Geçtiğimiz haftanın bir günü dışında tamamı Sevgi Saygı kitapları ile geçti. Açıkçası ON8’den yayımlanan ilk kitabı “Peri Efsa” bir süredir kütüphanemin rafından el sallıyordu fakat zaman ayıramamıştım. Ardından “Gezgin”le de buluşunca Saygı’nın yazdıkları ile olan yolculuğuma en baştan ele alarak başladım.
“Peri Efsa” yazarın ON8’den yayımlanan ilk kitabı ama üçüncü romanı. “2. Dünya Savaşı sırasında geçiyor olaylar. Tam da Hitler’in 53. doğum gününe denk gelen bir doğumla dünyaya gelen iki bebek. Biri Sermet diğeri de Peri Efsa. Ülkede yenilenmenin sancıları boy gösteriyor. Çok da yabancısı sayılmadığımız bir süreçten söz ediyoruz aslında. Karanlık sırlar, yenilenmeninheyecanını yaşayan bazıları ve onları bu sırlarla yüzleştirecek bir mucize. Zaman zaman bir korku filmini andıran bir gerilimle de başbaşa kalacaksınız. Nefesinizi tuttuğunuzu hissedeceksiniz. “Küçük Perim, demişti Cemile. Daha önce hiç konuşmadığı bir tarzda konuşuyordu küçük kızla. Sen henüz kim olduğunu bilmiyorsun. Dikkatli ol bebeğim. Sen bu dünya bahçesinin büyülü çiçeğisin. Ama sana ayrıkotu gibi bakacaklar. Büyümene izin vermezler. Çok çok dikkatli ol. Konuşma, sakın konuşma. Anlatma!”
Sevgi Saygı’nın ON8’den yayımlanan ikinci kitabı ise aynı zamanda ilk romanı olan “Gezgin.” İlk baskısı 2004 yılında farklı bir yayınevinden yapılmış olan Gezgin, yakın bir zamanda yeniden basımla on8 tarafından yayımlandı. Gezgin’i Peri Efsa’dan sonra okumuş olmama rağmen anlatım yönünden incelerken ilk kitap olduğunu hep anımsamaya çalıştım. Yazarın anlatımdaki ustalığı öylesine başarılı ki ilk kitap olduğuna inanmak çok zor. Bu kitapta ne zamanın, ne mekânın ne de karakterlerin adı yok. Kimliğe sahip tek varlık kedi Şiva! Buna rağmen günlük rutin işlerimi yerine getirmek için kitabı elimden bırakabildim. Bir de uyumak için tabi! Müthiş bir kurgu ve olay örgüsü var bu kitapta. Öyle ki Gezgin’in bir erkek değil de bir kadın olduğunu Terzi ile sevişmesiyle anladım. (Kapak resminin çok erkeksi olması da sanırım böyle bir düşünce yarattı. Biraz önyargı ile mi yaklaştım kitaba, diye düşünmeden edemedim.) “Sis kalınlaştı ve ben kör oldum. Ayaklarımın altında ezilen karın gıcırtısını duyuyordum; körük gibi soluğumu, rüzgârın ıslığını… Vücudumda tüm kıl, tüy adına ne varsa hepsini ayaklandıran hırıltıyı… Çok yakınımdaydı. Belki az sonra nefesini ensemde duyacağım. Durdum. Beş santim ötesini görebilsem keşke. Şalı sıyırdım, elime doladım. İşe yarayacağından değil, kendimi teselli etmek için. Dönüp durmaktan ayağımın altında bir çukur oluşmuştu. Aman ne iyi! Kendi mezarımı kazıyorum.” Bu satırların ağzından döküldüğü karakterin bir kadın olabileceği hiç aklıma gelmedi.
“Yola ne zaman çıkmıştı? Neydi beklentisi? Kaçıyor muydu sadece? Arıyor muydu yoksa?” Kitapta anlatılan hikâyeyi okurken kafanızdan da Gezgin’in hikâyesini düşüneceksiniz. Bu adsız, kimliksiz kadın kimdi?
Ve kitabın sonuna geldiğinizde “nasıl olur yani?” demekten alamayacaksınız kendinizi. Adı olmayan bir karakterle, bilinmeyen bir coğrafyaya yolculuğa hazır mısınız? Gezgin, elinizden düşüremeyeceğiniz müthiş bir kurgu.
Art arda okumuş olduğum iki kitabından sonra diyebilirim ki, Sevgi Saygı dikkatle takip edeceğim yazarlar arasında yerini aldı.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (22 Mayıs 2015)