Serdar Uslu’nun yeni romanı “Hilkat Garibeleri”, evle iş arasında sıkıcı bir hayat süren Şâkül’ün akademisyen olduğu üniversiteye “Bir Adam Yaratmak” projesiyle gelen, ilim irfan sahibi Ferruh Dora isimli bilim insanıyla tanışmasının ardından yaşadığı tuhaflıklar silsilesini gotik edebiyatın tam göbeğinden anlatıyor.
Serdar Uslu edebiyat dünyasına attığı ilk adımlarla kendi üslubunu oluşturmuş, serbestçe dolaşıma soktuğu dilini tamamen kendi kontrolü altında tutup bazen kitabının kurgusunu dile, bazen de dilini kurguya “benimseterek” yazan nadir yazarlardan biri. Kitaplarının ana teması altına çaktırmadan serpiştirdiği meramını, olay örgüsünün bir vesilesiyle ortaya çıkararak okuru hem kendine bağlayan hem de “Nereden nereye?” diye sordurtan yazar, ilk kitabı “Yermük ve Trafalgar Baldır Bacak İşleri”nde ucu Hitler’e kadar dayanan bir hikâyeyle gerçeği ve gerçeküstünü birlikte sunmuştu. Uslu, ikinci kitabı “Abbas Dayı Hadisesi”nde ise gizem unsurunun dozunu artırarak, gotik türle dirsek temasında olan apayrı bir hikâyeyle karşımıza çıkmıştı.
Serdar Uslu’nun yine Timaş Yayınları etiketiyle yayımlanan son romanı “Hilkat Garibeleri”, yazarın artık kendi yolunu tutturduğu, önceki kitaplarında bir nevi “ipucu” olarak niteleyebileceğimiz kalemini iyice yontarak ayyuka çıkardığı, okuru bir kurgudan ziyade bir “oyunun” içine soktuğu, dört başı mamur bir kitap. Kırklı yaşlarına ayak basmasına rağmen hayatta istediği başarıyı yakalayamamış, tüm derdi oğlunu evlendirmek olan annesi ve oğlunun tam tersine evlenmek için can atan kız kardeşiyle birlikte sıkıcı bir memuriyet hayatı süren Şâkül’ün, çalıştığı üniversiteye “bir adam yaratmak” amacıyla gelen, ilim irfan sahibi Ferruh Dora isimli bilim insanıyla tanışmasının ardından yaşadığı tuhaflıklar silsilesini anlatan “Hilkat Garibeleri”, memleketin gotik edebiyatına yepyeni bir soluk getiriyor.
Ev, iş, iş, ev…
İstanbul’un izbe semtlerinden birinde işle ev arasında mekik dokuyan akademisyen Şâkül’e, annesinin kendisine sürekli bir gelin adayı bulmasından, ablasının gelin olma hevesinden ve sıradan bir devlet dairesinden başka bir işlevi olmayan üniversitedeki işinden artık gına gelmiştir. Her günü birbirinin aynısı olarak geçiren Şâkül, tam olarak ne olduğunu bilemediği “başarılı olmak” konusunda da sınıfta kalmış gayet sıradan bir adamdır. Üniversitedeki mesaisini, iş arkadaşlarıyla gazete havadisleri üzerine muhabbet ederek, birbirinden alakasız konulardan bahsederek boş boş geçiren Şâkül’ün hayatı, eve döndüğünde de ayrı bir kısırdöngü içerisinde devam etmektedir.
“Bir Adam Yaratmak”
Her zamanki iş günlerinden birinde, Şâkül’ün ders verdiği Edebiyat Fakültesi’nde bir hareketlilik yaşanır. Zira üniversiteye Ferruh Dora isminde, mürekkebin dibini yalayıp yutmuş bir bilim insanının geldiği haberi yayılır. Başlarda Şâkül de dahil kimsenin ismini dahi duymadığı bu gizemli adam, üniversitenin akademik camiasının ilgisini çekmese de, tam tekmil ve kendinden sonuna kadar emin bir şekilde kampüse adımını atmasıyla birlikte herkesin dikkatine mahzar olur. Şâkül ve arkadaşları, Ferruh Dora’yla ilgili internette yaptıkları ufak bir araştırma sonucunda, adamın sağlam bir özgeçmişe sahip olduğunu ama bundan da önemlisi, bir insanı on üç saniyeliğine de olsa hayata döndürdüğünü öğrenirler. Dekan da dahil olmak üzere, ilk dakikadan itibaren kimsenin saygıda kusur etmediği Ferruh Dora, tüm donanımıyla “Bir Adam Yaratmak” projesini gerçekleştirmek için orada bulunmaktadır.
Şâkül’e kırk fırın ekmek!
Zaman ağır ağır akarken, Ferruh Dora da çalışmalarında günden güne aşama kaydetmeye başlamıştır. Bir şekilde kendisiyle muhabbet kurma şansına erişen Şâkül, Dora’nın hayat ve ölüm üzerine çektiği söylevden çok etkilenir ve açık açık Ferruh Dora’ya tapmaya başladığını, onun için elinden ne geliyorsa yapacağını, onun, Şâkül için ölçülemeyecek derecede önemli bir kişi olduğunu kendisine söyler. Bu arada Ferruh Dora da, Şâkül’e karşı “boş değildir” ancak kapasitesi belli olan Şâkül’ün daha çok fırın ekmek yemesi gerekmektedir.
Kopan bacaklar, kulaklar, burunlar, kelleler…
Şâkül, yaşamak için kendine bir sebep bulmuşken, evde de birtakım gelişmeler yaşanmaya başlar. Şâkül’ün kız kardeşi, onunla evlenecek birini bulmuştur. Annesinin dünden razı olduğu bu işe, müstakbel damadın tavırlarından pek hoşlanmayan Şâkül çok da sıcak bakmamaktadır. Ancak karar verilmiş, kız istenmiş, annesi de vermiş, gitmiştir. Hem üniversitede hem de evinde yaşanan bu gelişmelerle hayatı biraz olsun renklenen Şâkül, Ferruh Dora’ya yakınlaştıkça bazı terslikler gözüne çarpmaya başlar. Bu tersliklerin dozu artıp da hiç beklenmedik olaylar meydana geldiğinde ise Şâkül, kendini aklının ucundan dahi geçiremeyeceği olaylar silsilesinin içinde bulur. Artık kopan bacaklar, kulaklar, burunlar, kellelerle hemhal olmuş, gerçekle gerçek dışını ayırt edemez hale gelmiştir.
Serdar Uslu, “Hilkat Garibeleri”nde, daha önceki kitaplarındaki gibi konuyu basit bir başlık üzerinde toplayarak başlıyor anlatmaya. Ancak sayfalar akmaya başlayınca, bu basitlik yerini birtakım tuhaflıklara, sonrasında absürtlüğe bırakıyor yerini. Tam bu arada, girişte bahsettiğim, meramıyla ilgili elindeki tüm kartları masaya süren Uslu, okurun aklını şöyle bir karıştırdıktan sonra, sanki kitabı baştan yazmaya başlıyor ve ortaya yepyeni bir kitap çıkarıyor. Bunların toparlanması neticesinde de tam olarak “Hilkat Garibeleri”ndeki gibi gerçek bir gotik roman çıkıyor ortaya…
edebiyathaber.net (18 Ekim 2024)