Senarist-yazar Hürer Ebeoğlu ile yeni kitabı Rüyaların Yazıldığı Yer için bir araya geldik. Edebiyat, sinema, resim gibi pek çok konunun harmanlandığı bu keyifli sohbete davetlisiniz.
Yakın zamanda Rüyaların Yazıldığı Yer adlı absürd mizah romanınız raflardaki yerini aldı. Eserinizde bambaşka bir evrenin kapılarını aralıyorsunuz ve adından da anlaşılacağı üzere okurlarınızı, Rüyaların Yazıldığı Yer’e davet ediyorsunuz. Kitabın adı bile oldukça eğlenceli ve farklı olduğunun ipucunu veriyor. Siz neler hissediyorsunuz?
Öncelikle çok heyecanlıyım tabii… Okurun tepkisini merak ediyorum. Evet, “Rüyaların Yazıldığı Yer” dünyadan çok uzakta, başka bir evren. Ama dünyanın en orijinal hikayesini kurduğunuzu iddia etseniz bile bunun okuyucu için bir anlamı yok aslında, çünkü ben okuyucunun hayal dünyasının yazarlardan daha geniş olduğunu düşünenlerdenim. Yazarlar sadece bir kapı aralıyor, boşlukları dolduran okuyucu. Umarım kitabı okuyanların hayal gücü harekete geçer de yazmaya çalıştığım evreni kendilerince genişletirler.
Rüyaların Yazıldığı Yer’de, 858 numaralı rüya yazıcısının, “Yaşam, içinde siyahla beyazı barındırdığı için güzel ve eşsiz. Sen siyahı yaşadın. Beyaz da var” cümlelerine rastlıyoruz. Peki siz de yaşam hakkında böyle mi düşünürsünüz? Ümide her daim yer var mıdır hayatınızda?
Tabii ki, ümit olmasa yaşamın bir anlamı kalmaz bence. Sıcağın kıymetini üşüyünce anlarız, sağlığımızın kıymetini hastalanınca… Hayat tek yönlü olsa bu kadar keyif vermezdi herhalde. Her şey yolunda giderken bile ileriye dönük beklentiler yaratmalıyız kendimize, başarısızlıklarımızı sahiplenmeliyiz. Hayal kırıklıklarımızı çerçeveletip duvara asmalıyız.
Rüyaların Yazıldığı Yer’de sinema tarihinin yanında birçok tabloya da atıf var. Hâl böyle olunca edebiyattan sinemaya, resme kadar sanatın pek çok alanına ilgi duyduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Benim elim resim çizmeye yatkındır biraz. Çocukken ressam olmak istiyordum. Resim okuluna girmeyi başaramadım. Bir diğer tutkum da sinemaydı. Sinema okudum. Bu yüzden bu iki sanat dalı hayatımda çok önemli bir yer tutar. Bana yaşamak ve yazmak için ilham verir.
Rüyaların Yazıldığı Yer’de anlatıcı, kitabın ilk paragrafı için çok uğraştığını, zira bunu, kitapların ilk cümlelerini fazla önemseyen insanlar için yaptığını söylüyor. Gerçekten de pek çok kişi, ilk cümlelerini beğenmediği kitapları almayabiliyor. Böyle yapılarak kitaplara haksızlık edildiğini düşünür müsünüz?
Evet düşünüyorum. Bu bir filmin ilk otuz saniyesini beğenmeyip izlemeyi bırakmak gibi bir şey… Edebiyat aforizma tadında cümleler bulma sanatı değil, okuyucuyu bir hikayenin içine dahil etme sanatı. Bu da bir sabır işi… Kriter ilk cümle, alıntı yapılabilecek cümleler ya da göndermeler olmamalı… Beni bir kitabı almaya iten güç genellikle yazarının o kitabı anlatış biçimidir. Amerika’yı yeniden keşfetmediğini bilen, ağırbaşlı ve mütevazı yazarlara fırsat veririm.
Biyografinize baktığımızda Hanımın Çiftliği, Dila Hanım, Tövbeler Tövbesi, Kaçak gibi televizyon dizilerinin senaristliğini de yaptığınızı görüyoruz. Aynı zamanda Rüyaların Yazıldığı Yer, ikinci kitabınız. Hâl böyle olunca yazmanın, hayatınızın merkezinde olduğunu düşünmemek elde değil. Peki gerçekten de böyle mi?
Yazmak uzun bir süredir hayatımın merkezinde. Hem hobim hem de para kazandığım alan. Bu açıdan çok şanslıyım. İnsanın tutkunu olduğu işi yapması güzel bir şey. Yalnız senaryo ve edebiyatı aynı kefeye koymadığımı da belirtmek isterim. Senaryo edebi bir eser değil, okuyana kafanızdaki filmi anlatma işi… Bunun için en kestirme yolu kullanabilirsiniz. Ama edebiyatta kestirme yollar işe yaramıyor. Benim senaryo yazma serüvenimin bana katkısı hikaye kurma ve karakter yaratma noktasında oldu.
Rüyaların Yazıldığı Yer, kurgusu da göz önünde bulundurulduğunda epey katmanlı bir kitap. Eseri kaleme alırken size yardımcı olan, yol haritanızı şekillendirmenize fayda sağlayan kitaplar oldu mu? Olduysa bunlar hangi kitaplar?
Öyle bir liste veremem. Okuduğum bütün kitaplar bir şekilde bana bir şeyler katmıştır. Bu romanın katmanlı bir kitap olmasının sebebi uzun bir süreç sonunda bu hale gelmiş olması. Önce bir kısa hikaye daha sonra bir film senaryosu oldu. En sonunda daha da derinleştirip roman haline getirdim. Bir yere yetiştirme derdim olmadığı için yıllar içinde kendi kendine demlendi.
Eserinize baktığımızda bölüm başlıklarının da birçok kitaba oranla farklı olduğunu, “Bin yüzü de birbirinden şekilsiz kahramanın kalabalığın içinde sahneye çıkışıdır” gibi uzun cümleler şeklinde verildiğini görüyoruz. Başlıklar için böyle bir yol izlemeye nasıl karar verdiniz?
Buna açık açık ve gururla Yaşar Kemal’den “esinlenme” diyebilirim. Yaşar Kemal’in “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca” masalında bölüm başlıkları uzun ve açıklayıcıdır. O bölüm başlıkları bir masal okuduğunuzu da hatırlatır bir yandan, ağızda değişik ve güzel bir tat bırakır. Ben de bir masal anlattığım için bölümlere bu tarz başlıklar koymak istedim, yani gerçek bir yazardan gördüm ve naçizane heves ettim.
Rüyaların Yazıldığı Yer’in, hem absürdlükte sınır tanımadığını hem de toplumsal olaylara değindiğini görüyoruz. Peki sizin yazarken en çok eğlendiğiniz ve en zorlandığınız kısımlar hangileri oldu?
Ben absürdlüğün gerçeklerden tamamen kaçmak olduğunu düşünmüyorum. Gerçekleri anlatma yollarından biridir absürdlük. Doğrudan söyleyemediğin bir şeyi farklı şekilde söylemektir. Hususi olarak bir şeyleri eleştirmek için yazmıyorum ben ama hikaye bana bu fırsatı veriyorsa düşüncelerimi belirtmekten de kaçınmam. İnsanları “oyalamak”, değişmelerini, düşünmelerini engellemek için kurulmuş bir “rüya yazanesi” varsa elinizde bunu kullanmamak biraz ayıp olur. En çok eğlendiğim kısımlar bu iğnelemeler oldu. En çok zorlandığım kısım ise bu iğnelemelerin hikaye içindeki dozunu ayarlamak sanırım.
Son olarak, Rüyaların Yazıldığı Yer’de 858 numaralı rüya yazıcısının, yemek tarifi verir gibi rüya tarifi yazdığını ve tek tek malzemeler verdiğini görüyoruz. Böyle bir şey mümkün olsaydı sizin, rüyalara katacağınız ilk malzemeler neler olurdu?
Mekan olmadan olmaz. Herkesin “ah şimdi orada olsam” dediği bir yer vardır elbet… İlla somut bir mekan olmasına da gerek yok. Bir filmin ya da kitabın evreni de olabilir. Mesela ben kitapta da adı geçen Hieronymus Bosch’un tablolarının içine girmeyi isterdim rüyalarımda… O şekilsiz hayvanların, garip insanların arasında dolaşırdım. Bir tabloyla yani tek malzemeyle rengarenk bir rüya…
edebiyathaber.net (16 Haziran 2021)