Emrah Polat’ın öykü kitabı “Terra Rosa” Ekim 2020’de Kitap Cumhuriyeti tarafından yayımlandı. Kitap Cumhuriyeti Türkiye’nin ilk dijital kitap platformu. “Terra Rosa” bu portaldan çıkan ilk kitap özelliğini taşıyor. Kitabı, kapak görselinin üzerindeki “Ücretsiz olarak okumak için” yazısını tıklayarak kolayca okuyabilirsiniz.
Editörlüğü Beril Sezen tarafından yapılan kitabın düzeltileri Ahmet Kapan’a ait. Kapak tasarımında kırmızı tuğlalardan oluşmuş bir duvar görülüyor. Terra Rosa kırmızı toprak anlamına geliyor. Kapak görseli muhtemelen öykülerdeki insan çeşitliliğine gönderme yapacak şekilde farklı tonlardaki tuğlalarla örülmüş. Öyle ki kırmızı tuğlalar yer yer çimento rengine dönüşüyor. Kapak uygulama ve iç tasarımda Ayşegül Kopdagel’in imzası var.
Kitabın yazarı Emrah Polat bin dokuz yüz yetmiş dört yılında Ankara’da doğumlu. Sosyoloji bölümünü bitiren yazar halen Edebiyat Haber Yayın Yönetmeni olarak çalışıyor. Çeşitli ortak kitaplarda ve dergilerde yazıları yer alan yazarın daha önce basılmış olan kitaplarının isimleri “Köpek Adamlar”, “Alocu Tilkinin Serencamı” ve “Yüzler”.
“Yüzler” ve “Köpek Adamlar”da mekân olarak Ankara’yı kullanan yazar son öykü kitabında bu özelliğini devam ettiriyor. Okuyucuyu Ankara sokaklarında gezdirirken sürükleyici bir dil kullanıyor. Kitap yetmiş sayfa ve on dört öyküden oluşuyor. Ankara’nın Seyranbağları, Esat, Çinçin, Ulus, Tunalı gibi hareketli yerlerinde yaşayan öykü kahramanları üzerinden toplumun yaralarına değiniyor yazar. Alkolik Fuat, Kızıltopraklı kabadayılar, taksiciler, pavyonda çalışan kadınlar, mafya veya çete üyeleri kumarbazlar ve o insanların ilişkide olduğu diğer kişiler çevresinde gelişen olaylar anlatılıyor. Hayatlarından kesitler sunuluyor. Ana konusu olmasa bile çoğu öyküde inceden inceye kadınların toplum içindeki yeri ve sıkıntıları yer alıyor.
Öykü kişileri içinde aşkından ölen de var (s: 4) kadına şiddet uygulayan, cinayet işleyen de (s: 29). “Olmasaydı Sonumuz Böyle” sarsıcı bir öykü. Olayın gelişme ve sonuçlanma tarzı alışılmış kadın cinayetlerinden farklı olsa da yine ayrılmak istediği için öldürülen bir kadın söz konusu (s:29).
“Adını Sen Koy” isimli öyküde toplumca sınıfta kaldığımız bir konuya değiniyor yazar. Hala pek çok kişi tarafından önyargılı yaklaşılan göç sorunu ve Suriyeliler konu edilmiş bu öyküde. “Geçen yaz, alt mahalleye Suriyeliler yerleşti. Alayı gecekondu olan mahalle fakir. Suriyeliler onlardan da fakir. Bi’ aile kalacak diyorlar, aynı evde beş aile kalıyor. Bağrına kundaklık bebeği basan kadın ana caddeye fırlayıp dileniyor, falan filan. Çok geçmeden mahalleli huzursuz oldu. ‘Aç karnımızı doyurduk da bi’de Araplar kaldı, yarın işimizi elimizden alır bunlar, namusumuza göz diker!’ laf çok” (s:52) cümleleriyle bu önyargılı bakış açısını anlatıyor.
“Sinek Kadar Kocan Olsun, Başında Bulunsun” gerçekçi ve kadın sorunlarına eğilen bir diğer öykü. (s;40). “Bu zaafını anası babası da biliyordu tabiatıyla. O’lum evlendirelim seni, dediler. Bak bu böyle gitmeyecek, düzenli bi hayatın olsun…” Evlenmeyi aklından bile geçirmeyen erkeklerin başlarını bağlamak amacıyla kadınların yanlış evliliklere sürüklendiğine güzel bir örnek bu öykü. Öyküde kumarbaz damat adayına kızını vermek istemeyen baba, kızı kucağında bebekle gelince tavrını değiştirmek zorunda kalıyor. Bu öykünün ismi manidar. Öykünün devamında dayak yiyen kadını kocasıyla barıştırmak isteyen komiser “Ya kızım, idare et işte, sinek kadar kocan olsun, başında bulunsun” diyor. Başında bulunması için ikna edilen koca kumar parası için kadını başka bir adamla birlikte olmaya zorlayınca direniyor genç kadın. Öykünün sonu hüsranla bitiyor. Değerli yazar Emrah Polat önemli bir konuya işaret ediyor. Anlaşmazlıklarda “Barışın!” diye emniyet görevlileri ya da hâkim tarafından sulh olmaya ikna edilip evine gönderilen kadınların eşleri tarafından öldürülmesi ya da canlarına kıymaları toplumumuzda rastlanılan olaylardan.
Yeraltı edebiyatının kullanıldığı öykülerin kişileri de dahil olmak üzere tüm karakterler sanki daha önce sokakta karşılaşılmış tipler hissi uyandırıyor okuyucuda. Bunda Dostoyevski’nin yaptığı gibi Emrah Polat’ın da kişilerinin fiziksel özelliklerini fazla anlatmamasının etkisi var. Fuat’ın, Serap’ın, Ahu’nun ya da taksicinin saç rengi, göz rengi gibi fiziksel özellikleri bilinmediği için sokakta gördüğümüz kişilerle kolayca bağdaştırabiliyoruz onları.
Öykülerin hemen hepsi dinamik. Olaylar o kadar hızlı bir şekilde seyrediyor ki okuyucu kendini bazen bir aksiyon filmi içindeymiş gibi hissediyor. Sinematografik bir anlatımı var yazarın. Sabahleyin evinden çıkarken, “Allahım, yarın da burada olmamı nasip eyle!” diye dua eden taksicinin başına gelenler roman olabilecek yoğunluktayken yazar bunu altı sayfalık bir öyküye sığdırmayı başarıyor. Öykülerinde belli bir daireyi tamamlamaya özen gösteriyor çoğu kez yazar. Eşinin uğurlaması ve çocuklarını öpmesiyle başlayan paragrafı bu öyküde yine uğurlama sahnesiyle bitiriyor. Ancak finaldeki uğurlamada taksici, eşi ve okuyucu bambaşka duygular taşıyorlar
Öykülerin içinde aşk ta var, nostaljide. 12 Eylül zamanlarının baskıcı rejimi, yaşanılan zorluklar, işkenceler de kitabın sayfaları arasında yer alıyor. Bazen hüzünlendiriyor satırlar, bazen gülümsetiyor. Bir kısmının üzeri kapak resmindeki gibi çimento ile kapatılmış ve görünür olmasa bile toplumumuzun içindeki insanlara ait öyküler bunlar.
Emek ve özveri sonucu yazdığı eseri okuyucunun kolaylıkla ulaşabileceği dijital portalde yayınlanmasına öncülük eden Emrah Polat’a teşekkürler.
edebiyathaber.net (17 Ekim 2020)