Söyleşi: Merve Koçak Kurt
“Hayaller ve Harfler”, eleştirmen Hülya Soyşekerci’nin ‘okuma notları’ndan oluşuyor. Komşu Yayınları-Sıcak Nal Dizisi’nden çıkan kitapta Orhan Veli’den Cahit Sıtkı Tarancı’ya, Sabahattin Kudret Aksal’dan Namık Kemal’e, Suat Derviş’ten Leyla Erbil’e ve daha birçok yazara dair yazdıklarını paylaşıyor okurla. Soyşekerci ile “Hayaller ve Harfler”i üzerine söyleştik.
“Hayaller ve Harfler”, okuma notlarınızdan oluşuyor. Kaç yılda birikti kitabın içindeki yazılar? Nasıl bir serüven izledi kitap hâline gelişi?
Kitabın oluşma serüveni dört yılı buluyor. Önceki kitabım “Mavi Harfler Atölyesi” 2012’de yayımlanmıştı. Bu süre içinde basılı edebiyat dergileri, internet siteleri ve e-dergilere yazdığım yazılar epeyce çoğaldı. Buralarda parça parça yer alan yazılarımdan bir seçki oluşturdum. Edebiyatta iz bırakmanın kitap aracılığıyla gerçekleştiğine inanan; sistemin, meta’ya indirgediği kitaba hâlâ büyülü anlamlar yükleyen biriyim. Yazıları kitaplaştırmadaki kararlılığımda, kitaba verdiğim bu öznel değerin de payı var.
“İntibah’ta Cariyeler ve Düşmüş Kadınlar”, “Cahit Sıtkı Tarancı’nın Öyküleri”, “Kerime Nadir’in Gotik Romanı ‘Dehşet Gecesi’”, “Leyla Erbil İzleri”, “Öykünün Derin Sularında Bir Usta Nursel Duruel”, “Sevgili Arsız Ölüm’ün Büyülü Dünyası”… yazı başlıklarınızdan bazısı. Geniş bir yelpazede olan bu yazıları bütünlüklü hâle getirirken neleri gözettiniz peki?
Yazıların bir araya geldiğinde anlamlı bir bütün oluşturmasına dikkat ettim. Bu kitapta özellikle yerli edebiyata dair yazılarımı bir araya getirmeye özen gösterdim. Çevremde kendi edebiyatımıza önyargıyla yaklaşıldığına; yabancı yapıtlardaki ruhsal ve felsefi derinliğin yerli edebiyat yapıtlarında bulunmadığına dair birçok yoruma tanık oluyor; üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi görmüş biri olarak bu durumdan üzüntü duyuyor ve edebiyatımıza haksızlık edildiğini düşünüyorum. Kemal Bilbaşar gibi bazı edebiyatçılarımızın Batılı yazarlardan epey önce insanın varoluş sorunsalına dikkat çeken derinlikli romanlar yazdığını; Leylâ Erbil, Ferit Edgü gibi yazarlarımızın Batı’dakiler kadar özgün, deneysel öykü ve romanlara imza atmış olduğunu, edebiyatımıza önyargılı yaklaşanların pek çoğunun dikkate almadıkları kanısındayım. Hatta “Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı” ve “Çığlık” gibi yapıtların Batı’da bir benzeri olmadığı fikrindeyim. “Kalan”daki ruhsal, düşünsel, tarihsel derinlik; özgünlük ve çok katmanlı deneysellik de Batı’daki birçok yapıtla yarışacak kadar başarılı.
“Hayaller ve Harfler”de nitelikli yerli edebiyat yapıtlarını incelediğim yazıları bir araya getirmeye özen gösterdim. Estetik değer taşıyan metinlerin yazarları ve eserleri ilgi odağımda yer aldı. Dile farklı boyutlar ve yeni dokular kazandıran; kendi üslubunu başarıyla oluşturan yazarları ön plana aldım. Her gün yaşanan olaylara ve “sıradan” dediğimiz insani durumlara farklı bir perspektiften bakmayı başaran; toplumun ve insan hallerinin çelişkili gerçeklerini edebi biçimde işleyen; kısacası, insan-toplum diyalektiğini kurarken edebiyat estetiğinden ödün vermeyen yapıtlara ve yazarlara ağırlık verdim. Güncele, moda olana, çok satanlara ya da popülerliğe teslim olmayan yazarlara ve yapıtlarına birer spot ışığı tutarak, hak ettikleri değerin verilmesi ve unutulmaması için yazı yoluyla ciddi bir çaba gösterdim. Baş döndürücü hıza teslim olmuş bir dünyada, has edebiyatın ağır ağır akan kadim ırmağına dalmak ve o derinliklerden az bulunur güzellikleri gün yüzüne çıkarmak istedim.
“Bir yazar, kanımca, dünyada neler olup bittiğiyle ilgilenen birisidir; yani, insanoğlunun ne kadar sefil olabileceğini anlamaya, bunu içselleştirmeye ve bu gerçekle bağ kurmaya çalışan, ama bu anlama çabasıyla da yozlaşmaya, sinik ve yüzeysel biri olarak kalmamaya gayret gösteren birisidir. Edebiyat, bize dünyanın neye benzediğini anlatabilir.” der “Başkalarının Acısına Bakmak”ta, Susan Sontag… Edebiyat, sizin için neler ifade ediyor böyle durumlarda?
Bir yazarın, içinde yaşadığı zamana yapıtları yoluyla tanıklık etmesinin, başkalarının acılarını dile getirmede duyarlı davranmasının büyük değer taşıdığı kanısındayım. Bu duruş, yazarın vicdani sorumluluğu anlamına gelir. Çağına ve yaşadığı zamana tanıklıklarını, insan-toplum-hayat diyalektiği üzerinden oluşturduğu edebi metinlerle dile getiren; insanlık dramlarını yaşadığı çağın gerçekleriyle buluşturabilen yazarlardır geleceğe kalanlar. Bu bağlamda, “klasik” ve “modern klasik” yazarların önemi ve değerine dikkat çekmek isterim.
Aydın sorumluluğuyla yazmada, vicdan ve adaleti dile getirmede dikkat edilmesi gereken husus; metinlerde sığlığa düşmeden, edebiyattan ödün vermeden, gerçekleri doğrudan değil, insan yaşamlarının dokunaklı ayrıntıları üzerinden ifade edebilmektir. Yaşantıların ya da tanıklıkların, olduğu gibi dile getirilmesi, “belgesel gerçekliği” içinde kaldığı için yazıyı sınırlandırır. Hayatın edebiyat estetiğiyle yeniden düzenlenmesi; gerçekliğin, kurgu, dil ve üslup aracılığıyla metin içi gerçekliğe dönüştürülmesi anlamına gelir. Bu noktada artık o metnin “belgesel olma” değil, “edebi olma” hali söz konusudur. Sartre’ın bir sözü geldi aklıma: “İnsan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır.”
Sait Faik’ten yaptığınız bir alıntıyla soralım size de: “Edebi eserler, insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorlarsa neye yarar?”
Elbette, daha âdil, daha güzel bir dünyanın kurulmasında, yeni bir insan modelinin oluşmasında, düşünsel/estetik değer taşıyan öncü yapıtlar çok önemlidir. Ütopyalar da yazınsal bir yapıttır sonuçta. İyi edebiyat yapıtları, insanı dönüştürebildiği gibi, toplumun dönüşmesine de zemin oluştururlar. Yeter ki insan okuduğu yapıtları özümseyip içselleştirmeyi başarsın; öncelikle kendini dönüştürecek “içsel devrim”ini gerçekleştirebilsin. Bu dönüşüm, bireyden topluma doğru, suda halkalar misali genişleyecektir bence.
Birçok eserle ilgili not düşmüşsünüz kitabınızda. Mesela: “Gulyabani, satır aralarında sezdirilen modernist ve bilimsel felsefesiyle, metne sindirilen mizah ve ironisiyle, bir tiyatro oyununu anımsatan hareketli diyaloglarıyla, başta Hasan ve Muhsine olmak üzere canlı ve inandırıcı tipleriyle, edebiyat tarihimiz içindeki yerini daha uzun yıllar koruyacak değerde, özgün ve ilginç bir romandır.” Bu notları okurla –kitap olarak–paylaşırken neyi amaçladınız?
Başta belirtmiştim; kendi edebiyat yapıtlarımıza duyarsız ya da önyargılı olabiliyoruz. Hâlbuki onları okurken gerçek bir edebiyat tadı alabileceğimiz gibi, içinde, yazıldıkları döneme dair önemli ayrıntılar da keşfedebiliriz. Bu ayrıntılar, toplumun yaşayış/düşünüş tarzı ve insan davranışları açısından dile getirilir çoğu kez. Roman ya da öykü kahramanları, anlatıldıkları dönemin insanını temsil eder; o döneme özgü kimi özellikleri kendi varlıklarında somutlaştırırlar. Edebiyat tarihimizde yer alan eserler dikkatle incelendiğinde hem zamanın insanı hem de toplumsal düşünce, inanç ve yaşayış sistemi daha yakından görülebilir. Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarların edebiyat içindeki tanıklıkları, toplumumuzun geçirdiği serüveni de gösterip ışık tutar bizlere. Geçmiş zamanlar, resmi tarih üzerinden değil; o geçmişi var eden insan hikâyeleri üzerinden daha net olarak anlaşılabilir. Edebi eserler bu konuda önemli birer yol göstericidirler.
Kitabınızı okuyanlar, birçok yazarla ve eserle ilgili çeşitli bilgiler edinebiliyorlar: “Haldun Taner, iyi bir hikâye kurucusu olduğu için iyi oyunlar kaleme alan bir yazardır. İnsanları dikkatli gözlemlemesi, onları çarpıcı, etkileyici davranışlar ve doğal diyaloglar yoluyla canlandırması, yazarın oyun ve öykülerinin yapı taşlarını oluşturur.” gibi… Kitabınızı okumak için, bahsi geçen yazarları ve eserlerini okumuş olmak şart mı? Yoksa biraz da onları okumaya yol açmak için mi yazıldı “Hayaller ve Harfler”?
Bahsi geçen yazarları ve eserleri önceden okumuş olmak şart değil. Asıl amaçladığım; iyi edebiyata edebi bir biçimde dikkat çekebilmek, o eserleri okumaya dair merak, ilgi ve istek uyandırmak… Kitaplar ve yazarlar hakkında bilgi birikimi oluşturarak, bilgiden bilince kapı aralamak… Önceki üç kitabımda da hedeflediğim bu ideallere “Hayaller ve Harfler”de daha fazla yaklaştığıma inanıyorum.
“Füruzan’ın öyküleri benim açımdan böyle kalıcı etki bırakan, unutulmayan, değiştiren ve dönüştüren metinlerdir. Onun öykülerinde dillendirilen hayatlar, insanlar ve dramlar, incecik bir iç sızısı yaratır bende; bir yandan duygulanırken öte yandan insan sevgisinin, vicdanın adalet duygusunun anlam ve değerini düşünürüm.” demişsiniz kitabınızda. Bir yazar, bir okur(un)un hayatında neleri değiştirebilir mesela?
Yazardan okura uzanan ve sözcüklerden oluşan görünmez bir merdiven vardır. Okur, bu merdivenden geçerek yazara ulaşır; onun dünyasını anlar, eserini içselleştirir. Yazar da aynı merdivenden geçerek sözcüklerle yarattığı kurmaca dünya içinde okurun yüreğine dokunmayı başarır. Bu, inanılmaz bir serüvendir; eğer okur ile yazar, buluştukları metinde yürek diliyle konuşup anlaşırlarsa, o noktada “edebi ve ebedi” bir dostluk başlamış demektir. Bu dostluk, okurun zihninde yepyeni anlam pencereleri açar; o pencerelerden yazarın söz ışığı yavaşça süzülerek okurun yüreğini aydınlatır. Bu iç aydınlanma, okurun hayatını da yavaş yavaş değiştirip dönüştürecektir. Çünkü biliyorsunuz “sözcükler, hayatı değiştirir.”
“Benzer sancılardır, benzer kırılmalardır içte yaşananlar. İnce ruhlu, hayata farklı bakan, sık sık dünyanın dışına çıkıp yaşayan naif ruhların dertleri çok benzer birbirine. Yazarak, sanata sığınarak dayanılabilir bu dünyaya. Böylece sanat ve edebiyat, gerçeğin insanı acıtan sert ve sivri köşelerini yumuşatır ve hayata anlam kazandırır.” derken, sanki biraz da “teselli” verir gibisiniz yazanlara. Yazarak, sanata sığınarak nasıl dayanabiliriz bu dünyaya sizce?
Tezer Özlü, “yeryüzüne dayanabilmek içindir edebiyat” diyor. Evet, ancak edebiyatla dayanabiliriz, istemeden fırlatıldığımız bu dünyaya ve ruhumuzdaki yeryüzü ağrısına. Edebiyatın içindeki muhayyel dünya; hayatın acılarına, kötülüklerine, sert gerçeklerine katlanabilmek için en uygun, en değerli mekândır. Harflerden, sözcüklerden, cümlelerden oluşan bu metin içi dünya, anlamlarla genişlediği ve bize yeni özgürlük alanları açtığı için de değerlidir. Edebiyat, insana nefes aldırır; nefes yaşamsaldır.
“Hayaller ve Harfler”. Neden ve nasıl yan yana geldi, gelir? (Belki de yan yana değil iç içe…)
Edebiyat; harflerle oluşan metinlerin içerdiği dünyada, hayallerle (düşler, imgeler, rüyalar, kurgular) var olan, sözcüklerin yan yana gelmesiyle şekillenen bir anlamlandırma sanatı. “Hayaller” edebiyat sanatının içyapısını, ruhunu temsil eder; “Harfler” onu ölümsüz kılar. Söz’ün sesini simgeleyen, anlamını yüklenen harfler, zamanda bir çentik açar; orada kalıcı bir iz bırakır. Hayaller ve harfler olmadan edebiyatın var olması ve yaşaması olanaksızdır.
edebiyathaber.net (30 Aralık 2016)