Ian McEwan, çağdaş İngiliz edebiyatının en önemli temsilcileri arasında yer alıyor. Kendisine 1998 yılında Man Booker ödülü getiren Amsterdam’da Düello, geçtiğimiz aylarda Yapı Kredi Yayınları tarafından, Ülkem Çorapçı çevirisiyle yeniden yayımlandı. Kitap daha önce Can Yayınları’ndan yayımlandığını hatırlatalım.
Yazar, kitaplarında tutkulu aşklar, saplantılar, paranoyalar, inanç ve korku gibi temalara yer vermeyi seviyor. İngiliz yazarın bu romanında da benzer sulardayız. Amsterdam’da Düello, ölüm korkusu, ilişkiler ve paranoya, meslek ilkeleri ve dostluğun sınırları gibi temalar üzerinden ilerleyen bir roman. McEwan, roman boyunca meslek ilkelerini, bencillikleri, kirli politikaları, bağlantıları ve orta sınıf ahlakını ele alıyor. Normatif değerlerden uzaklaşmış, kendine dönük İngiliz toplumuna yönelik sert bir eleştiri getiriyor. Bununla beraber, yazarın esas merkeze aldığı konuların başında ise dostluk geliyor. Dostluğun sınırlarını sorguluyor, çok uzun zamandır birbirlerini tanıyan iki arkadaşın, aslında birbirlerini çok da iyi tanımadıklarını fark etmeleri, karanlık yönlerini keşfetmeleri, romanda McEwan’ın sorguladığı başka bir değer oluyor.
İki dostun hikâyesi
Amsterdam’da Düello’da iki eski dostun Clive ve Vernon’un hikâyesine tanıklık ediyoruz. Ülkenin meşhur müzisyenlerinden Clive’ın ve yine İngilitere’nin ünlü bir gazetenin yayın yönetmeni Vernon’nun hayatlarına farklı dönemlerde giren eski sevgilileri Molly’in cenaze töreninde bir araya gelirler. “Molly Lane’in iki eski sevgilisi, krematoryumun önünde, şubat soğuğuna arkalarını dönmüş, bekliyorlardı. Söylenecek her şey daha önce söylenmişti ama yinelediler. ‘Başına gelenin ne olduğunu bile anlayamadı.’ ‘Anladığında da iş işten geçmişti zaten.’ ‘Çok hızlı ilerledi’.”
Molly Lane, bir dönem Dışişleri Bakan’ıyla ilişki yaşamış, fotoğrafçı, özgüveni yüksek, restoran eleştirmeni bir kadındır. Bir dönem beraber olduğu insanların hayatında derin etkiler bırakmış birisidir. “Kırk altı yaşında hâlâ kusursuz perende atabilen, Dışişleri Bakanı’nı kendine âşık etmiş parlak zekâlı restoran eleştirmeni, cesur bahçıvan ve fotoğrafçı.” Dolayısıyla, Molly gibi bir insanın trajik bir hastalık sonrası, hayatını kaybetmesi onları derin etkilemiştir. Orta yaşı aşmış iki karakter, Molly’in ani ölümüyle hayatlarına tam olarak dönemezler. Özellikle Clive, sık sık ölümü düşünmeye başlar; Molly gibi başkalarına muhtaç bir halde ölüp gitmek istemez. Bu kafa karışıklığı içerisinde, Clive hayatına tam olarak dönemez. Clive, hükümetin milenyum dolayısıyla kendisinden istenen besteyi bir türlü bitiremez mesela. Yazdığı şeyleri asla beğenmez, kendisini büyük bestecilerle kıyaslar. Onlar gibi neden olamadığını sorgular. Yaşlılık da onun yaratıcı ve estetik tarafını geriletmiştir ayrıca. Zamanı geri alabilmek artık mümkün değildir. Yapabilecekleri sınırlıdır artık. Lakin, esas olarak bu ölüm fikri onun tüm hayatını esir alacaktır. Üstelik, Clive, Vernon’a bunca yıllık dostluklarının hatırına, kabul edilmesi kolay olmayan bir teklifte bulunacaktır.
Vernon için de işler pek iyi gitmemektedir. Başında olduğu gazetenin tirajları yerdedir. Gazete kapanmanın eşiğindedir. Vernon, kara kara bir çıkış yolu düşünmektedir. Molly’in eşi George, tam bu noktada ilginç bir teklifle çıkagelir. George, Dışışleri Bakanı’nın toplumun genelinin hoşuna gitmeyecek bir takım “ahlaksız” fotoğraflarını ele geçirmiştir. Sağcı, milliyetçi ve sevimsiz Bakan’ın koltuktan inebilmesi için ellerine büyük fırsat geçmiştir. Lakin, yine de fotoğrafların gazetelerin yayımlanıp, yayımlanmaması etik bir sorun haline gelecektir. Özel hayatın ihlali mi yoksa sağcı bir Bakanın görevine devam etmesi mi? Kişisel hırslar mı? Yoksa her şarta rağmen korunması gereken normatif değerler mi? Vernon için bir sorun haline gelecektir.
Bu etik ve ahlaki sorular bir noktadan sonra Clive ve Vernon’un arasının açılmasına sebep olacaktır. İki eski dost, birbirlerini aslında hiç tanımadıklarını fark ederler. Karanlık yönlerini keşfederler, mesleki hırslarının gözlerini nasıl kör ettiğini ve ne kadar bencil olduklarını keşfederler. Bu noktadan sonra da onların dostluklarının seyri, ikisinin de asla kazanamayacağı bir tür düelloya dönüşecektir.
İnsanlık halleri
Ian McEwan, Amsterdam’da Düelloda, insanlık hallerini masaya yatırıyor. Mesleki hırsları, bencillikleri ve orta sınıf ahlakını irdeliyor. Kendilerini dünyanın bir parçası olarak değil de, en tepesinde görenleri, kariyerleri için her şeyi yapmayı göze alanları, bencilliklerinin başkalarının hayatına yaptığı etkiden bile bir haber insanları anlatıyor bu romanında.
Geçmişi geri almaları mümkün olmayan iki karakter üzerinden, aşkı, tutkuyu, ölüm korkusunu, tüm iyi eğitimleri, işleri ve varlıklarına rağmen, insanın her an ortaya çıkma ihtimali olan karanlık yönleri sorguluyor. Söz konusu sahip olduğumuz servet, şöhret ve mesleki başarıysa, bunları yitirmemek için neleri göze alabilir diye soruyor. Yazar, kısa ama etkileyici romanını, büyük laflar, tasvirler ederek değil, karakterler odaklı bir şekilde anlatıyor. Clive ve Vernon’un iç dünyalarına nüfuz ediyor. Onların, kafa karışıklıklarını etkileyici bir şekilde ele alıyor. Roman, her ne kadar psikolojik gerilim gibi ilerlese de diğer taraftan trajikomik bir anlatımı da var. Bununla beraber, Ian McEwan didaktik bir anlatıma kayma tehlikesi olan bir konuyu oldukça serinkanlı ve olgun bir şekilde anlatıyor.
Ian McEwan, 2000’li yıllara doğru yazdığı Amsterdam’da Düello’da İngiltere’deki siyasi yozlaşmayı, orta sınıfın dünyaya olan kayıtsızlığını anlattığı çarpıcı bir roman. Hırslarımızın, bencilliklerimizin, tutkularımızın bazen hayatlarımızı nasıl bir karanlığa sürüklediğinin resmi, etkiyici bir insanlık hali panoraması…
edebiyathaber.net (28 Ağustos 2019)