Robotların zekâsı, insanlığın sonunu mu getirecek?
Yapay zekâ tüm sistemi ele geçirebilir mi?
Robotlar dünyasında duygulara yer var mı?
Ve bir robotun bu dünyaya vedası nasıl oluyor da insanı ağlatabilir?
Teknoloji ilerledikçe ve insan soyunun dünya deneyimi arttıkça, geleceğe dair tasvirleri ve tahayyülleri de bir karanlık, bir umutsuzluk kaplıyor sanki. Geleceğe dair ne varsa, insan soyunun bugüne kadar dünyaya ettiklerinin rövanşı alınacak, insanların yeryüzündeki varlığı silinecek ve dünya yeniden cennet bahçesi olacak gibi bir bakış var. İnsanların dünyaya verdiği zararın utanç verici olduğunu biliyor ve bu utancı paylaşıyorum ama aklıma da şöyle bir soru takılıyor: Mesele insan olmaktaysa, yapay zekâ ile neden insana en yakın robotik varlıkları yaratmaya çalışıyoruz? Cenneti devretmek için daha uygun adaylar “üretemez” miyiz? Yoksa mesele insan soyunda değil de, gücü eline almış bir azınlığın doymayan açlığında olabilir mi?
Yayımlandığı günden bugüne, Kore’de çoksatanlar listelerinden inmeyen ve okurların yıllardır heyecanla bekledikleri bir kitap olan Veda, Kim Young-ha’nın bilimkurgu ve distopyaya kendi üslubuyla katkı sunduğu, okurlarda iz bırakan, güçlü bir roman. Yazar, 11 Kasım 1968’de Güney Kore’de dünyaya gelmiş ve Veda, onun yıllardır beklenen ve rafa çıktığı an okur tarafından çok sevilen son romanı. Kim Young-ha ile tanıştığımız ilk roman bu değil, daha önce yine Timaş Yayınları tarafından Bir Katilin Güncesi kitabı yayınlamış ve okur tarafından da çok sevilmişti.
Veda’nın ana karakterlerinden Profesör Choi, yapay zekâ üzerine en yeni ve inovatif çalışmaların yapıldığı bir kampüste, oğlu Cheol ile güvenli bir hayat sürmektedir. Cheol, babası ve ikisi robot biri gerçek olmak üzere üç kediyle birlikte güvenli bir ortamda yaşarlar; dış dünya hakkında hiçbir bilgisi yoktur çünkü okula gitmez, eğitimiyle bizzat babası ilgilenir. Bu korunaklı ortamda, yapak zekâ ve insanlar arasında süren kaostan da haberdar değildir. Ancak bir gün dışarıda ne olduğunu merak eder. Kayıtsız insan ve hümanoidlerin kapatıldığı toplama kampına götürülen Cheol’ün korunaklı dünyası, bir anda başına yıkılır. İşte o gün gerçek dünyayla tanışan ve kaosun tam göbeğine düşen Cheol, kendi gerçeğinin sınırlarını da keşfetmeye başlar.
Veda, yapay zekâ, geleceğe dair distopik kurgular barındıran romanlar arasında, bugüne kadar okuduğum en duygusal metin olabilir. Kitapta, ister insan ister robot olsun, her biriyle empati kurduğumuz, onların için mutlu son istediğimiz ve başlarına ne gelirse gelsin duygularıyla empati kurduğumuz, güçlü ve “gerçek” karakterler var. “Bir robotla nasıl empati kurulur?” derseniz, “Bence romanı bir okuyun,” derim.
Romanda distopik ögeler olsa da, bunların alışıldık şekilde sunulmadığını da söylemek gerekiyor. Yazar, gelecekteki dünyaya dair bir görüntü sunarken, bunu acımasızlık, öngörülemezlik ve kıyamet senaryosunun yarattığı iç sıkışmasını hedefleyerek yapmıyor. Elinde daha güçlü bir silah var: duygular. İnsanı insan yapanın ne olduğu, yapay zekânın insan ile ortaklaştığı yönleri tartışmaya açan Kim Young-ha, hissederek yaşamanın hayata kattığı anlamın da özellikle altını çiziyor. Ve biz günümüzün modern insanları, mantığı, zihni, “doğru olanı” yüceltirken duyguları nasıl da gözden kaçırıyor, onları nasıl da yok sayıyor ve bir de bundan gurur duyuyoruz? Duygularımızı bilerek, hayatı hissederken yaşayan varlıklar olsaydık kesebilir miydik bunca ağacı, sırf daha çok tüketmek ve daha çok kazanmak için? Toprak Ana’nın bize sunduklarını böyle hunharca, umursamadan yok edip, bize sunulanın içerisindeki canı fark etmeden tüketebilir miydik? Sahiden hissetseydik kendimizi ve birbirimizi, can yakabilir miydik böyle kolay? Haklı olmak için birbirimizde bunca kavgaya tutuşur, karşı tarafa acı veren zaferlerden beslenebilir miydik? Sahi bizim sonumuzu, yapay zekâ mı getirecek yoksa biz, kendi seçimlerimizle o sona giden taşları çoktan döşedik mi? Soru bu.
edebiyathaber.net (12 Ekim 2023)