Çocukluğum küçük bir sahil kasabasında geçti. O küçük kasabanın küçük bir okulunda aldım temel eğitimimi. Beş sınıflık okulumuzda kendi kendimize geçinip gidiyorduk. Fazla kalabalık olmadığımızdan olsa gerek sıcak, samimi ilişkiler içindeydik. Sadece kendi aramızda değil. Öğretmenlerimizle olan ilişkilerimiz de öyleydi. Şimdinin binlerce öğrencili, yüze yakın sayıda öğretmenli okullarını düşününce ne denli şanslı olduğumuzu anlıyorum. Evet, teknoloji bu denli gelişmemişti, bilgiye ulaşmak bu denli kolay değildi belki ama eğitim daha nitelikliydi. Bir de o günlerden anımsadığım bir şey küçük fındık paketleri. Bir armağan gibi gelirdi. Mutluluk kaynağı olurdu bize. Hey gidi günler hey.
Alıp çocukluğuma götürense yine bir kitap oldu işte. Nazlı Deniz Güler’in Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan “Fındıkistan”ı. Kitabın hemen başına yazar not düşmüş okurları için, bu kitabın aslında bir çizgi film projesi olarak ortaya çıktığına dair. Okuduklarımdan sonra düşündüm de aslında çizgi film olsaydı da hoş olurmuş. Zaten etkisi görülebiliyor kitapta. Sayfalar üzerinde yüzüp giderken sadece okumuyor aynı zamanda izliyoruz da sevimli kahramanları. Kim bilir belki bir gün gerçek anlamda izleyebiliriz Fındıkistan’ı.
Kitaptaki olaylar bir sincabın ağzından anlatılıyor. Adı Fındık. Ön dişleri ayrık. Çünkü dünyada en sevdiği şeyi, cevizi yerken dişleri kırılmış ve bu hale gelmiş. Anneannesiyle yaşıyor. Anne ve babasına ne olduğuna dair bir fikrimiz yok. Fındık, saray sincabı. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde yaşıyor. En yakın arkadaşı da kendisi gibi bir sincap olan Kara. Bir de Fare var. O da Kara’dan sonra en çok sevdiği arkadaşı. Yazar hemen girişte kahramanları etraflıca tanıtmış. İyi de yapmış. Ki hikâyenin ilerleyen bölümlerinde boşluk kalmıyor bu sayede. Ve bir gün anneannesi Fındık’tan Fındıkistan’a gitmesini ve ona fındık getirmesini istiyor. Eline de eski bir ambalaj veriyor üzerinde adres yazan. (Sanırım beni çocukluğuma götüren de bu ambalaj oldu.) İyi de Fındık, Fındıkistan’ın nerede olduğunu, nasıl gidileceğini bilmiyordu ki! Ama anneanneyi kırmak da olmazdı.
Bu arada satır aralarında Fındık’ın çocuklara mesajları da var. “Değişim her şekilde güzeldir” örneğin. Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinden çıkıp bir bilinmeze yolculuk fikri canını sıksa da kendini böyle teselli ediyor sevimli kahramanımız. Çocuklara da iletiyor bu düşüncesini. Heyecanlı yolculuk başlarken Kara bitiveriyor arkadaşının yanında. Zaten dostlar böyle günler için değil midir? “Böyle bir yolculuğa yalnız çıkmana izin veremem, asla!” diyor Kara ve yolculukları başlıyor. Ankara, Kapadokya derken Fındıkistan’a ulaşıyor dostlarımız. Kolay olmasa da her gittikleri yerde yeni deneyimlerin sahibi oluyorlar. Yeni dostlar ediniyorlar. Güven duygusunun, samimiyetin neler kazandırabileceğinin örneğini sergiliyorlar. Fındıkistan’a vardıklarında ise şaşırtıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Çocuklar için büyük sürpriz. Meğer Fındık sadece bir sincap değilmiş. Fındıkistan’ın prensesiymiş. Ama bunu kendisi de bilmiyormuş. Ve Fındıkistan da fındık koruyucularının ülkesiymiş. “Hayat sürprizlerle doludur” mesajını da veriyor bu arada Fındık, kitabı okuyan arkadaşlarına. Fındıkistan’ın kralı, Fındık’a orada kalmasını ve gelecekte ülkenin başına geçmesini öneriyor. Fındık için verilmesi zor bir karar tabi. Sarayın bahçesinde sıradan bir sincap olarak mı yoksa orada kalıp prenses bir sincap olarak mı yaşamalıydı? Verdiği kararı merak edenler kitaptan okusunlar sonucu. Tüm heyecanı kaçırmayayım daha fazlasını anlatarak.
Kitabın özüne dönüp şöyle bir toparlamak gerekirse; dostluk, dayanışma, paylaşım, iyilik bu kitaptan çocuklara kalacak olandır. Bir de ağızlarında fındık tadı.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (20 Şubat 2017)