Söyleşi: Burak Soyer
İdris Kenç’in, ilk kitabı ‘Gardenia Çiçeği’ndeki öyküler her ne kadar kişisel mesele ve duygularla örülmüş olsa da insana ait ne varsa ortaya döken, onu aynı noktada buluşturan ya da en azından bir şekilde o noktadan yolu geçenlere bir selam aslında. Geçmişi yükten ziyade ‘birikmişlik’ olarak heybesinde taşıyan, geleceğe dair de umudu elden bırakmayan öyküleri, ikisi arasında bir köprü olmaktan ziyade, ikisine de ayrı değer biçiyor. Yazar öykülerinde insanın ve dolayısıyla toplumun, başta geçmiş-gelecek olmak üzere birçok farklı konudaki çatışmalarını, zıtlıklarını, huzursuzluklarını merkeze alarak varmak istediği yere bu yollardan geçerek ulaşıyor.
Kenç ile yazarlık serüvenini, kitabını ve şu an yaşadığı Avustralya’dan Türkiye’ye dair gözlemlerini konuştuk.
Biyografinizde, “Yazmak onun için yarınlara dair umut ve geçmişte küf tutmuş her duyguya dermandır,” yazıyor. Bu, farklı biçimlerde de olsa birçok yazar için geçerli aslında. Ve yazarlar buna benzer hissiyatların kendilerinde ‘sağaltıcı’ bir etkisi olduğunu da ifade ediyor. Sizde de böyle bir durum söz konusu mu?
Kesinlikle. Kendimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, rahat insan yazmaz. Yazmak bir şekliyle bizi etkileyen, hırpalayan her ne varsa arşive atmaktansa hafiflemek, özgürleşmek adına, tüm bunlar küf tutmasın diye yazıyoruz. Aynı şekilde yaşadığımız çevre ve toplumu iyi ya da kötü çerçevede etkileyen her ne varsa onları dert ya da sevinç sayıp ve bunları da yazarak sizin de belirttiğiniz gibi ‘sağaltıcı’ etkisinden de böylelikle faydalanmış oluyoruz. Her yazı kendi içinde umut taşır. Bir şekliyle umudun yelkenlerini dolduruyoruz yazmakla.
Ben, kişisel olarak bu eksende toplanan ifadelere biraz fazla anlam yüklendiğini düşünüyorum. Sanatsal bir şeyler üretmek, evet, hem yazar hem okur nezdinde bir tatmin yaratıyor. Ancak bunu ‘hayati’ bir mesele olarak görmemek gerektiği kanısındayım. Siz neler söylemek istersiniz?
Dünya, edebiyat ve sanat doğrultusu ekseninde dönmüyor. Evet, sanatın ve edebiyatın kesinlikle keyif veren, hayatı bir şekliyle daha keyifli, zarif kılan etkisi yadsınamaz. Dünyaya sürülen bir güzellik fırçasıdır edebiyat ve sanat. Ama bunu üreten bireylerin ‘hayati’ bir şey ürettiklerini sanmalarını tabiri caizse dünyaya yön veren ya da şekillendiren bir iş gibi lanse etmelerini doğru bulmuyorum. Fakat algılarımızı açık, hayata daha zarif bakan, empati gücünü pekiştirme noktasında da kesinlikle katkısı yadsınamaz.
Gardenia Çiçeği’ne dönecek olursak… Kitaptaki öyküler ne kadarlık bir zaman içinde ortaya çıktı? Bekleyenler var mıydı, yeni yazılanlar, içinize sinmeyip değiştirdiğiniz ya da oynamalar yaptığınız…
Uzun yıllardır yazıyorum. Heybemde birikenleri geleceğe bir miras bırakmak adına bu yıl kitaplaştırma kararı aldım. Bir şekliyle ilk kitabın heyecanı kendisiyle birlikte bir acelecilik yarattı. Muhtemelen yazmayla uğraşan herkeste vardır şu özellik: Yazmak hiçbir zaman son halini almaz. Bugün “tamamdır” dediğiniz yazı, yarın gözden geçirdiğinizde emin olun başka bir mecraya kayar. Kitabı bir okur gözüyle ancak raflara ulaştığında tecrübe edindim. Bu yüzden hep bir eksiklik, içine sinmeme hali devam ediyor…
Kitaptaki öyküler kişisel meselelere dayansa da okurların farklı yönlerden kendilerine pay çıkarması mümkün. Bu bilinçli bir tercih miydi? Yani sanıyorum sadece kendi hikâyenizi anlatmadınız…
Sanatçı Sıla’nın son çalışmasında şöyle güzel biz söz var: “Anladım herkesin aynı yerdeymiş yâresi.” Yar bir şekilde yaradır. Şöyle geriye dönüp baktığımda, sadakat, aldatma, yaralı kalpler, ayrılıklar, kavuşmalar tüm bu duyguların bitimsiz hikâyeleri başta ben de olmak üzere yolunun uğramadığı insanoğlu yoktur. Eğer ben tüm bu duygulardan bir şeyler tattıysam ki çevremde de bunlardan etkilenenlere şahit oldum. Bu da doğal olarak okuma şansı bulan herkes kendisinden bir parça bulacak demektir. Kendimi merkeze koymayı, şeffaf olmak adına bilinçli bir tercihti. Okura daha samimi geleceğini düşündüm.
Çok farklı konulara değiniyorsunuz öykülerinizde. Pınar Gültekin vahşeti de var, zengin-fakir de var, dili, dini, ırkı yüzünden ötekileştirilen de. Ama geniş açıdan bakarsak bu konular esasen ‘hasarlı’ yanlarımız değil mi?
Ülkemiz çok kültürlü, çok dilli, çok dinli olan bir toplumdan oluşuyor. Bu da kendi içinde sosyal, kültürel ve ekonomik çeşitliliği beraberinde getiriyor. Böylesi geniş yelpazeye sahip bu ülke toplumuna bir şekliyle tek tip elbise giydirilmeye çalışılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde kadını bu kadar eve mahkum edilen, üretim mekanizmasından atıl hale getiren başka bir yer yok. Ortadoğu’dan bahsetmiyorum çünkü ülkemizi batıyla kıyaslamak istiyorum. Kadının yok hükmünde göründüğü bir yerde ne yazık ki canilik de beraberinde geliyor. Bu yüzden de bu ilk kitabımda Pınar ile beraber ciddi hasarlı yanlarımız olan fakirliğe mahkum edilenleri, dil, din ve ırkı net bir şekilde öykülerimde işledim.
Avusturalya’da yaşıyorsunuz. Türkiye’de olup bitenleri ne kadar takip edebiliyorsunuz? Biz burada olmamıza rağmen gündeme pek yetişemiyoruz da. Oradan bakınca nasıl bir Türkiye profili var?
Bir yerlerde şöyle bir söz okumuştum: “İster kuzeye, ister güneye kısaca hangi yöne gidersen git ama sonunda mutlaka evin yolunu bul, unutma,” diye. Hiç bir zaman Türkiye’den kopuk yaşamadım. Hep ilgili ve ilişkileri her an dönecekmişim gibi sıcak tutuyorum. Türkiye’de gündem adına kopartılan hemen hemen her şeyin yapay olduğu ülkenin dışından daha net görünüyor. Bu yüzden ‘siyaset’ adına takip ettiğim hiçbir gündem yok. Benim için cennet olan, sırf ‘iktidar’ adına canına okunan bir ülke görüyorum. Ama şuna inanıyorum; Türkiye dinamiği bir şekliyle son yirmi yılda atılan kötü tohumları bir daha gün yüzüne çıkmamak kaydıyla temizleyecek.
Son olarak bundan sonra yazın alanındaki planlarınız neler?
Şu an en az iki kitabı besleyecek kadar tamamlanmış öykülerim var, hepsi doğru zamanda yayımlanacak. Datça yerelde yayınlanan, daha çok genç iki yıllık Solucan adında bir gazetede düzenli olarak köşe yazmaktayım. Siyasetten uzak, kendimce bazen öngörülerimi, hayallerimi bazen de insan ilişkilerine dair yazıyorum. Bu yazılarımı da program dahilinde kitaplaştıracağım. Çocuklarıma ve geleceğe miras olsun diye.
edebiyathaber.net (21 Eylül 2022)