“Senin içinde kendine sebep arayan bir keder vardı başından beri.”
Fernando Pessoa’nın “Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.” epigrafıyla başlayan kitap, huzursuzluğun sinyalini veriyor.
Tuğba Doğan 1981’de doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yüksek Lisans programından “Kaybetmenin Anlatısı: Mai ve Siyah, Huzur ve Tutunamayanlar” başlıklı teziyle mezun oldu. Çeviri ve denemeleri “Cogito”, “Toplumbilim”, “Notos”, “Yeniyazı” gibi dergilerde ve çeşitli derleme kitaplarda yayımlandı. İlk romanı “Musa’nın Uykusu” ile 2015 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü Mansiyonu’nu aldı. İkinci romanı “Nefaset Lokantası” 2019 ‘da basıldı. İtalyancaya çevrilerek (“Il Bistrò Delle Delizie” adıyla) 2022’de yayınlandı. 2024’te Yky Yayınları tarafından 12. baskısı yapılan kitap edebiyat çevrelerince çok beğenildi.
Nefaset Lokantası, huzursuzluğun kitabı olarak okunabilir. Üç bölümden oluşan anlatı boyunca bir yolculuğa hazırlık hikayesine tanık oluyoruz. John Lennon’un “Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” dediği gibi, kitabın baş kişisi Salih’in yolculuk planı yaparken, hem kendisi dışında gelişen ve onu içine alan olayları anlatıyor; hem de yaptığı planı uygulama konusunda kendi kendisiyle çatışma yaşıyor. Bu ikili sarmalın arafta bıraktığı Salih, çıkmazlarını hayali dostu cüce ile paylaşıyor. Romandaki bütün olaylar Salih’in etrafında başlayıp gelişiyor ve yine onun etrafında son buluyor. Diğer kahramanlar Salih ile olan ilişkileri nedeniyle romanın içinde yer alıyor.
Birinci bölümde bir metaforu anlatır gibi eşek arılarının mezara yağmasına tanık oluyoruz. Beklenmeyen ani ölüm ve ölümün varoluşunu sorgularken, anlatıcı mezar başında geride kalanların, ağlayanların tasvirini yapıyor.
“Herkesin ağlaması kendine benziyordu. İç çekerek ağlayanlar dışadönük bir kederle hıçkırarak ağlayanlar, içedönük bir kederle susarak ağlayanlar. Ağlayanlar arada kaçamakgözlerle birbirine bakıyordu. Az sonra gömülecek olan, dün bana bakıyordu.” (sf.9)
Anlatıcı, ben diliyle düşüncelerini aktarıyor. Kelimelerin anlamsızlaşmasından insanların ahmaklaşmasından, hayatın dengesizliğinden, insani duyguların kaybolmasından şikayet eden, bulunduğu ortama, çevreye yabancılaşan Salih’in gitmek istemesinin sebeplerini, hayata dair şikayetlerini takdim ediyor. Ardından tanrı anlatıcının dilinden, Salih’in 16 yıldır çalıştığı gazeteden kovulduğunu, Türkiye’yi terkedip Rio’ya gitme hazırlığı yaptığını okura aktarıyor. Haftanın neredeyse her günü gittiği Nefaset Lokantası’nda gerçekleşen veda yemeğinde konuşulanlardan karakterler hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bu bölüm, yolculuğa hazırlığın başlangıcı ve aynı zamanda karakterlerin takdim bölümü. Nefaset Lokantası’nın menüsündeki mezeleri ve tatlıları da okura aktarıyor.
İkinci bölümde Salih, aradığı huzuru bulduğunu sandığı Nihan ile yaşadığı aşkı sorguluyor. Aşk onun varoluşunun düğümü, belki de talihi. İkinci kez terkedilmek onu derinden sarsıyor. Bu bölümde, farklı bir edebi tür olan mektup, anlatıya dahil oluyor. Yazar ilk kitabında da farklı türleri; mektubu ve öyküyü, metne dahil etmişti. Mektup, Salih’in hayatında büyük bir sarsıntı yaratıyor. Aşkı sorgularken, sevdiğinin ölümüyle değersizleştiğini hissediyor. Salih, kendi kendisi ile sürekli bir çatışma halinde. Çelişkilerini olaylar üzerinden orta koyuyor. Olaylar, kronolojik bir düzlem üzerindeymiş izlenimi verse de, geriye doğru sıçramalarla geçmiş anlatılıyor.
“Salih Nihan’ı hiç bulmamış, onunla hiç karşılaşmamış olsaydı bu başka bir dert olurdu. Ama Nihan’ı önce buldu sonra kaybetti. Nihayetinde ölümle aldatılmış ve terk edilmişti; böyle hissediyordu. İnsanın türlü türlü terk etmeleri ve terk edilmeleri vardır. Bunların içinde en fenası ise kuşkusuz mesafesiz olanıdır. Çocukluğunun hikayesi de göz önünde bulundurulduğunda denilebilir ki bu, Salih’in bu türden bir terk edilişi ikinci defa tecrübe edişidir.”(sf.91)
Üçüncü bölüm tanrı anlatıcı dilinden geriye dönüşlerle Salih’in çocukluğunu, geçmişini, varoluşunu sorguluyor. İçindeki cüce, anlatı boyunca onun huzursuzluğunu yansıtıyor. Sahte benliği ile gerçek benliğinin resmini çiziyor. Dışarıdan başarılı gibi görünse de gerçek benliğinin küçüklüğünü, güvensizliğini, iç dünyasının sesinin yansımasını görüyoruz. Çocukluğunun travmaları, çelişkileri, aidiyetsizlik duygusu su yüzüne çıkıyor. Sıradan insanın tanımını Salih üzerinden yapıyor.
“ Bu memlekette herkes hakkı olmayan mirasları yiyor Salih. Kendinle bu kadar uğraşma. Kurtul zamanın zulmünden.” (sf125)
Hayatın dağıttığı kartların el değiştirdiği bu bölüm, okuru finale hazırlıyor. Salih’in çelişkilerini, huzursuzluğunu, gözlemci bakış açısı ile ortaya koyuyor. Dostluk üzerinden kurgulanmış bir varoluş sorgulaması yapıyor. Karakterin çıkmazlarıyla boğuşmasını, ailesiyle bağ kuramayışının yetişkinliğinde bitmeyen sancılarını, talihin etkisini anlatıyor. Ölümle başlayan kitap, ölümle bitiyor. Ölü gömme ritüellerini ve ölünün geride bıraktıklarını okura adeta sinematografik bir anlatımla aktarıyor. Salih yolculuğa çıkıyor mu? Talih, Salih’e nasıl göz kırpıyor? Okuyan bilir.
“ İnsan ortadan kaybolmak istemez mi? Belki de kaybolan insanlar aslında kayıp değil kaçaktır.” (sf. 125)
edebiyathaber.net (15 Mayıs 2024)