Söyleşi: Mesut Örs
TÜYAP 24. İzmir Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu olarak belirlenen Hidayet Karakuş’la bir söyleşi yaptık.
TÜYAP 24. İzmir Kitap Fuarı Onur Konuğu olarak seçildiniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İzmir Kitap Fuarı’nda onur yazarı seçilmekten büyük onur duydum. Yalnız içim biraz buruk. Bu onura benden önce değer görülmesi gereken yazarlar vardı İzmir’de. Türk Tiyatrosuna gerek bilimsel, gerek ürünsel katkıları büyük olan Prof. Dr. Özdemir Nutku ile yine tiyatro edebiyatının unutulmaz yazarı Hidayet Sayın’ın önüne geçmek beni utandırdı.
Çok yönlü bir yazarsınız. Şiir kitaplarınız, romanlarınız, çocuk kitaplarınız ve radyo oyunlarınız var. Kullandığınız yazınsal türlerdeki bu çeşitliliği neye borçluyuz?
Yazmayı seviyorsanız, yazarken yaşadığınızı anlıyorsanız her yazı türü büyük heyecan verir yazana. Ben şiirle başladım, şiirle sürdürürken çocuk kitabı girdi araya, roman girdi, radyo oyunları girdi. Hepsini de at başı sürdürdüm sanıyorum. Her konunun yakıştığı, daha iyi anlatılabileceği türler vardır bence. Ben de yakaladığım konulara böyle baktım. Beni heyecanlandıran, anlatılması gerekir diye düşündüğüm konuya bu tam romanlık, bu tam radyo oyunu olur, ne güzel çocuk öyküsü olur, diye baktım. Şiir zaten kendini yazdırıyor. Her konunun da birbirini beslediğini gördüm. Elbette bunda çok türlü okumanın; tarih, ruhbilim, ekonomi, felsefe, siyasal yaşam… okumanın büyük yararı var. Çok okuduğunuz zaman konular önce beyninize çarpar, sonra yüreğinize. Sonra kaleminiz gerekeni yapar.
Dilimizin yabancı kelimelerden arındırılmasına, Türkçe’nin doğru kullanılmasına özel bir önem verdiğinizi biliyoruz. Dil ve edebiyat ilişkisine nasıl bakıyorsunuz? Dilimizin kirlenmesi ve yozlaşmasına karşı edebiyat panzehir olabilir mi?
Edebiyatın temel gereci dildir. Yazarların dillerine son derece özenli olmaları gerektiğini biliyorum. Çünkü bir dili en iyi kullananlar o dilde yazı yazan, şiir yazan, roman yazan, oyun yazan, öykü yazan insanlardır. Ya da böyle olmalıdır. Ne ki Türk Dil Kurumu’nun verimlerinden habersiz büyüyen nice yazar Türkçeyi yeterince bilmiyor. Gazetecileri konu etmiyorum bile. Gazetelerde dil yanlışlarından geçilmiyor çoğu kez.
Türkçeyi bilmeyenlerin dili kirlidir gerçekte. Hele öğrendikleri bir yabancı dille dilimizi küçümseyenler çıkıyor ki bilim insanlarından çok inciniyorum. Kulaklarına gelen sözcük kolaylarına geliyor. Dil bilinci olmadığı için bu sözcüğün Türkçesi nedir, diye düşünen yok.
Bir de Osmanlıca merakıyla eski sözcükleri kullanan bir kesim var. Bunlar siyasal iktidarların dilini seviyorlar. Kendilerini onlardan göstermek için yapıyorlar bunu. Kimi de bilinçsizce kullanıyor o sözcükleri.
Yazarların görevi Türkçeyi gelecek kuşaklara arı duru iletmektir. Bunu da yetkin bir Türkçeyle yapabilirler. Kısaca bir dilin yaşaması o dilin edebiyatına bağlıdır.
Katılır mısınız bilmiyorum; basılan kitap sayısının çoğaldığı ama edebi niteliğin azaldığı bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. Ülkemizde kitap okuma oranında herhangi bir artış görülmemesine karşın, kendi kitabını bastırmak isteyen yazar adayı sayısında ciddi bir artış var. Bu ortamda genç yazar adaylarına önerileriniz ne olur?
Kitap sayısı çoğaldı, okur sayısı aynı kaldı ya da düştü; bilemiyorum. Kitap çıkarmak çok kolaylaştı. Hele parayla kitap basan yayınevleri var. Bastıkları kitapların dilini bile düzeltmeden basıyorlar. Yazık oluyor. Halkımız basılı olanın hep doğru olduğunu düşünür. O kitaplar hepsi değil ama çoğu dil yanlışlarıyla dolu çıkıyor.
Bizim eğitim dizgemiz okumaya dayalı değil çünkü. Kitaba, kültüre dayalı değil. Öğretmen okumazsa öğrenci hiç okumaz. Bu öğrenciler anne baba olunca elbette onların çocukları da okumaz. Bu nedenle okur artmıyor ama kitap sayısı çoğalıyor gittikçe.
Bir de teknoloji etmeni var. Bilgisayarlara, telefonlara, bilgisunarlara bakıyorum da bizim toplumun büyük bir oyuncak açlığı varmış, diye geçiriyorum aklımdan. Kişilerin çoğu okur-yazar sözde ama telefonlarına gelen iletilerden başka bir şey okudukları yok. Kitap akıllarına gelir mi?
Genç yaşlı bütün yazar adayları, kendi toplumlarının edebiyat, sanat birikimini sindirmeliler. Bunu yaparken durmadan okumalı, yazmalı, yeniden okumalılar. İlgilendikleri alanlar kadar öteki alanlarla da beslenmelidirler. Resim sergilerine, tiyatrolara, sinemalara gitmeliler. Müzikle kopmaz bağları olmalı. Yaratıcılıkları böyle gelişir.
edebiyathaber.net (27 Mart 2019)