“Bu hikâyenin başlangıcı aslında o büyük kavganın, daha doğrusu meydan savaşının yaşandığı güne kadar uzanır.” (Syf. 123)
Ethem Baran’ın ilk romanı olan Yarım, İletişim Yayınları etiketiyle yeniden okurla buluştu. Yarım’da 12 Eylül darbesinden hemen sonra doğuda bir Anadolu kentine tayini çıkan Metin ve onun sadık dostu Adıgüzel’in hikâyesi anlatılıyor.
Yazar adayı kahramanın kaleminden dökülenler ilk sayfadan itibaren bizi kitabın içine çekiyor. Yalnızlığın öncesinde kalan yaşanmışlıklarla ilgili ufak, ama bizi şaşırtıcı bir sona hazırlayan bilgiler vermeye başlıyor Metin. Tayinden önce de kalabalık olmayan yaşamı, kiralık bir ev bile bulamadığı Anadolu kentinde, bir otel odasında tamamen yalnızlaşıyor. Yazamadığına defalarca vurgu yapıyor; kalemi elinden bırakıyor, “Olmuyor, yazamıyorum,” diyor. Kalemi kâğıda değince uslu durmuyor ama bu hareketlilik hep kısa sürüyor. Aklındakilerin satırlara dökülmeden dağılmasını şöyle anlatıyor yazar: “Kalemi bırakıyorum. Kendimi yıllardır boş bir hayalin peşinde günden geceye, sokaklardan odaların sessizliğine, sigara dumanlarının kıvrımında biçimden biçime girerek ve sonunda en baştaki biçimin hangisi olduğunu unutarak sürükleyip yok ettim. Odada sigara içildiğini duyuran kokunun ve varlığını bildiğiniz ama bir türlü göremediğiniz dumanın saklanması gibi dağılıp, yokluğa karışmış duyumsuyorum kendimi artık.” Kendinden ve yaşadığı hayattan kaçmaya çalışıyor; yine de dönüp dolaşıp kendini otel odasındaki yatak dışındaki tek eşya olan çalışma masasının başında buluyor.
Mekân, Anadolu’da bir şehir. Tek başınalığı perçinleyecek nitelikte soğuk, yağmurlu ve kasvetli… Baran, bu şehre Karlar Şehri diyor. Metin’in bir evi olmaması, dahası “hiçbir evde bir yatağının bile” olmaması, dolayısıyla kısa bir süreliğine girip yıllar geçirdiği otel odasında tek başınalığıyla iyiden iyiye tanışmasına neden oluyor. Gölgesiyle arkadaşlık kuran biri için bu duruma alışması da zor olmuyor aslında. Monoton bir hayatı kabulleniyor kabullenmesine de geçmişe olan özlemini bir türlü atamıyor içinden. Yazma girişimleri de bu yüzden hep aynı kapıya çıkıyor işte. Sevdası hâlâ yüreğinde duran Esma’yı, ilk aşkı Nihal’i, aile evini, üniversite yaşamını tekrar edip duruyor her fırsatta. Ama yine de kendine, kendinden sık sık bahsetmeyi de ihmal etmiyor. Metin’in en büyük derdi geçmiş mi, gelecek mi yoksa şimdi mi; işte okur buna karar verirken bazı sayfalarda bocalayabiliyor.
Bir de Yeşim Pastanesi var köyden bozma bu kentte. Metin’in en azından taze poğaça ve çay bulabildiği bir yer burası. Defterini de ilk kez burada görüyoruz hatta. Küçük yatak odasının dışında “tek başına” sosyalleşiyor burada. Ne kadar olursa tabii…
Metin’in hayatı, kentsoyluların tek buluşma mekânı olan Şehir Kulübü’nde tanıştığı Hayati Hoca’nın hapishanedeki mahkûmlara güzel konuşma ve yazma dersi teklifiyle değişiyor. Atanmış bir memur olarak sıkıcı mesailerde kendini bir türlü o ofise ait hissetmeyen Metin bu öneriyi hemen kabul ediyor. İşte ülkücü Adıgüzel’le burada kesişiyor yolları. Hemen dost oluyorlar. Bu sağlam dostluk içinse Metin şöyle diyor: “Ben onun diğer yarısıyım, o da benim diğer yarım…”
Adıgüzel, darbe öncesinin ülkücüsü. Yaptığını kesin bir dille reddettiği bir suçtan dolay parmaklıklar ardında günlerini geçiriyor. Şafak da sayıyor. Son şafağın ne zaman atacağı ise gerçek bir muamma. Kitabın başında yalnızca Metin’in yazdıklarını okurken, tanışıklığın ardından artık Adıgüzel’in mektupları da başlıyor. Adıgüzel, Metin’e yazdığı mektuplarda okuduğu kitaplardan bahsediyor sık sık. Kendince hem kitapları hem de –yine kendince– yaşamını eleştiriyor. Adıgüzel’in işlemediği bir suç için aldığı ceza, fikirlerindeki dönüşümü de etkiliyor. Ethem Baran bu dönüşümü, metinlerarasılık yöntemiyle okurun gözlerinin önüne seriyor. Dolayısıyla bu kitap, okuyucusunu başka kitaplara götürmek için de fırsat kolluyor. Zebercet’le, Isabelle’le ve hatta Freud’la karşılaşırsanız, şaşırmayın.
İki yalnız adam, iki yazar adayı ve Karlar Şehri’nin iki “yarım”ı bir bütün olmak için konuştukça konuşuyor. Zaten ellerinden de başka bir şey gelmiyor. Fakat birbirlerinin gözlerine bakmaları da yetiyor. Çünkü ikisi de şundan oldukça emin: Bu gözler daha önce mutlaka buluştu. Mutlaka yarım hayatlar kesişti. Ama nerede ve ne zaman?
Yalnızlığı en iyi anlatan yazarlardan biri olan Ethem Baran’ın, kendine has, hoş üslubu bütün romana hâkim. Öykülerinde de zaman zaman ters köşe yapan Baran yine kaleminin gücünü biz okurlarından esirgememiş. Derin psikolojik çatışmaların olduğu, varoluşsal tedirginliklerin satır aralarında gizlendiği kitabın sonu ise oldukça vurucu. Adıgüzel ve Metin’i tüm yol ayrımlarına rağmen buluşturan şey ise yarım olanların kendini tamamlama arzusu…
edebiyathaber.net (20 Mayıs 2022)