Orijinal hasarlı polis dedektifi Laidlaw’ı ilk soruşturmasıyla geç de olsa tanıdık. Serinin yazarı aynı zamanda şair William Mcllvanney’in çalışmalarının kaynağını işçi sınıfının kültürel ve politik mirası oluşturuyor. 1977’de yayımlanan Laidlaw adlı romanı pek çok eleştirmen tarafından şaşkınlıkla karşılanmış ve metnin suç romanları arasında önemli bir yerde durduğu belirtilmiş: “İskoç polisiye yazarlığının saf, damıtılmış özü” deniyor arka kapakta. 2015’te hayatını kaybeden usta yazar, polisiye roman alanında verilen çok sayıda ödül kazanmış.
Ayrıntı Yayınları’nın “Kara Kitaplar” dizisinden çıkan romanla ilgili herhangi bir tanıtım yazısı çıkmaması ilginç, belki de birçok nitelikli polisiye roman gibi “Laidlaw Soruşturması” da keşfedilmeyi bekliyordur. Kitap tanıtım kurumunun bitmek tükenmek bilmeyen tuhaflıklarından biri daha deyip geçebiliriz öte yandan. Kişiselliği aşıp nesnelliğe ulaşacağı günleri beklemeye devam edelim.
“Laidlaw Soruşturması”nın hikâyesi şöyle: Glasgow Green’de genç bir kadın vahşice öldürülmüş olarak bulunur, kadına cinsel saldırı da yapılmıştır. Katil bellidir. Dedektif Laidlaw, önce tek başına, bir süre sonra ise merkezle bağlantısını sağlamak için yanına verilen yardımcısıyla araştırmalarını sürdürür. Satır aralarında İskoçya polis kurumundaki rekabet ve hiyerarşi görünür olur. Delil toplama ve değerlendirmelerden ziyade cinayetle bağlantılı kişilerle diyaloglar, mekânlar ve hâkim anlatıcının kişilerle ilgili gözlemleri ön plana çıkar. Burada amaç okuyucu tarafından bilinen katile ulaşma sürecinde suçun toplumsallığını daha iyi vurgulamak olabilir. Yöntemleriyle geleneksel bir polise benzer Laidlaw. Hem kendi akıl yürütmeleri hem de kişisel ilişkileri sayesinde kanunları esneterek katile ulaşmaya çalışır. Arka sokaklara, barlara, yeraltı dünyasına giriş yaparız. Tutumlu betimlemelerle mekânlar ve tabi ki Glasgow gözümüzde canlanır. Sadece Laidlaw ve yardımcısı değil, suça bulaşmış geçmişlerinin açığa çıkma riski olan zengin mafyatik tipler, kabadayılar, onların yanlarında çalışan lümpenler ve maktulun babası da katile ulaşmaya çalışır. Maktulun babası aracılığıyla İskoç kültürünün olmazsa olmazı Protestan-Katolik çatışması sınırlı da olsa devreye girer.
Dedektif Laidlaw, olup biten her şeye yönelik bitmek tükenmek bilmeyen sorgulamalarıyla bir karakter olarak kendini hemen var ediyor. Kierkegaard, Camus ve Unamuno okuyor. Şiir gibi konuşuyor, felsefi analizler yapıyor. Bazen migreni azıyor. Eşiyle arası kötü, çocuklarını seviyor ancak onlarla yeterince vakit geçiremiyor. İşini ailesine tercih eden biri o. Cinayeti çözme sürecinde bavulunu toplayarak otele yerleşiyor. Resepsiyon görevlisi sevgilisiyle birlikte oluyor. Polis olması prosedürler arasında kaybolduğu anlamına gelmiyor. Şiirsel bakış açısı, felsefi sorgulamalar dengeleyici unsur olarak her zaman ön planda. Bu bölümlerin çevirisinde zorluklar yaşandığını düşünmeden edemiyoruz. İskoçya argosu Türkçeye nasıl çevrilebilirdi? Çevirmen Fırat Yıldız’ın emeği çok değerli ancak basımdan kaynaklanan ufak tefek sorunlar var gibi görünüyor. Hemen her satırda keskin mizah duygusu hissediliyor. Toplumsal boyut, romanı hem edebi yönden güçlendiriyor hem de okuyucuyu daha aktif kılıyor.
Serinin ilk kitabını bitirdiğimizde sadece sağlam bir polisiye roman okumakla kalmıyoruz. Suçun hem bireysel hem de toplumsal bir olgu olduğunu bir kez daha kavrıyoruz. Ancak belki de en önemlisi suçluyu anlamaya çalışmakla varlığını reddetmek arasında bir kez daha gidip geliyoruz. Bu çatışmayı günlük hayatın gerçekliği dışında belki de en iyi yaşayabileceğimiz dünya tabi ki nitelikli polisiye romanların kurmaca gerçekliği olabilir. Laidlaw serisinin türün önem taşıyan kitapları arasında yerini alması boşuna değil. Öteki iki kitabın en kısa sürede Türkçeye kazandırılması dileğiyle…
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (26 Temmuz 2018)