Söyleşi: Serkan Parlak
İdil Gürsel Himmetoğlu ile Metinlerarası Kitap etiketiyle okurla buluşan ilk öykü kitabı “Kozmonot Apartmanı’nda İlginç Bir Davet” hakkında konuştuk.
Öykülerinizin merkez izlekleri: Öykülerde kadınlık ve erkeklik halleri, ilişkiler, aile, kardeşlik, sınıfsal farklılıklar, apartman hayatı, suç ve bellek gibi temalar ön plana çıkıyor. Bilmediğimiz, görmezden geldiğimiz hayatlar, parçalanmış aileler, alt ve üst gelir gruplarının özgün yaşam biçimleri, sınıf çatışmalarına dair izler ve pis işlerde çalışmanın zorlukları özellikle kadın ve çocuk karakterler aracılığıyla görünür oluyor.
Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor? Ve bir de neden öykü türünde yazıyorsunuz?
Çok hareketli bir hayatım var. On sekiz yaşında çalışmaya başladım. Kariyer yolculuğumda değişik insan figürleri hep bilincimde benimle gezdi. Çok farklı sınıflardan farklı insanlarla çalıştım. Farklı meslek gruplarında farklı deneyimler yaşadım. Bunların hepsi birikti herhalde. Öyküleri yazarken o karakterler benimle beraber bir süre takılıyorlar. Evdeki odalara girip çıkıyorlar. Ben de o evlere, köylere, apartmanlara girip çıkıyorum. Yaratım sürecinde oldukları yerden sıraları gelmiş tiyatro oyuncuları gibi görevlerini yaparak yine zihnimdeki derinliklere gömülüyorlar.
Öykü romandan daha verimli ve daha çabuk sonuca götüren bir deneyim. Bir süre gazetecilik yaptım. O zamanlar Ankara’da sokaklarda gezer, farklı bir hikâyesi olabileceğini hissettiğim insanlarla röportaj yapardım. Mahkeme koridorları, hamamlar, kadın matineleri, pavyonlar ve daha neler neler… Bana dünyalarını açarlardı. Şimdi böyle farklı insan karakterleriyle öyküler için zihnimde röportaj yapıyorum.
Aslında şiir de çok sevdiğim bir tür. Şiiri de öykü gibi yazmayı seviyorum. Birhan Keskin, Edip Cansever, Didem Madak sevdiğim şairler. Bir gün bir şiir kitabım da olsun çok istiyorum.
Öykü ve şiir yazan İdil daha ben gibi. Biraz uçarı, hesapsız, daha çok duygularıyla hareket eden aceleci bir çocuk. Romancı İdil ise maceraperest karakterler yaratır ama kurgu için daha disiplinli çalışma yapması lazım. O da başka bir step. Bakalım göreceğiz, onu da yaparız belki günün birinde.
Dünya ve Türkiye özelinde salgın, iklim krizi, savaşlar, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde bu zorlu günleri yazı aracılığıyla daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?
Aslında yazı aracılığıyla o sorunlar daha elle tutulur, çok da uzağımızda olmayan hayaletlere dönüşüyorlar. O insanlara, durumlara dokunup onlar için hissetmeye başladığımız zaman daha farklı bir dünya felsefesi için hareket ederiz gibime geliyor. Örneğin salgın ilk ortaya çıktığında Ada ve Ege gibi birçok insan hazırlıksız yakalandık bu duruma. Birçok insan güvenli ve korunaklı dünyalarından ki en son kaç sene önce aşı olmuştuk o da çocukluğumuzda herhalde- neyle savaştığını bilmeden distopyanın içinde bulduk kendimizi. Ada öyküsü salgının ilk deneyimlendiği bu zamanları hatırlatacak bizlere, o zamanki çaresizliğimizi belki de. Babamı da salgın sırasında kaybettim. İşte o insanlarla aynı hisleri yaşadığımızı hatırlamak yalnız olmadığımızı hissettirecek bizlere.
Öykülerinizde ele aldığınız konular ve yarattığınız karakterler çok çeşitli, bunun nedenleri ne olabilir İdil Hanım?
Arkadaşım Hasan Hayyam’ın Hiyerofant kitabının karakterinde olduğu gibi bazen bir hayatın içine ne kadar çok hayat sığdırdım diyorum. Farklı farklı şehirlerde farklı sınıflarda çok fazla öyküde dolaşmışım. Sanırım hepsinin etkisi oldu. Zihnimde çok derin benim de farkında olmadığım tünellerde yaşayan pek çok küçük yaratık, şey, ne dersen de işte, onlardan var. Onlarla farklı yerlerde tanışmış da olabilirim bilmiyorum. Yazarlığın en güzel yönü de bu tünellerdeki farkında olmadığınız eksenlerde seyahat etme tasarısı.
Kitaba ilk olarak ‘Uçurtma Sörfü’ adını vermiştim. Nedeni işte bu farklı mekânlardaki, farklı karakterlerle öykü sörfü yapma deneyimi vaat etmesiydi. Gerçi sonra başlığı içeride yer alan bir öykünün ismiyle değiştirdim.
Bunaltıcı, yabancılaştırıcı günlük hayatı daha da çekilmez kılan salgından kaçan ve her geçen gün ruh halleri değişen bir çift… Anlatıcı kadınla birlikte yıllar sonra annesini görmeye giden bir genç kızın Didem Madak şiirleri eşliğinde çıktığı tren yolculuğu… İlk iki öykünüzün temel meseleleri bunlar. Okur da dünya kötü demeyelim de belirsizliklerle dolu bir yer hissi bırakıyor adeta, peki dünya sizce nasıl bir yer?
Didem Madak’a kendimi çok yakın hissediyorum. İzmirli olması, aynı yaşlarda olmamız, onun da esprili bir şair olmasından sanırım. Onun şiir karakterlerinin konuştuğu bir tren yolculuğu yapmak istemiştim. Anne özlemi, yalnızlık, ölüm, kardeşlik gibi duygularla harmanlanarak farklı bir öykü çıktı ortaya. Dünya sürprizlerle dolu bir yer, her zaman kendine yakın bir karakter bulup onunla böyle bir tren yolculuğu yapmak mümkün, o karakter hayatta olmasa da. Dünya bütün bu acı ve mutlulukları bir arada hissettiğimiz sürprizli bir panayır alanı olabiliyor.
Salgın dönemi bir yazar olarak üretimlerinizi ve psikolojinizi nasıl etkiledi?
Salgın sırasında kurucusu olduğum organizasyon şirketini ayakta tutmaya çalışıyordum. Çalışanları işten çıkarmadan devam etmek için birçok yaratıcı yöntem denedik ve başarılı olduk. Bu arada dünya felakete doğru yol alan batacak bir gemi gibiydi. Kimse salgınla nasıl mücadele edileceğini bilmiyordu. Babamı da yine bu dönemde kaybettim ve kitabı ona atfettim.
Üretim açısından birçok ders aldığımız, ekran arkasında farklı ve zengin kolay bir dünya ile tanıştık. Bu da bizler için korkunç bir dönem olsa da daha çok üretmemize olanak verdi.
Öykülerinizde yer alan karakterlerin psikolojik çözümlemeleri etkileyici. Karakterlerinizi yaratırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz, beslendiğiniz alanlar ve esin kaynaklarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Yukarıda söylediğim gibi toplumdaki “öteki” karakterler her zaman ilgimi çekti. Durağanlık ve normalliği pek de sevmiyorum galiba. Örneğin ezilip çıkmaza girip yırtmaya çabalayan kız çocuğu Memo, çok yakından tanıyıp bildiğimiz kızların zihnimde bir yansıması. Onun kurtuluş yolculuğuna çıkarmak birlikte elinden tutmak ve “yırtmasını” izlemek istedim.
Kozmonot Apartmanı’nda Zeki Bey gibi ropdöşambır ile dolanan ve kimsesi olmayan tatlı delileri çoğumuz tanırız. Günümüzün hızlı, karmaşık zaman tünelleriyle dolu dünyalarında dolanırken, ruhumuzda bu insanlar için mola vermek bana tarifsiz bir acı ve mutluluk veriyor. Onlara hem ağlıyorum, hem de ellerinden tutuyorum.
edebiyathaber.net (27 Aralık 2023)