Önceki gün, fotoğraf sanatçısı dostum Lütfi Özgünaydın’la Yaşar Kemal’i ziyarete gittik. Göremeyeceğimizi bilerek, yakınında olmak istedik. İstanbul yağmurdaydı, deniz kabarmıştı. Çapa’ya vardığımızda güneş ışıltısını göstermiş, yağmur ipiltisine vererek kendimizi hastanenin ara yollarına dalmıştık.
O bir yerlerdeydi. Az ötemizde. Nefes nefese, dünyayı dinlemenin ötesinde, kendi varlığının sızısındaydı… Her adım bizi ona yaklaştırıyordu. Lütfi, sorup ediyordu, “nerede” diye. Tıp yapmışçasına suskundum. Bir burukluk sarmıştı ruhumu. Upuzun bir koridora girdim. Dante’nin Cehennem’inden Cennet’ine varan, Araf’ı hiçe sayan bir yolculuktu bu sanki! İnsan yüzlerinde bekleyişin kederi, yalnızlığı, kaygısı vardı. Gelip durduğum yer, bir kapıydı. Ötesinde yaşam ve ölüm vardı. Tıpkı Cennet-Cehennem gibi… Aşk ve tutku gibi… Yazmak ve olmak gibi… Bekledim bir süre. Açıldı kapı, bir göz açıp kapanma anı gibi… Yekinmedim içeri adım atmak için. Bekledim yalnızca. Upuzun bir zamandı sanki yaşadığım… Bir ömrün mevsimlerini hatırladım birden. Koca Usta’nın gelip kendini kollarına bıraktığı bu sayrılarevinde onun sesini dinledim bir süre. İşittim de kahkahasına, gürül gürül akan sözcüklerinin çınıltısına verdim kendimi.
Yaşamak ve olmak budur… Feridüddin Attar’ın bırakıp gitme öyküsünü hatırladım birden. Her şeye veda etmesini. Kendisini yeryüzü gezgini kılmasını. Sonra dönüp yazmaya başlamasını. Simurg’un öyküsünü ortaya çıkararak ölümsüzlük anıtını inşa etmesini…
Bakıyorum da, ötede, insanlar canhıraşlık içinde; birbirinin omuzlarına basarak yükselmek, olmak derdinde. Sözler ediyorlar sözüm ona “bilgece” edalar takınarak: “Hayat peşimizden gelirken kaçmaktan başka çaremiz yok.”
“Nedir bu şimdi?” diye de sormaya gerek yok. Çünkü biliyoruz ki, her yerde olmak isteyenlerin hayatın ötesine düştüğü gerçek. Kendi olamadıkları da.
Anlatmıştı bize Koca Usta, önce “kendin olacaksın”ın hangi yaşam ırmaklarından geçtiğini. Hangi sözle kendi söz çadırını kurman gerektiğini. Yalamaç bulamaçlıklarla ne edebiyatın ne de bir dilin kurulamayacağını anlatmıştı.
Kaç göz bana bakıyor derdinde bu insanlar. Kaç zaman bana bir paye verir sanrısındadırlar. Bir avcı gibidirler üstelik. Atlarını ve tazılarını her yere sürerler…
Şunu demişti Koca Usta çok önceleri bir yerde:
“Meydanı boş buldular. Kendilerini memleketin sahibi sanıyorlar. Onun için böyle pervasızlar… Onun için bu kadar şımarıklar. Onun için bu kadar küstahlar.”
Sanırım başka söze gerek yok.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (10 Şubat 2015)