Antikalıklar çağındayız, o kesin. Kimsenin kimseye “Antika mısın nesin!” diye çıkışmaya yüzü yok. Postmodern zaman denilen, peyderpey yanına uğrayıp bir makas alıp mevzuların işinden tereyağından kıl çeker gibi çıkmamamızı sağlayan şey.
Hikâye de antika:
Louis Aragon bir Fransız televizyonunun Antenne 2 kanalına Jean Ristat ile bir söyleşi dizisi yapar. Aragon tüm bu söyleşiler boyunca yüzüne taktığı maskeyi çıkarmaz. Bunu “yaşlı bir lise öğrencisinin çılgınlığı” olarak değerlendiren de olur, yaşlı ve buruşuk yüzünü gizlemek için böyle bir şeye kalkıştığını düşünen de.
Hilmi Yavuz, “Budalalığın Keşfi“nde konuya şöyle girer: “Gizlilik, kuşkuludur ve işte tastamam bu nedenle, çoğu kez, varoluşsal imalar taşır. Şöyle düşünülür: Öyle ya, kendini gizleyen bir şeyleri olandır. Böylece maske, bilgi ile kimlik ya da eylem ile kimlik arasına girer ve kimliği gizler. Maske, ‘Ben, Öteki’yim!’ demektir. Mevlana’nın, ‘Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!’ öğüdü, maske ile maskenin gizlediği arasındaki aykırılığı ortadan kaldırmaya yönelik bir ahlaki öğüttür elbet…”
Mümkün müdür, olduğun gibi görünmen ya da göründüğün gibi olman. Tevekkeli nezdimde. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında en çok hissettiğim şey, bir insanın içindeki “ben”lerle hiçbir şekilde mücadele edemeyeceğiydi. Hangi gün, hangi saat hangi yanınızın kazanacağı, varoluşsal sebebiniz çıkarlarınız gereği tesadüfî.
Oscar Wilde maskelerin hakiki olmayan şeyleri, ayıklama gücü olduğuna inananlardanmış. Şöyle dermiş: “Ona bir maske verin, size o zaman hakikati söyleyecektir.” Geriye önemli bir detay kalıyor yalnız. Beşeri olanın anlaşılmazlığı ile insanın içinde soğanın katları gibi var olan çeşit çeşit maskeleri. Atılamayan, çıkarılamayan bilinç dışı maskelerimiz. Rımbaud’un o anlamakta zorluk çektiğimiz cümlesi: “Ben, bir başkasıdır.” Bataille ve Lacan’ın “Ben, öteki’dir”dediği ise ayrı bir derya konu. Gülten Akın da son kitabı “beni sorarsan”da demiş: “İki bire borçlu varlığını / Bir hiç’e” Bu kadar alengirli konu.
Roland Barthes’in tembihi aksi istikamette: “Gizleme, görülmelidir.” Antik Roma Tiyatrosu’nda sahneye maske ile çıkan oyuncular “Larvatus prodeo” yani “maskemi parmağımla göstererek öne çıkıyorum” dermiş. Bu teamül devam etseydi eğer şeffaf maskelerle, “Gizlilik, gizlenmelidir” düsturu edinilirdi. İroni harikası olarak, iki yüz yıl sonra bu satırlarda olduğu gibi anılırdık üstelik.
Hilmi Yavuz’un Budalalığın Keşfi kitabında “Maske Üzerine Bir Deneme” başlığıyla bir denemesini anlattım kısaca. Birbirinden zihin açıcı 69 denemenin içinde olduğu bir kitap. Denemelerde bahsi geçen kitapları da okuma listesine eklediğiniz takdirde, zincirleme insan yaratıcılığı harikası kitaplara ulaşıyorsunuz. Sadece benim peşine takıldığım birkaç kitap örneğin:
Gazzali’nin Mişkat’ül- Envar’ı,
Gustave Flaubert’in Bouvard ve Pêcuchet’i ve Yerleşik Düşünceler Sözlüğü,
Franz Rosenthal’in Erken İslam’da Mizah’ı,
Edgar Morin’in Aşk, Şiir, Bilgelik’i,
Roland Barthes’in Bir Aşk Söyleminden Parçalar’ı,
Milton’un Kaybolmuş Cennet’i,
Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş’u.
Sizi neler çekecektir, kim bilir.
Platon’dan Murdoch’a, Anthony Giddens’in “mahremiyetin dönüşümü”nden, Sartre mı direnişçiydi, Camus mu sorusuna, Adorno’nun Heidegger bilmecesine kadar kafayı yormuş insanlarla, kafa yoran Hilmi Yavuz var kitapta. Kitabı sayfaları okuyarak takip etmek zorunda değilsiniz. Rastgele açıp herhangi denemeyi okuyabilirsiniz.
Hilmi Yavuz, “Balzac’ı Marx Gibi Okumak” denemesinde “Balzac da, Tolstoy da Thomas Mann da Marxçı değildiler kuşkusuz ama onların insanı maddi yaşamın somut ilişkiler bütünü içinde ortaya koymada yetersiz kaldıklarını öne sürme olanağı yoktur” diyor. Kendisi de Marx eksenli sol kalemlerden değildir, en azından şimdisinde. Benzer bir algıyla Budalalığın Keşfi’ni tavsiye ederim.
Filiz Gazi – edebiyathaber.net (28 Ekim 2013)