İyi bir yazarla tanışma onun yazdıklarıyla olur. İslam Çupi’yle tanışmam da yazıları sayesinde olmuştu. Lise çağlarımda tam bir futbol fanatiğiydim. Kızıltoprak’ta, o zamanlar inşaatı süren Fenerbahçe stadına üç apartman, Fenerbahçe futbol takımının idman sahasına yüz metre uzaklıkta oturuyorduk. Mahalle sakinlerinin büyük çoğunluğu gibi ben de Fenerbahçeli’ydim. Abartma değil, daha Kızıltoprak’ta oturmaya başlamadan önce 4-5 yaşlarımdayken babam Galatasaray forması giydirip fotoğrafımı çektirmek istemiş, giymemek için direnmişim ve FB forması istemişim. Ağlamış bir suratla FB formasıyla çekilmiş bir fotoğrafım da vardır.
Tabii ki babam için benim FB’li olmam büyük bir dramdı. Çünkü kendisi hasta Galatasaray’lıydı ve adımı hayranı olduğu büyük golcü Metin Oktay’dan ilhamla “Metin” koymuştu.
Lisedeyken hem her çarşamba Dereağzında Fenerbahçe’nin idmanını izliyor hem de İnönü stadında yaptığı maçları izliyordum. Berem, atkım, formam vardı ve fanatik olacağımı sezen abiler de büyük bir FB bayrağı hediye etmişlerdi. Numarasız kapalı tribünde sol taraftaki yerimizi alıp şarkılarla türkülerle maçları izlerdik. O zamanlar her futbol takımının kendi stadı yoktu ve maçlar aynı stadda yapılır, taraftarlar da birbirini boğazlamadan yan yana maçları izlerdi. Bazı haftalar üst üste iki maç olur, dört takım taraftarı birlikte izlerdi maçları.
TV tek kanallıydı. Sadece TRT 1 vardı. Maçlar radyodan dinlenirdi, TRT canlı yayın yapmazdı. TV’de maç sonrası saatler süren yorumlar olmadığı için merakla pazartesinin gazetesini beklerdik, spor yazarları nasıl yorumlayacak diye.
Gazetelerin ilgiyle okunduğu dönemlerdi. Futbol fanatikleri de gazeteyi okumaya en son sayfadan, spor sayfasından başlardı. Tercüman siyasi konumu nedeniyle bizim ilgi alanımızda bir gazete değildi. Almazdım. Gazetelerde tefrika roman yayınlama geleneğinin son dönemleriydi. Babam da Tercüman’ı Murat Sertoğlu’nun pehlivan tefrikalarını okumak için alıyordu. Basılı her şeyi okumak gibi bir merakım olduğu için eve Tercüman gelmeye başlayınca onu da okumaya başlamış ve spor sayfasında çok değişik bir yazar keşfetmiştim; İslam Çupi.
Daha ilk satırını okuduğunuzda onda edebiyatçı mayası olduğunu keşfediyordunuz. Dikkatliydi, çok doğru yargıları vardı, adildi ve onları şiirsel cümlelerle, bol ironiyle, kendine has mizahi bir bakışla anlatıyordu. Her yazısı bir edebi deneme kalitesindeydi. Bu iyi niteliklerine ek olarak Fenerbahçeliydi.
İslam Çupi 1932’de Arnavutluk’un başkenti Tiran’da doğmuş, Babası Arnavutluk Kralı Zogu’nun başyaveriymiş. Sosyalist devrimden sonra İstanbul’a göçmüşler. İslam Çupi Galatasaray Lisesi’nde ve Vefa Lisesi’nde okumuş. Biyografisinde “1950’lerin ilk yarısının ünlü amatör takımı Çapa’da sürekli forma giyen Çupi, sol ayaklı futbol tekniği ile hayranlık uyandırmıştı” diye yazıyor. 1957’de spor muhabiri olarak gazeteciliğe başlamış. Son Havadis, Akşam, Tercüman gibi gazetelerde spor yazarlığı yaptıktan sonra 1981’den 2001’deki vefatına kadar her pazartesi Milliyet’te “Pazarın Ertesi” isimli köşesinde yazdı. Yazdı diyorum, çünkü o yıllarda artık sıkı takipçisiydim, yazılarını kaçırmazdım.
1980’lerde Türkiye’de bir dergi furyası vardı. Gelişim’le başlayan dergi gruplarına her gün biri ekleniyordu. Abdi İpekçi’nin cinayete kurban gitmesinden sonra Milliyet’i Aydın Doğan’a satan Ercüment Karacan da Karacan Yayınları dergi grubunu kurmuştu. Grupta hemen her konuda dergiler vardı. Ben de Attilâ İlhan’ın yönettiği Sanat Olayı’na katkıda bulunuyordum.
1982’de Gelişim Yayınları Hıncal Uluç yönetiminde Erkekçe dergisini yayınlayıp büyük bir başarı kazanınca bir anda erkek dergileri furyası başlamıştı. Karacan da 1985’ten itibaren Ali Saydam, Enis Batur, Ömer Madra gibi isimlerin yönetiminde dünyanın en önemli erkek dergisi Playboy’u yayınlıyordu. Karacan’da ayrıca Bravo adlı bir erkek dergisi daha vardı. Hürriyet dergi grubu da Mehmet Y. Yılmaz yönetiminde Playmen’i yayınlamıştı. Yanlış anımsamıyorsam Mehmet Y. Yılmaz Penthouse dergisinin de yayınında yer almıştı. Cemal Süreya da Gelişim grubunda Gözde Kadın diye kısa ömürlü bir dergi yönetmişti.
Erkek dergileri genel kanının aksine sadece çıplak kadın fotoğrafları yayınlayan dergiler değildi. Özellikle 1953’den beri ABD’de yayınlanan ve Dünya’nın birçok dilinde farklı edisyonları olan Playboy’un Türkiye edisyonu kapağında Hülya Avşar’ı, Burçin Orhon’u görebileceğiniz, moda, müzik, sinema gibi konuların yanında kültür ve siyasete de önem veren Fidel Castro, Gorbaçov, Yaser Arafat gibi dünyanın ve Demirel, Adnan Kahveci gibi ülkenin en ünlü siyasileriyle, Tarık Akan, Orhan Gencebay gibi sanatçılarla olduğu gibi Uğur Mumcu, Aziz Nesin, İlhan Selçuk gibi dönemin muhalif isimleriyle çok ilgi çeken uzun röportajlar yayınlayan etkili bir dergiydi.
1986’da Ali Saydam ve arkadaşları Karacan’dan ayrılınca Soner Olgun dergi grubunun başına geçti ve bende bir anda kendimi Playboy dergisinin yönetiminde buldum. İki kişilik dev yazı işleri kadromuzun diğer elemanı da Mete Çubukçu’ydu. Burçak Evren sinema, Enver Ercan kitap yazıları yazıyordu. Bir de futbol sayfası açalım dendi. Ama aylık bir dergide futbol yazısı yazmak her babayiğidin harcı değildi, Çok uzun süre düşündük, tartıştık. Sonunda doğru ismi bulduk; İslam Çupi.
Sanıyorum Attilâ İlhan’a da danışmıştım ve “Arnavutluk Prensi mi! Şahane yazar!” demişti. Bu sayede İslam Abi’nin lakabını da öğrenmiştim. Babası kralın yaveri olduğu için ona bu adı takmışlar. Bu lakabı takanın da BJK’nın efsane başkanı Süleyman Seba olduğu söylenir. Yine BJK’nın efsanelerinden Baba Hakkı’nın (Yeten) da İslam Çupi’yi “Futbolun Balzac’ı” diye tanımladığı söylenir.
Türkiye’nin en ünlü bulmacacılarından Ercan Altazlı ağabey bir yandan Milliyet’e her gün bulmaca hazırlarken diğer yandan Karacan’ın arşivini yönetiyordu. Karacan Yayınları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin binasının girişinde yer alıyordu, en üst katta da cemiyetin lokali vardı ve o zamanlar çok popülerdi. Bütün gazeteciler ve yazarlar orada görülürdü. Ercan ağabey de her gün akşamüstü İslam Çupi, federasyon yöneticisi ve iş adamı Erdoğan Şenay ve birkaç arkadaşı daha buluşuyorlardı. Ercan Abi’ye İslam Çupi’ye teklifimiz iletmesini rica ettim. Birkaç gün sonra Cemiyet lokalinde İslam Çupi ile buluştuk. İslam Abi tam bir profesyonel edayla yazının uzunluğunu, teslim tarihini sordu. “Bir A4, bir hafta sonra…” El sıkıştık, ayrıldık.
Ben heyecanla ilk yazının gelmesini bekliyordum. Bir gün Ercan Abi, İslam Çupi yazıyı getirmiş deyince hemen Cemiyet lokaline çıktım. Ben bir sayfalık bir yazı beklerken İslam abi bir tomar saman kâğıt uzattı. Ben hayretle baktım. İslam Abi kendine has gülmüsemesiyle “Hesapladım sizin sayfaya tam gelecek, eksik ya da uzun gelirse haber verirsiniz!” dedi. Üstada ne diyeyim, yazıyı aldım yayınevine indim.
Küçük küçük kesilmiş sayfaların her birinde çok büyük harflerle el yazısıyla yazılmış birer cümle vardı. Kağıtları dizgiye teslim ettim ve İslam Abi’nin dediği gibi yazı ne fazlaydı ne de eksik, ayrılan yere tam geldi. Sonraki aylarda da hep yazıyı cuk oturttu. Ve umduğumuz gibi çok hoş yazılar yazdı.
44 yıllık gazetecilik hayatından sonra 69 yaşındayken 2001’de İslam Çupi’yi kaybettik. Aradan 22 yıl geçmiş. Ondan geriye İletişim Yayınları’nın hatırşinaslığıyla spor yazılarının derlendiği “Futbolun Ölümü“, “Olaylar, Sağ Bekin Lahana Dolmasını Yemesiyle Başladı” ve “Mağlubu Anlatmak” isimli kitaplar ve sağlığında yayınlanan tek kitabı “Hey Gidi İstanbul” kalmıştı. Ve yeni nesiller de bu efsane spor yazarını çoktan unutmaya başlamıştı.
“Hey Gidi İstanbul”un yeni baskısı 28 yıl sonra Kansu Şarman’ın editörlüğünde İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkmış. Bende tüm bu anıları tetikleyen de kitabın girişinde yer alan, İslam Abi’nin kendine has tipik el yazısıyla yazdığı 1996 tarihli “Sevgili kızıma ve sevgili oğluma… Benim çocukluk, gençlik İstanbul’umu size emanet ediyorum. Ona iyi bakınız ve çocuklarınıza bırakınız lütfen… Babanız İslam Çupi” notu oldu. Sanırım bu ithafı kitabın girişine yazıp imzalamış.
Hey Gidi İstanbul’da İslam Çupi çocuklarına emanet ettiği İstanbul’u 1950’li yıllardan başlayarak anlatıyor. Kitabın tanıtımında yazdığı gibi “Yetiştiği Topkapı, Pazartekke, Şehremini sokaklarından başlayarak kentteki en hareketli caddelerin, meydanların, plajların, tiyatroların, sinemaların, statların, gazetelerin, vapurların, tramvayların, seyyar satıcıların, şoförlerin, artistlerin kısaca bu şehrin haritasında yer bulan tüm parçaların ve kimi gerçek kimi hayali, günlük yaşamda karşımıza çıkabilecek tiplerin öykülerini yaz”mış. İstanbul’u anlatırken kendi yaşamından hoş anılarda aktarmış, çok ilginç insan portreleri çizmiş.
Onun lezzetli üslubundan bir zamanların İstanbul’una hem nostaljik hem de mizahi bir bakışın örneklerini okuyorsunuz. Çok keyifli, öğretici, anımsatıcı bir kitap ve İslam Çupi ile yeniden tanışmak için iyi bir fırsat.
edebiyathaber.net (22 Mart 2023)