptığım zamana rastlıyor. Tanışmamız 2000 yılında olsa da 1990’lardan itibaren birçok yerde yollarımız kesişmiş ya da teğet geçmiş. Ortaklarından olduğu İzmir Kitaplığı bizim yayınevinin de kitaplarını dağıtmıştı. “Türkiye’nin tek filozofu” Yılmaz Öner gibi ortak dostlarımız olmuş. Süper Meyhane’de yan yana masalarda oturmuşuz. Bu açıdan kitap benim için bir hafıza tazelemesi de oldu. Anlatı tarzı kitaplarda dipnotu hiç sevmememe rağmen hem konunun benim için ilginçliği hem de Osman Akınhay’ın akıcı anlatımı sayesinde dipnotlarına kadar okudum “Heveskâr Çevirmen”i.
- “Heveskâr Çevirmen”, Osman Akınhay (Agora Kit.), Ocak 2024.